PANDEMİYE KARŞI DANS
-ADANA-
Teknoloji ve iletişimin küçülttüğü yaşlı dünyamızda, hızla akan bu çağda bir belalı olarak karşımıza çıkan ve hayatlarımızı tehdit eden koronavirüs pandemisi bugünlerde hiç kuşkusuz ani ve ivedi olarak algımızı, yaşama biçimimizi, ilişkiselliğimizi değişime uğrattı.
“Bugünler”, geniş ve zaman içi bir ifade; ancak sadece zamanı yansıtmıyor artık, artık olan biten, değişen gelişen her şeyi yansıtıyor ki belki de zaman algımız, bu pandemi neticesinde yeni bir boyut kazanacak, yeni bir zaman kabulü işleyecek. Gerek medyada gerekse evlerimizde “Bugünler geçecek!” söylemine hem bir umut yükleme edimi olarak hem de pandemi etkeniyle “Olan biten her ne varsa değişecek” anlamında sık sık rastlıyoruz. Yani zamanı göndermekle başlıyoruz olumsuz olanı gönderme arzumuzu hayata geçirmeye.
Birbirine karşıt olan iki kavramı – “kesinlik, genellik, tam yetkelik, tüm zaman ve mekânlar için geçerlilik, nesnellik” anlamında “MUTLAK” ile “belirsizlik, yerellik, kısmi otorite, zamandan zamana mekândan mekâna kişiden kişiye toplumdan topluma göre değişen, öznellik” anlamında “GÖRECELİLİK” – ilgi alanıma çağırdı geçmeyen bugünlerin hali. Hatta çağırmakla kalmadı, onların birbirleriyle dans ettiğini dahi imgeler oldum. Bu, post-postmodern bir bakış açısı mı, bilmiyorum; ancak modern olanın “mutlak”ı, postmodern olanın “görecelilik”i ağırlıklı olarak içlediğini biliyorum.
Yaşamlarımızı tehdit eden pandemi, yarasadan insana geçen ve hızla yayılan koronavirüsün, konunun hâkim kişilerinin literatüre kattıkları COVID-19’un varlığı ve etkileri genel kesin ve bilimsel bilgi olarak nesnel… Elbette gerek biyoloji gerekse tıbbın kendi iç bilimsel çalışma ve araştırmalarında henüz belirsiz, göreceli-bağıl, genel geçer olmamış bilgi yığınları mevcuttur; bu, o alanların kendi iç akademik çalışmalarını ilgilendirir. Bizi ilgilendiren, bu pandeminin ve ona kaynak olan virüsün bilimsel olarak ispat edilmişliğidir. Kısaca, yaşam alanlarımızda koronavirüs, varlığı ve salgın – bulaşıcı olduğu bilgisiyle mutlaktır, yaşamlarımızı ve yaşam alanlarımızı çok ciddi bir şekilde tehdit etmektedir, önlemi alınmalıdır. Pandemilere karşı ilk önlemin karantina oluşu, insanların birbirinden izole edilmesiyle korunmaya başlanması bilindiği kadarıyla veba salgını sırasında 500’lü yıllarda, İmparator Jüstinyen’e kadar gidiyor. Yani zamandan zamana değişmiyor, hastalık bulaşımının engellenmesinde, insanların birbirinden izole edilmesi olan karantina uygulaması bir “mutlak” olarak karşımıza çıkıyor. Mutlak olan karantina nasıl, hangi koşullarda sağlanacak, peki? Ne kadar başarılı olunabilecek bu uygulamada? İşte, bu “göreceli” olarak orada duruyor!
Bugünlerin pandemisi de bize gösterdi ki karantina zamandan, toplumdan, ekonomiden, hatta devlet yöneticilerinden bağımsız olarak kendi başına temel bir korunma şartı ve yine gösterdi ki bunlardan bağımsız gerçekleştirilemiyor. Her ülkenin kendi sosyoekonomik yapısı, bilinç düzeyi, yönetenlerin basiret kapasitesi karantinanın koşullarını belirliyor, şekillendiriyor. “Mutlak” olanla “göreceli” olanın dansı da burada başlıyor. Pandemiye karşı dansın başarısını ve aurasını belirleyecek olan ne, peki? “Mutlak”ın evrensel belirleyiciliği mi, “göreceli”nin yerel hâkimiyeti mi? Elbette küreselin karşısında yereli korumak, özgünlüğe sahip çıkmak gerekiyor; ama öyle zannediyorum ki bu kavramları anlama ve yerine oturtmada zorluk çeken bir yönetimle karşı karşıyayız. Gelenekleri, dogmatik olanı, dinsel ve hatta kurumsallık yerine kafa-kol, ahbap-çavuş ilişkisi içinde olanı özgünlüğümüzün temeline oturtarak bizi yönetmeye çalışıyorlar ki bu, dansın fıtratını bozuyor, adımlar şaşıyor, estetik kalmıyor. Fakat bugünler geçecek, dansın fıtratını geri alacağız, şimdilik sosyal mesafeyi koruyalım ve öyle dans edelim.
Doğrusu kitap okuma, yazı yazma, şiirleşme, filmler izleme gibi mekân içinde yapabileceğimiz pek çok güzel uğraşı önümüzde duruyor; bugünlerde en azından “Evde kal” çağrısıyla birlikte öneriliyor, teknolojik haberleşme aygıtları da uzakta olan yakınlarımızla haberleşmemizi sağlıyor. Peki, güzel, bunları gerçekleştirebilene ne mutlu… Ancak yaşam şartları, bırakın bunları gerçekleştirmeye elvermeyi, çalışmadan, evin dışına çıkmadan yaşamını idame ettiremeyenlere ne demeli? “Kapitalizmle dans etmeye devam edin, nasıl olsa bugünler geçecek” mi demeli? Yaşamak değerli, insan değerli, doğa değerli, barış değerli. Bu değerleri yitirdiğimiz günlerden beridir ki ben şair Ahmed Arif’in “Kirvem, hallerimi aynı böyle yaz, rivayet sayılır belki” dizesine sarılıyor ve onunla bilinç dansı yapıyorum, “mutlak” ve “göreceli” olarak.