KAYBOLAN ZAMAN – 3
-MERSİN-
Tabii ki de bağırıştan sonra bir ses gelmemişti. Bir tanrı, bir kudretli varlık olsa sanki onunla konuşacaktı. Kumlara uzandı, gözlerinden akan yaşların derisindeki ahenkli sermest eden akıntısını hissetti. Çocukken her ağladığında bir tokat yerdi; “Ağlayacaksan bir sebebin olsun, erkek adam her şeye ağlamaz.” diyordu babası. “Erkek adam neye ağlardı, baba, çaresizliğe mi ağlar?” diye düşündü. Yine fazla düşünmüştü kafasını sertçe salladı ve yerden kalktı, kendini silkeledi.
Qadar’ı alıp hamallığa şehre gitmesi gerekiyordu, yoksa yediği iki lokma ekmek de onunla olmayacaktı. Qadar’ın ağzına kayışını taktı, yola koyuldu; yirmi – yirmi beş dakikalık yolları vardı.
Şehre girdikleri anda rahatsız edici insan sesleri gelmeye başlamıştı; pazarcıların bağırışı, sahipsiz sokak piçlerinin koşuşturması… El-Yusuf şehre her girdiğinde rahatsız oluyordu fakat yapacağı tek şey her zaman olduğu gibi susup işini yaptıktan sonra bu yorucu günde sövüp sayıp çadırına dönmekti.
Qadar’la beraber pazarın içine girdiler, her zamanki gibi dolaşıp müşteri aradılar. Bir tane yaşlı kadın çağırdı:
– Oğlum! Bak bakayım buraya!
– Buyur, teyze.
– Şu torbalara bak bakayım, on beş dakikalık yola ne kadar alırsın?
Yusuf baktı baktı, nereden baksan sekiz-dokuz kiloluk torbalardan dört tane vardı. Normalde otuz riyal tutardı fakat teyzenin elindeki parayı az da olsa görmüştü. Her zaman olduğu gibi kendi hariç herkese acıyordu, yirmi riyal yeter diye düşündü.
– Yirmi riyal yeter, teyzeciğim.
Teyze parayı çıkardı, verdi. Sonra teyzenin evine doğru yol aldılar. Vardıklarında teyze nefes nefese kalmıştı. El-Yusuf yardım etti, evine bıraktı torbaları. Teyze teşekkür etti. Yusuf pazara geri döndü. Qadar’la dört-beş iş daha yaptıktan sonra yönlerini çadıra çevirdiler.
Yusuf hep yaptığı gibi sedirine uzanıp küfürler saydırdı. O da hayal ediyordu, sıcak bir yemek, rahat bir iş yoktu, yoktu; uykusu geliyordu yavaştan gözlerinin.
– YUSUF, UYAN! UYAN, YUSUF!
– N’oluyor, lan? Her şey bulanık, neredeyim? Bu kim? Bu-bu BU BENİM. Hayır, hayır, rüya bu, uyan, uyan. Lanet mi bu be?
– Kalktın, hah. Sakin ol, nefes al. Hatırla, adım attın yere, sonra düştün, kalktın. Ben senin geçmişinim, hatırla, kasaba yok oldu.
– Rüya değil mi? Bu seni hissediyorum, neler oluyor?
– Değil. Ne olduğunu kendine soruyorsun, kimse bilmiyor ne olduğunu kendine gel, Yusuf, farkına var. Hayat, olanlar, gez Yusuf, bul, dolaş, fark et. Kendine gel, KENDİNE GEL!
Yusuf yataktan bir anda fırlayıp nefes nefese kalmış bir şekilde çubuk gibi dikildi.
“Ben deliriyorum, bu kesinleşti” dedi ve tüm gece uyuyamadı, sabahı çaresiz, korkarak bekledi.