ŞANS TEYZE’NİN TASLARI
-ADANA-
Şans Teyze hamam tası sunardı insana. İsterdi ki hamamda bir tas su dökünsün insan, yuğsun yüreğini, arınsın hoyrat zamanın deminden. Bir sevda yaşama çevrilsin diye, bir sevda dökülsün diye başından insanın, taslarında taşırdı sevdayı. İşlemesi gümüşten, dökmesi kromdan taslarını da tertemiz bir bez torbada taşırdı. Sunardı tasları, isterdi ki kendi sunduğu taslardan dökünsün insanlar lavanta kokulu, defne kokulu suyu; isterdi ki kendi sunduğu taslardan sedefli gelin teli gibi dökülsün su.
İnsan seçerdi Şans Teyze, öyle herkese değil, yüreğinin ısındığına, düşüncesinin el verdiğine sunardı taslarını. Okuyanına, yazanına, çalışanına, söz kuşanıp saz çalanına sunardı. Merdine, cömerdine sunardı. Mahalleden olsa da olurdu, olmasa da. Ne inançlı olması ne de olmaması tas sunmasında ayıraç değildi. Hangi inançtan olursa olsun, hangi milletten gelirse gelsin, sevdayı yakıştıran, sevdaya yakışan olsundu.
Eskiden, sıra sıra çeyizler önce gönüllerde dizilir, sonra da evlerde serilirmiş ve bu sergilerde yeniden gönül bağları kurulurmuş. El emeği göz nuru olan işlemeler, usta marangozların hikâyesini yontarak şekillendirdiği mobilyalar, gönüllerden çıkan, hatırası, maneviyatı olan kumaşlar, danteller yer alırmış çeyizlerde. Ne için kullanılacağı kadar, kim tarafından yapıldığı, hangi ustanın, hangi terzinin elinden çıktığı çeyiz sergisinin değerini belirlermiş. Şans Teyze hem gönüllerin bağında hem çeyizlerin diziminde var olurmuş.
Çok sevdalanmış ve evlenmiş sevdalısıyla Şans Teyze, ne şans! Kaç kadına nasip olur o yıllarda sevdalanmak ve sevdalısıyla evlenmek. Evlendikten bir süre sonra gencecik sevdalı kocası, çaresi bulunamayan bir hastalıktan ölmüş; kocası gitmiş, sevdası kalmış, kendisi de bir daha evlenmeyi tercih etmemiş. Gördüğü baskılara, karşılaştığı dayatmalara rağmen evlenmemiş. Dul kadının yeri dikenli olurmuş, o dikenlere katlanmış, yine de evlenmemiş. Taslarla geçimini sağlamaya başlamış, ticaretini yaptığı için değil, taslara yüklediği anlam ve o anlamla kabul edildiği için geçinmiş en çok. Çeyizlerde bütün parçalar hazırlanır, en son mis kokulu sabunlar ve rengârenk banyo lifleri de konunca tasa gelirmiş sıra. Sabunlar ve lifler çok, hamam tası bir tane olurmuş. Şans Teyze bu nedenle kendini biraz özel ve çok sorumlu hissedermiş; dökümüyle, deseniyle uyar olanı sunmaya gayret ederek. Yoncalı olanı, gül desenli olanı, yaprak kabartmalı olanı, dallı olanı, ceylan figürlü olanı ve yaldızlı olanı varmış tasların. Şans Teyze modellerin hepsini sunmak yerine dünya evine gireceklerin özelliklerine, hayattaki manevi durumlarına göre sunarmış. Gözleri yemyeşil bir geline yaprak kabartmalıyı, evliliğinde şansa ihtiyacı olacağını düşündüğü bir diğerine yoncalıyı, damadın ince uzun olanına dallıyı, şanı olanınkine yaldızlıyı, kirpiği gösterişli olanlara ceylan figürlüyü sunarmış ve her sunumu içtenlikle kabul görürmüş. Uzun yıllar böyle gitmiş. Katlı binaların varlık göstermeye başladığı, kurnanın yerini küvetlerin, tasın yerini duş başlıklarının aldığı yıllara kadar sürmüş bu durum. Bu değişim etkilemiş tabii Şans Teyze’nin tas sunumlarını ama en çok taslarından birinin, bir olayda varlık amacının tam tersine kullanılması etkilemiş. Yaşatmak yerine öldürmek için, korumak yerine tüketmek için, arındırmak yerine kirletmek için kullanılmış. Sarsılmış Şans Teyze, sarsılmış taslarının çeyizlerdeki içten kabul görürlüğü.
Gencecik bir yeni gelin orta yaşlı bir damat tarafından hamamda başına tasla vurula vurula öldürülmüş. Damat iyi halden, hayatı boyunca az yıllı bir cezayla kurtulmuş, gelin “yollu” olduğu söylencesiyle çok yıllı bir dedikodu altında ölümü boyunca mahkûm edilmiş. Öldürenin ve öldürülenin durumu arasındaki adaletsizlik; toplumsal cinsiyet, dinen cinsiyet ve hukuken cinsiyet adaletsizliğine bağlanacağına, gelinin annesi tarafından Şans Teyze’nin taslarına bağlanmış. Bir acı, bir figanla bağlanmış. Ondan sonra bu figanla bu acının Şans Teyze’nin taslarına bağlanmasını kimi haklı bulmuş, evdeki tastan kurtulmak isteyip tası sokağa atmış kimi de “Olur mu canım öyle şey, tasın ne kabahati var” deyip atmamış ama yine de “Maazallah, ne olur ne olmaz!” diyerek hamamdan çıkarıp evin bir başka köşesine koymuş.
Şans Teyze’nin varlığından annem bahsederdi, kızardı adamın katilliğinin cezasını onun taslarına bağlama anlayışına. Çeyizinden beri kendisinde olan ceylan figürlü tası çok severdi, duşlu banyosu olan evimize taşınana kadar beni ve kardeşlerimi o tasla yıkadı.
Yıkarken söylediği, “Şans bu; bulabilene aşk olsun, tasına sağlıklı sular dolsun, hop başından boca olsun” tekerlemesini hiç unutmadım. Bu tekerleme eşliğinde beni yıkar, sıcacık suları başımdan aşağıya o tasla boca ederdi.
Şanslıydım, tastan yüreğinin sıcaklığını ve sevgisinin verdiği güveni dökerdi, hayatım boyunca bir daha yakalayamayacağım çocuksu bir mutluluğu dökerdi. Sonradan ne gözeneklerinden suyu kadife gibi akıtan duş başlıklarında ne pudra kokulu küvet köpüklerinde ne de güçlü jakuzi masajlarında bulabildim o mutluluğu. Annemi yitirdim, tası sakladım. En sevdiğim kaktüsümü ektim içine, annemin çeyizinden kalma, usta marangoz dayım Mahmut Usta’nın yaptığı, ayakları aslan pençeli sehpanın üstünde duruyor.
Geçen gün benzer bir tası karşı caddedeki kaldırım lambasının dibinde gördüm, kediler için konmuş; benekli bir kedi ondan su içiyor, ‘Şanslı’ koydum adını. Bu sıcakta, içine su koyup tası oraya bırakmayı düşünen kişi benim kadar ya da kedi kadar şanslı mıydı, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim ama Şans Teyze’nin gönlünün mirasçısı olduğundan eminim.