YAŞAM 

AKARETLER YOKUŞU

Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır.” – Michel Foucault

Yorgun bir günün bitiminde Akaretler Yokuşu’ndan yavaş yavaş yukarı doğru çıkıyorum. Yokuştan aşağıya inmeye çalışan bir adam görüyorum ve gözlerime inanamıyorum. Sanki ilk kez gittiğim bir şehrin bilmediğim bir caddesinde dolaşırken duyduğum heyecan gibi… Sanki yeni tanıdığım bir insanı keşfetmek gibi… Gördüklerimi anlamak, sindirmek için çaba harcıyorum. Çok zor. Kendimi kenara çekiyorum. Tarihin o kocaman taş duvarlarına sırtımı dayıyorum. Bacaklarım titriyor. Güç almak için taş duvarlara iyice dayanıyorum.

Gözlerim hiç dokunmadığı durumla karşı karşıya! Hayatını zorluklarla idame ettiren insanları, çok ağır yaşam koşullarında insanların çektikleri acıları gördüm. Ama böylesini görmedim. Yorgun ve yaşlı adam, ayakları çıplak… Pantolon paçaları geniş; biri uzun, yerlerde, diğeri kısa. Kısa paçadan görülen sağ ayağının bileği incecik ve çelimsiz. Pantolonunu beline, düğüm düğüm iplerle bağlamış. İki büklüm yürürken sırtındaki yükünü, sağ ayağını öne doğru, ayak ayasını granit taşları sımsıkı kavrayarak bir-iki sarsıntı sonrası dengede tutma çabası içinde. İçim sızlıyor. Yokuş aşağı inerken sırtındaki yükün sağa-sola sarkan parçaları yüzünü örtülüyor. Başını kaldıramıyor. Bu güçlü insanın yüzünü merak ediyorum. İncecik, yaşlı ve cılız bedeninde koca dünyayı taşıyor gibi. Kafasını kaldırsa yüzünü görsem diyorum kendime. Gözlerim kilitlendi. Sırtımı taş duvara iyice yapıştırdım. Ağrım ve yüküm daha da arttı sanki. Çaresizim. İçim ağlıyor. 

Hayat bu mu diyorum kendime. Hayat bitmek tükenmek bilmeyen bir savaş mı? Hayat nedir?

Yükü kendinden misli misli büyük ama adam taşımakta kararlı… Bu ağır yükü hakkı ile yerine getirmek ve ilerde kendini bekleyen kamyona taşımaya kararlı. Sınırlarını adam kendi kendine zorluyor. Taşıyamayacağı bir yükün altına bedenini koymuş ve eyleme geçmiş. Umudunu yitirmeden taşıyacağına inanarak yükünü hafifletmeye çalışmadan direnerek, hedefine zor da olsa sarsılarak yürüyor. Tek derdi, bekleyen kamyona yetişmek. Kamyon şoförü elini sallıyor. Hızlan der gibi. Adam yüküyle ilerliyor.

Bende yarattığı sarsıntı daha büyük… Düşüncelerimden kurtulamıyorum. Adam anlaşmış. Kim ile? Kendisiyle anlaşmış. “Bu yük benim ve biricik anlaşma yapmam gereken kişi benim.” Yoksa o kocaman dünya gibi yükü bu çelimsiz haliyle taşıması imkânsız. Asıl mesele de bu olmalı. Bizim yaşama bakışımız, yeni farkındalıklar, yeniden doğan algıyla / yaşamla farklı bir bağlantı kurmak değil mi? 

Sırtında yük taşıyan adam bana dünyayı sırtında taşıyan Atlas’ı hatırlatıyor. Yunan mitolojisine göre; Zeus, Atlas’a kızar ve onu cezalandırır. Sonsuza kadar dünyayı sırtında taşımasını ister. Bu görevden kurtulmak isteyen Atlas, kendinden yardım isteyen Herkül’e sinsice bir tuzak kurar. Herkül, Atlas’a bahçede bir ejderhanın koruduğu üç altın elmayı ele geçirmek istediği anlatır. Atlas, Herkül’e kendisi dönünceye kadar dünyayı sırtında taşırsa elmaları ona getireceğini söyler. Atlas elmaları getirir. Herkül’e şöyle der: “Sen taşımaya devam et!” Bunun üzerine Herkül taşımayı kabul eder ama sırtına bir “omuzluk” yerleştirene kadar birkaç dakika için Atlas’ın tutmasını ister. Atlas kabul eder, dünyayı sırtına alır almaz Herkül kaçar ve Atlas kandırıldığını anlar. Bazı hikâyelerde gök gürültüsünün Atlas’ın Herkül’e haykırışı olduğu da anlatılır. Atlas’ın omuzlarında dünyayı değil, gök kubbeyi taşıdığı da söylenir. Tıpkı düşünceden eyleme geçen yenilenmesiyle yükünü hafiflettiğini ve inançla ebedi kölelikten hür bir kahramana dönüşmesi düşünülür.

Karşımda Akaretler Yokuşu’ndan sırtında kocaman yüküyle inançla aşağıya inmeye çalışan bu adamı, başlangıçta sırtında yüksüz görseydim beni böyle etkilemeyecekti şüphesiz. Ancak o kocaman yüküyle gördüğüm sıska çelimsiz yaşlı adam, düşüncesinden eyleme geçen yenilenmesiyle, gözümde bir hayat kahramanı mı ya da bir varoluş mücadelecisi mi? Bilmiyorum.

Gördüğüm bu koca acımasız dünyaya duyduğum öfkem artıyor. Gördüklerimin sarsıcı gücü beni insanın varoluşuna doğru düşüncelere sürüklüyor.

İnsan niçin var olur ve yaşar?

İnsan yaşadığı bu hayatla baş etmesi, kendi kuralları ile baş etme şekli böyle mi olmalı?

İyi yaşamanın evrensel bir reçetesi var mı?

Yoksa kendi iyilik reçeteni nasıl yazabilirsin? Düşünceler, düşünceler akıyor zihnimden…

Akaretler Yokuşu’na bakıyorum. Günün yüküyle yavaş yavaş çıktığım bu yokuştan yüküm, zihinsel ve bedensel yüküm daha da artmış bir benle yine yavaş yavaş çıkıyorum.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar