POLİTİKA 

40 YIL ÖNCEKİ 12 EYLÜL VE BUGÜNKÜ TÜRKİYE

Bir ülkede halkın yaşamını etkileyecek köklü değişiklikler yapılması ancak bilinçli ve güçlü bir organizasyonla mümkündür. Bu değişimler halkın yaşamını olumsuz etkileyecek bir sonuç ortaya çıkaracaksa, halkın büyük çoğunluğunu etkisi altına alan korku ve baskıya ihtiyaç vardır. Halkın onaylamadığı müdahalelerin uzun vadede başarılı olması çok zordur.

1961 Anayasası’nın yarattığı özgürlük ve haklar konusunda giderek daha da bilinçlenen Türk halkı, her alanda her geçen gün bu hakların kullanılmasının yarattığı farkındalık arttıkça bu haklardan geriye adım atılmasını daha da zor hale getirmesi kaçınılmazdı. 1970’li yıllar sendikal hareketler, dernek faaliyetleri, basın özgürlükleri açısından 1961 Anayasası’nın yarattığı hakların en yaygın kullanıldığı yıllar oldu. Halk kitleleri emek ve sermaye arasındaki çelişkili ilişkiyi deneyimleyerek öğreniyordu. 12 Mart 1971 darbesi, halk desteği olmayan fakat kısıtlı noktalara müdahalelere yönelikti, ülkede her ne kadar yoksulluk olsa da gelişen-büyüyen bir sanayi ve nüfus içerisindeki payı artan işçi sınıfı vardı. Bu da sınıfsal taleplerin artmasına neden oluyordu.

Öte yandan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etkinliği artan Sovyetler Birliği’ne (SSCB) komşu olmamızın getirdiği ABD’nin mevzi kaybetme korkusu ya da SSCB’yi kıstırma politikaları Türkiye’yi ABD stratejileri açısından önemli hale getiriyordu.

İşte, tüm bu koşullar altında Türkiye’nin ABD güdümünde mutlak bir otoriteye ihtiyacı vardı. Bütün Latin Amerika ülkelerinde yaptığı gibi kendine boyun eğen, uzun süreçli bir iktidarı gerçekleştirmenin tek yolu halkın desteğini alacak otoriter bir yönetime geçilmesiydi.

İşte, 12 Eylül darbesinin altyapısını oluşturan terör ve katliamlar böyle bir yapının elde edilmesini destekleyici bir stratejinin ürünüydü.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler ve Konya’da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi gösterildi. Konya Mitingi olarak da bilinen bu buluşmada topluluk İstiklal Marşı sırasında yerlere oturmuş ve İstiklal Marşı’nı yuhalamıştı. Miting sırasında sürekli şeriat çağrısı yapılmış, devlet protesto edilmiştir. TBMM, 22 Mart 1980’de ilk turunu yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimini, 114 tur oylama yaptığı halde darbe gününe kadar sonuçlandıramayarak halkta demokratik yollarla ülkenin düzlüğe çıkamayacağı inancına yol açtı.

12 Eylül öncesi dönemin son başbakanı olan Süleyman Demirel’in “70 sente muhtacız” sözü ile özetlenen dış ticaret açığındaki artış ve döviz darboğazı yüzünden işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları, beraberinde ekonomik sebepleri oluşturmuştu.

1977 Taksim 1 Mayıs Mitingi’ndeki katliam, Çorum-Sivas olayları…

19-26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve Alevileri hedef alan saldırılarda 7 gün süren olaylar sırasında 145 Alevi öldürüldü, yine Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi. Tüm bunlar da, 12 Eylül’ün güvenlik gerekçeleri olarak öne sürüldüğü nedenlerdi.

12 Eylül darbesini 1970’li yıllarda CIA’nin Türkiye Şefi olan Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar başardı” diye haber vermişti.

Bu stratejinin meyvelerini 1982 Referandumu’nda Kenan Evren yüzde 92 oyla cumhurbaşkanı seçilerek aldı. Aynı referandumla 1982 Anayasası halka onaylatılmış oldu.

Halk ise bu sonuç uğruna 1975-1980 arasında 10 bine yakın evladını toprağa verdi. 10 binlerce genç hapishanelerde aylarını yıllarını, bu dönemde sicili bozulan üniversite mezunları geleceklerini tüketti.

Ülke bugün 12 Eylül 1980 darbesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan siyasi atmosfer ile ahlakını ve vicdanını kaybetti. Cumhuriyet rotasından çıktı.

Bugün yaşadıklarımız 40 yıl önceki 12 Eylül’ün sonuçlarıdır.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar