EDEBİYAT 

‘GÖÇMÜŞ KEDİLER BAHÇESİ’ VE BİLGE KARASU’NUN YAZINSAL MATEMATİĞİ

Gün yorgunluğumu üzerimden alan denizden esen yeli ben de özledim. Dışarıda ağaçlar kendi iç sesiyle ufak ufak yapraklarıyla dans ediyor gibi ama özünde hepimiz Çukurova’nın çanağına teslim olmuş durumdayız. Ya sokakları caddeleri çevreleyen o koca koca yüksek binalar? Yaşam enerjisini düşüren binalar.

Evden çıkmıyorum. Kitap okumalarım seri halde devam ediyor. Yeni tanıştığım ve çok sevdiğim Son Baskı grubunun önerisi olan, ilk kez 2003 yılında okuduğum ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’ kitabını kitaplığımdan buluyorum ve tekrar okumaya başlıyorum. Unutmuşum. Zaten zor okuduğum bir kitaptı. Kitabı okudukça az az hatırlıyorum.

20 yıl sonra tekrar okumak!

Göçmüş Kediler Bahçesi’ kitabının yazarı Bilge Karasu (1930, İstanbul – 1995, Ankara) Türk öykü, roman, deneme yazarı. Postmodern romanın Türkiye’deki önemli isimleri arasında. Kitap, 1979 yılında Gece Yayınları tarafından Ankara’da basılmış, 245 sayfa.

Birinci Masal’dan okumaya başlıyorum. Masal, masal gibi değil tabii ki. Gerçeküstü bir anlatım şekli var ve bunu da, yani bu anlatı biçimi gücünü masaldan almış olmalı. Masal anlatısında, katmanlar arasında olağanüstü kişi ve/veya yaratıklar vardır. Anlatılan olaylar tamamen gerçekdışıdır. Yer ve zaman öğesi belirsizdir. Geniş zaman da anlatılır. Bazen şimdiki zaman da kullanılır.

Yazar Bilge Karasu kitabında yüzeysel bir okuyuşla kendilerini ele vermeyecek katmanlar yaratmış. Düz anlatım yok. Kitabı seri okumak zor… Yazı karşıtlıklarla devam ederken başlangıç halinden uzaklaşıyor ve karşıtını yaratıyor, karşıtında da ilerliyor. Hatta karşıtı oluyor. Yazıyı su gibi okuyamıyorum. Durup düşünüyorum, tekrar okuyorum. Çünkü yazar var olan anlatım biçimiyle anlatmıyor masalını. Farklı biçimler oluşturmak için okuru zorluyor. Yüzeysel bir okumayla anlam içeriklerine gitmek engellenmiş.

Fransız post-empresyonist ressam Paul Cézanne’ı (19 Ocak 1839 – 22 Ekim 1906) hatırlıyorum. Tarzını düş gücünden ve gözlemlerinden kaynaklanan ögelerle zenginleştirmiştir. Bu nedenle, empresyonizm ve kübizm arasında bir köprü görevi görmüştür. Çalışmalarında derinliği kaldıran sanatçı katlama bir perspektif uygulamıştır. Eserlerinde henüz başlamakta olan kübizme özgü, kesin akılcı yaklaşımın belirtileri seçilir. Aynı zamanda renkleri ve biçimleri lirik bir anlayışla kullanır. Sanatta yeni bir paradigmaya ulaşmıştır ve yeni biçimsel ve zihinsel anlayışlara kapı açmıştır.

Cézanne açtığı bu yol ile sanat, biçim deformasyonları sayesinde düşlemsel ve ussallık tarafından yönetilmeye başlamıştır. Yani Cézanne, alışıldık biçimlerin dışına çıkarak kendi üslubunu yaratmıştır.

Fransız filozof Maurice Merleau-Ponty (1908–1961), ‘Göz ve Tin’ isimli eserinde, görmenin dünyayla kurulan bir ‘fizik-optik’ ilişki olmadığını söyler. Cézanne’ın tabloları sadece görmenin ilk anını değil, bir süreci, görme eyleminin oluşumunu tuvale taşır. Bu nedenle Maurice Merleau-Ponty bu süreci ‘devam edilmiş bir doğum’ şeklinde ifade eder. Bilge Karasu’nun yazın dili de “devam eden bir doğumdan” farklı değildir.

Maurice Merleau-Ponty’e göre sanat eseri bize görmeyi öğretir. Hakiki sanatçı da verili olanla yetinmez, kültürü temellerine kadar özümser ve ona yeni bir yapı verir.

Bilge Karasu da ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’ kitabında verili olanla değil, yani alışık olduğumuz bir yöntemle yazmamış, yazılarını katman katman yeni bir yapı ile yaratmıştır. Türkçedeki ‘esnekliği’ kendi istediği kadar kullanan gerçek bir dil ustasıdır.

