POLİTİKA TOPLUM 

AYDINLANMA SAVAŞÇISI

24 Ocak 1993 sabah bir suikast haberiyle yüreğim burkuldu. Televizyon haberlerinde, radyoda gün boyunca, ertesi gün de yazılı basında Uğur Mumcu hakkında bilgiler verildi, yorumlar yapıldı. Yıllarca duyduğum bunca suikast, bunca ölüm haberlerine rağmen bu gelişme beni altüst etti. Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet’teki köşe yazılarını okumak vazgeçilmezim olmuştu. Bazı konularda makale dışında yazı dizileri de olurdu, onları da takip ederdim.

O, Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusuydu. Atatürk’le ilgili o zamana kadar hiç yazılmamış şeyleri yazıyordu. Akşam sofralarını, eşi Latife ile sıkıntılı ilişkilerini, Fikriye’nin ölümü ardından duyduğu acıyı Cumhuriyet’in 2’nci sayfasında yazı dizisi olarak sunuyordu. 12 Eylül darbesinin çenebazının aldatıcı sahte Atatürkçülüğünü ortaya koyuyordu. Eğitim sisteminde okutulan Atatürk’ü son derece basmakalıp, onu yeni nesillere anlatmaktan uzak, bıktırıcı ve tekrarlardan ibaret olduğunu yazıyordu. O’nu kutsamaya yönelik söylemlerin O’nun ufkunu ve ideallerini anlatmaktan çok, uhrevi bir anlama taşıdığını ifade ediyordu. Her şeyden önce O’nun insan olarak hedef ve ideallerindeki uygar bir toplum yaratma çabalarını anlamak gerektiğini söylüyordu.

Uğur Mumcu’nun bu düşünceleri daha sonra pek çok yazara ilham kaynağı oldu, bu doğrultuda araştırma yapan sonraki yazarlar da benzer saptamalar yaptılar. Atatürk’ün hayranlık uyandıran dehası bu sayede daha anlaşılır hale geldi. Benzer mantıkla diziler çekildi. Filmler gösterime girdi. Türkiye masalsı bir efsaneden ibaret izlenimi veren bir imge haline dönüşmüş olan liderinin dehasının ve insanı odak alan ideallerinin farkına vardı.

Uğur Mumcu takip ettiği, analizini yaptığı her olay, her siyasal sorun manşet olacak nitelikteydi. Gazeteciliği en etkili olan yazardı. Araştırmacı gazetecilik örneğiydi ve bir idoldü. Karanlıkta kalmış ilişkileri, ülkeye ve halka zarar veren niyetleri ortaya koymaktaki ustalığı nedeniyle çok okunan bir entelektüeldi.

Kitapları çok satıyordu 12 Mart darbesinin ‘Sakıncalı Piyade’sinin, Türkiye’nin “derin” konularına parmak basan bir aydındı. Ölümünden önce üzerinde çalıştığı ‘Kürt Dosyası’ adlı kitabı 12 Mart öncesi ve sonrası öğrenci hareketlerinden Abdullah Öcalan ve PKK’nın siyaset sahnesine çıkışına kadar olan gelişmeleri deşifre ediyordu.

Uğur Mumcu, efsaneleştirilmek istenen Apo’nun geçmişine eğilerek onun gerçek yüzünü sergiliyordu.

En önemli eserlerinin başında gelen ‘Rabıta’ adlı kitabında; İslami sermayenin uluslararası para trafiği ve şeriatın Suudi Arabistan kanalıyla nasıl desteklendiğini, Avrupa’nın ortasındaki Türk cemaat ve tarikatlarının cumhuriyet rejimi karşıtı faaliyetlerine akıtılan paralarla Türkiye’nin şeriat sarmalına nasıl sokulduğunu anlatıyor, ülkemize kurulan tuzakları anlamamıza büyük katkı sağlıyordu.

Uğur Mumcu gibi idealist bir insan az bulunur. Sadece kitap ve yazılarıyla değil, konferansları ve konuşmalarıyla da toplumu çok aydınlattı.

Ona suikast düzenlenmesinin nedenleri çok. ‘Rabıta’ kitabı nedeniyle olduğu söylendi. Kimileri tarafından ölümünün hemen öncesinde tamamladığı ‘Kürt Dosyası’ kitabının yayınının engellenmesi amacı taşıdığı ifade edildi.

Suikastta İran’ın parmağı var” dendi.

Ancak şu bir gerçek ki mafyavari bir dünyanın rahatsız olacağı çok şeyleri yazdı.

Aydınlanma savaşçısı Uğur Mumcu’nun 27 Ocak 1993’teki cenaze töreni 1980 sonrasının en kalabalık kitlesel gösterisine sahne oldu. O gün naklen yayınlanan cenaze töreni görüntülerinin tekrarını gözyaşları içinde izledim. Şiddetli yağmur altında cenazenin arkasından yürüyen insan kalabalığı yağmura rağmen artarak 100 binlere ulaştı. Kalabalık, yol boyunca ağlıyor ve sevgilerini haykırıyordu. Benim etkilendiğim kadar ne çok insan etkilenmişti, bu nasıl bir güç, nasıl bir ihtiyaçtı böyle.

İnsanların kaygılarını, içindeki haykırışını anlamak, birlikte haykırmak… Derinden ve sessizce… Karanlığı aydınlatmak işte böyle bir şey. Uğur Mumcu hep yüreklerde olacak. Uğurlar olsun.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar