LİRİK BİR ZAMANIN YAZISI
-ADANA-
Bir zamanın dışından, o zamana bakıyorum şimdi. Kaç yılda oluştuğunu bilmediğim, iç içe girmiş duygularla, birbirini çürütebilen düşüncelerle ve kendi etkisini yaratan olaylarla hâsıl olduğu için sınırlarını hiçbir zaman ele vermeyen bir zaman dilimi, bütün şiirsel, müziksel etkisiyle içimde dönüp duran; bir şehri tanımaya, bir dünyayı bilmeye yetmeyen, bitirme duygusuna, tamamlama sırrına erdirmeyen bir zaman dilimi… İçinde birbirinden farklı muhitin lirik şarkılarını dinlediğim, kendimi kaybettiğim, sonra yeniden bulduğum bir zaman dilimi…
Elimde hiç söz olmadan, tarihini yitirmeye yüz tutmuş bir şekilde ve şehir boyunca çıktım yola. Dağıldım, toplandım, dağıldım ve toplandım bu zamanda. Dünyanın yüzünde bir ayna vardı, o aynaya baktım yüzümün yarısıyla, diğer yarısını duvarlardan yana çevirdim ve kendi heybemde kendimi taşıyarak çıktım yola.
Elimde hiç söz olmadan çıktım ya yola, elimde hiç söz olmadan çıkınca yola, susturulmuş zorbalık, törensel bir karabasan gibi çöktü içime. Törensellik nasıl da korkutur beni! Maske içinden maske, maske içinden maske çıkar her bir törensel kesitte. Hangi maske bana ait, bunu hiçbir zaman bilemedim, bilemem. Katmanlı ilişkilerin imleri gelir yerleşir böyle bir zamanda bir asfalt zifiri gibi yola ve maskeli hayatlar üşüşür kafama bu yolculukta. Süzülerek girer düşüncelerime benden gayri olaylar, olaylar zorbalığa dönüşür hayatın bir yerinde, bir biçimde. Şehrin üstüne maskeli düşünceler üşüşür ki düşünce ve düşünceyi ifade, örtülü bir suç sayıldığından beri bu böyledir. Düşüncenin suç sayıldığı zamanlardadır ki dil güzellik imlerini yitirir, kelimelerin ölümü başlar her bir cümlenin çıkmazında, her bir cümle çıkmazında sıkıştırılan, bir faili belli ölüm faili meçhule bırakılır bir biçimde.
Ah, meşru kılınan ve öyle caka satan zorla güzellik düşer aklıma.
Zorla güzellik en çok bayram denen tezgâhlarda kendini sattırmaz mı? Önce bayram denen tezgâhlarda binlerce insan bu cakadan biraz biraz almaz mı, sonra kendileri tezgâhlar açıp satmaz mı ve böylece hayatta zorbalığın güzellik kılıflarına sokularak yeniden pazarlandığını görmez miyiz? Karabasan satın alınır bu tezgâhtan; lakin bu karabasanı kelimelere dökmek zor olur. Hızla dönen zamanda, zorbaların nasıl can acıttıklarını, bu acılardan nasiplerini alanlardan bazılarının acıtılmaktan nasıl zevk aldığını, bu zevkin şehveti içinde başkalarının canlarını yakmaya nasıl da hazır olduklarını görmez miyiz ve bu karabasanın tam da kendisi söz söz olup dökülmez mi konfeti gibi başımızdan aşağıya, bir zamanın döngüsünde dolanıp duruldukça?
Bir kötülükten kurtuluşmuş gibi görünen ve zamanın içinde zorbalığa dönüşüp kendileri kötülük üreten bayramları söz saymazsak, elimde hiç söz olmadan dolandım durdum ben de. Bayramların maskeli zamanlarında dolandım durdum. Ne zaman “Okuma bayramı!” sözü geçiyor olsa, üstüme basa basa ilkokuluma götürürdü beni bu söz ve ben okullarımın bütün sıralarında dizilmiş öğrenciliğimle kelimelerimi asardım fiş tahtasına.
Giderlerdi.
Öğretmenim bana kırmızı kurdele taksın diye asardım, karnem beş yıldız mertebesini görsün diye asardım, giderlerdi.
Asardım hızla, ardı ardına durmadan asardım, fiş tahtası boş kalırdı, kırmızı kurdele bensiz, ben beş yıldızsız kalırdım. Ne zaman bir yıldız kaysa gökte, gidip anneannemin iri memelerine asılırdım, vururdum onlara. Öğretmenimin kırmızı kurdele takmayışını, karnemin beş yıldızlı mertebeye çıkmayışını anneanneme, daha doğrusu anneannemin Türkçe konuşmayı bilmiyor oluşuna bağlardım. “Arapça konuşma, Türkçe konuş” diye uyarırdım onu her defasında. Her defasında anneannem anladığı Türkçesi kadar Arapça olarak cevap verir, gökte her yıldız kaydığında “Leh, leh letkonuşi ene, inti ıkra inti ıkra rohi le mektep” (Hayır, hayır, ben Arapça konuşmam, sen oku, sen oku, sen okula git) derdi.
Gökte yıldız kayışını görebildiğim her seferde, anneannemi anarım, şimdiki zamandan hep anarım ve küçücük yedi yaşında bir kızken anneannemin memelerine Arapça konuşuyor diye vurduğum için kendimden utanırım!
Aradan yıllar geçti ve tabii ki sosyal-siyasal pek çok bilgi edindim. Bu bilgilere rağmen yine de çocukça bir saflıkta öğrenmek istiyorum, insanların anadillerini içlerine atışlarının nedenlerini.
Anneannemin memelerine vurduğumun ertesinde, kırmızı kurdele yakama takılınca, karnem beş yıldızla dolunca bu ülkede dilin görünmez baskılar karşısındaki gizli acısını anlayınca kendime “Her lisan bir insan” sözünü sığınak yaptım. Her ne kadar bu söz, dil öğrenmenin pratik faydası için kullanılıyor olsa da ben insanlaşma edimi içinde kullanıyorum ve dillerden; yasaklı, yasaksız, güncel yaşayan, kadim, yaşamayan bütün dillerden fiş tahtasına birer kelime asıyorum, tüm zamanların baskısına karşın lirik bir zamana atıyorum.
Kalıyorlar.
(Anneannemi 1’inci sınıfı tamamladığım yılın ağustos ayının son günlerinde kaybettik. Bilge bir kadın olduğunu, okumaya, okutmaya önem verdiğini, Arapçanın edebiyatına vakıf olduğunu, yıllar sonra anlattığı hikâyelerin ve yaşama dair söylediği sözlerin anlamlarını bazı aile büyüklerimizin çevirisiyle kavradım; ancak yazılı metin olmayınca ve küçükken kaybetmiş olduğum için enginliklerinden yararlanma imkânım çok az oldu. Anısına saygıyla.)
Not: Anneannemin kulağımda kalan sözlerini kulağımda kaldığı haliyle aktardım, doğru bir Arapça zaten kendi alfabesinde yazılır.