Bilge Karasu’nın yazdığı ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’ kitabındaki her masal, kendini kolay kolay ele vermeyen anlam katmanlarından oluşuyor ve katmanların ardında, zihinsel ve yazınsal kesişimleri görmek mümkün.

Kitapta gördüğüm imgelerdeki karşıtlıklarla sık sık karşılaşmalar var. Yazarın Türkçe ifade anlamlarını farklı farklı kullanması bir taraftan dili zenginleştirirken diğer taraftan da okuruna çeşit çeşit anlam olanakları sunmaktadır.

Bazen bir cümleyi, bir paragrafı tekrar tekrar okuyorum. Sert bir kaya yuvarlandı ve yolumu kapatmış gibi düşünüyorum. Anlam derinlik katmanları içindeyim. Çıkmazsam beni daha da diplere çekecek. Kurtuluyorum diplerden. Yukarı çıkıp kocaman bir nefes alıyorum.

Mesela, “sevmenin simgesel olarak da gerçek olarak da yemekten başka bir anlama gelmediği” ifadesi gibi…

Kitabın yazarı Bilge Karasu’nun birinci masalı ‘Avından El Alan’ adlı birinci öyküsüdür ve 17 sayfadır. 13 öykü ile birlikte toplam 13 masaldır. Bu 13 öykü birlikte bir bütünlük içeren ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’ öyküsünü yaratmıştır. Bu nedenle de anlaşılması zordur, kendi içinde kapalı bu anlatı ilk seferde hemen anlaşılması ve kavraması zordur. Göndermeleri, yarım kurulmuş cümleleri, farklı anlatı biçimleri ile bir bulmaca gibidir. Kitap çetin ceviz çıktı. Ama anladıkça seviyorum.

Bilgisini başkalarına aktarmak, aktarılmamış bilgisi kalmasın diye türlü alanlarda öğretim yapmak da bir çeşit soyunmaydı çünkü.

İnsan soyuna soyuna deriye varır, onura, öz saygıya varır.

…gibi…

Öykü; insanı, insan yaşamını, ilişkilerini, bu ilişkilerin derinliklerini anlamaya, çözümlemeye yöneliktir.

Yazar anlatısında, yaşamın çaresizliklerini, duygusal yoğunluklarını ince ince öykülerinde serpiştirerek anlatırken ikili ilişkiler ve sevgi kavramıyla birlikte çözümler/çözümsüzlüklerini kendince çok katlı diliyle katman katman anlatmaya devam eder.

Kitapta hemen hemen her öyküde, ölüm ve yeniden doğan birliktelikler, sevgi, yalnızlık simgesel bir dilde ve gizli bir yüksek emisyonla anlatılıyor.

Yazar öykülerinde, karşıt kavramları yan yana getirerek kurgularını biçimlendiriyor. Yükseklik-derinlik, gece-gündüz, aydınlık-karanlık, dirim-ölüm, dost-düşman, doğru-yalan, gerçek-düş gibi…

Aynı yerde gökyüzüne, iki kule tepesine bakarken önünde açılıveren derinlik karşısında başının dönmesi, elinin tutunacak yer ararken eli bir masaya çarpar ve basamak döşeli bir uçurum altında belirir.” Örneğin buradaki yükseklik-derinlik ikiliklerin, kurgusal anlatımı gibi… Bu tip anlatımlar tüm öykülerde vardır.

Yazarın öyküleri, kendini bir çırpıda okura açmayan özelliktedir ve düz bir anlatım yoktur. Anlaşılması zordur. Kelimeleri temel anlamları yanında, yan anlamları, mecaz anlamlarıyla kullanması ve hatta yeni anlamlarla örtülmesi de yazarın ayrı bir başarısıdır. Bilge Karasu kavramlarında, katmanlı göndermeler ağı kuruyor. Açık olan konuları bile kat kat örtülü anlatıyor. Bir ışıma var ama bu ışıma eğilimi ve gücü farklı farklı, bazen açık bazen kapalı!

Kitabın ilk sayfasında yazdığı gibi, “sevmenin simgesel olarak da gerçek olarak da yemekten başka bir anlama gelmediği” ifadesi… Yazmak ile yemek yemek ve sevmek arasında, bu anlamda bir bağlantı kuruyor.

Yazmayı da bu bağlantıyla açıklıyor. Yazmak da bir çeşit özümsemektir yazar için. Yazmanın öncesinde ve sonrasında okumak vardır. Bu nedenden özümseme konusunu önemsiyor. Bu nedenle bir masalı aylarca yıllarca uzun zaman diliminde yazıyor. Yazarın kullandığı bir matematiği vardır. Bunu on ikinci masalında kullandığı harflerle ördüğü zincirlerden anlıyorum. Kusursuz olmadıkça yazısını bitirmiyor.

Yedinci masal olan ‘Usta Beni Öldürsen E!’deki ‘E’ ayrı yazılmış ve büyük harfledir. Neden diyorum kendime. Sonra okuyorum, araştırıyorum.

Aslında birkaç zihinsel akışının görüldüğü bu masalda, sevgi, ölüm, korku ve aile-devlet-dünya üçlüsünün kendini ortaya koyma şekli, ustalık ve çıraklık halleri sorumluluklarına kendi anlatım diliyle değiniyor.

Birçok cevap buluyorum düşününce, araştırdıkça… Ben de sorularıma katman katman cevaplar buluyorum. Belki de yazarın okuru içinde hedeflediği buydu?

Bir anlamda, herkesin kullandığı gibi ‘e’ küçük harf olsaydı ve ayrı yazılmasaydı, yani ‘Usta Beni Öldürsene!’ olsaydı ilk okumada akla gelen ana anlam olacaktı. Ustası tarafından ‘öldürülme isteği’ anlaşılacaktı.

Bir başka anlamda, ‘E’ ayrı ve büyük yazılınca çeşitli anlamlar akla geliyor. ‘Usta Beni Öldürsen E!’ Eylem gerçekleşmesinden sonra ne olacağı, öldü mü hayatta mı, öldüyse sonrası, ölmedi yaşıyorsa sonrasını akla getiriyor.

E’ harfinden sonra ‘!’ ünlem işareti neden kullanılmıştır?

Çünkü ünlem işareti sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma gibi duyguları anlatan ibarelerin veya cümle sonuna konur.

Seslenme, hitap ve uyarı sözlerinden sonra konur. “Dur yolcu!” gibi.

Alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak istenen sözden hemen sonra yay ayraç içinde ünlem işareti kullanılır. “Adam akıllı(!)” gibi…

‘Usta Beni Öldürsen E!’de ünlem işareti kullanmasının nedeni, seslenme ve uyarı sözü ve ana izleğin de ölüm olmasıdır. Temeli de korkudur. Ölen kişi kendisi değildir. Çünkü çırak ustasının ölümünü hissediyor ve bunu görüyor. Bu nedenle çok korkuyor.

Yazar, noktalama işaretlerinden biri olan ünlem işaretini çok katlı dil ya da anlam katmanları yaratmak için başarı ile kullanmıştır. Bilge Karasu, doğum ve ölümden yola çıkarak insanın en temelindeki korku olan ölüme ulaşmayı yarattığı dil katmanları ile okurlarına başarı ile sunuyor.

Yönetmen ve senarist Barış Pirhasan da 1997 yılında ‘Usta Beni Öldürsen E!’nin sinema filmini yapmıştır.

Bilge Karasu’nun deyimiyle ‘Masalın da Yırtılıverdiği Yer’de on ikinci masalın karanlıkta devam etmesiyle aradığının mutluluk olmadığını, olamayacağını anlayınca kitabı bitirmek istediğini ifade eder. Aradığı mutluluğun belki mutsuzluğun, belki de umutsuzluğun kabul edilmesi anlamına geleceği düşüncesine inanır ve noktasını koyar.

Göçmüş Kediler Bahçesi’ndeki ‘Geceyarısının Masalı’ başlığı altında yazdığı ‘Masalın da Yırtılıverdiği Yer’ metnini, farklı anlatı katmanlarının sırayla verildiği toplam otuz sekiz kısa parçanın harflerle örüldüğü bir zincir halinde yazmıştır. Bunların her biri içerik olarak birçok felsefi sözlerle sarmalanmıştır. Keyifle okudum. 1a-2a-1b-2a-1a-1b-1a-1b-2c-1b-2a-2b-2a-1a-2a-2b-2c-2b-2c-2b-3a-2c-3a-1a-2c-2b-2c-2b-2c-1a-2c-1a-2c-3b-1a-2a-4-1a gibi… Ben bunu bir çeşit matematik dalı ‘cebir’ gibi sayılar teorisinden hareketle yazınsal bir matematik işlemine benzettim ve okumaktan çok keyif aldım. Sabırla okumanızı tavsiye ederim. Matematik her yerdedir ve farklı formlarda karşımıza çıkar. Hayatımızı güzelleştirir. Mutlaka Bilge Karasu da böyle düşünmüştür, inanıyorum.

Yazarın, ifade ettiği şu sözleri ile yazımı bitiriyorum.

Bilgiyi ne için kullandığını unutanlar, güçsüzlüğünü güç sananlar, sevgiyi bayatlatanlar bu dokuyu yırtarken korku, ördürdüğümüz duvarların iki yanında da duradurur.” (1977)

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar