YAŞAM 

MİNÖRDEN MAJÖRE AĞRILARI UNUTMA REHBERİ

Gece kuşu musunuz, erkenci horoz mu? Yirmi dört saatlik zamanın neresinde yaşayıp neresinde ölenlerdensiniz? Tek bir anda bile yaşayamadan yok olup gidenlerden misiniz? Sahi, siz, yaşamı derin bir uykuda geçirenlerden misiniz?

Meşhur “CARPE DIEM” efsanesi uğramadı galiba sizin oralara!

Son zamanların en moda deyimleri: an’ı yaşamak, an’ı yakalamak, an’da kalmak… Geçmiş ve gelecekten vazgeçip sadece tek bir an’a sıkışıp kalmak bana hayatı kaçırmakmış gibi geliyor. Evet, her an’ımızı dolu dolu yaşayalım, her an’dan zevk almasını bilelim. Peki, bugünkü “biz”i oluşturan “geçmiş”i ne yapmalı? Onu bellekten silmek, her geçmiş zaman kipini yok saymak ne kadar doğrudur? Anıya dönüşen an’ların hiç mi değeri yoktur? Yaptığımız yanlışların, ödediğimiz bedellerin, dökülen gözyaşlarının, kırılan kalplerin tozlu raflarda mı saklanması gerekir? Geçmişini inkâr etmek biraz da kendini yadsımak değil midir? (Ben inkârcıların şahıyım mı dediniz yoksa?)

Peki, ya gelecek? Hayallerimiz, beklentilerimiz, umutlarımız ne olacak? Onları da mı yok sayacağız? En kötü günümüzde kurduğumuz gelecek zaman düşlerini çöpe mi atacağız? Gelecek ya hiç gelmezse deyip tüm yarınlardan vaz mı geçeceğiz? Hayır, ne geçmişten ne de gelecekten vazgeçebiliriz. Yaşamı yalnızca şimdiye indirgemek bütün bir ömrü ıskalamak demektir. (Hep mi karavana, hep mi ıska!)

Çoğu zaman an’ı yaşarken aslında o an’ın içinde olmayız bile. Hep sonradan gelir an’a ait olanlar, yaşattığı hisler, bıraktığı izler… Zaman geçip gider ve tortularda birikenler bize an’ı hatırlatır. Mutlulukları kaçıranlar için tek yol anılar dünyasında “Kayıp Anlar Müzesi” kurmaktır. Ara sıra içini gezer, vitrindeki anılarımıza bakarak bir zamanlar yaşamış olduğumuzu düşünür, rahatlarız. Oysaki hayatın mutlu anlarını ıskalamadan yaşayanların müzelere ihtiyacı yoktur.

Bir de müzeleri sevmeyenler zümresi vardır ki işte onlar saklamak değil yok etmek, unutmak isterler. Ne geçmiş günlerin nostaljik tınısı ne de gelecek günlerin sahte avuntusu ilgilendirir onları. Şimdiki zaman hayhuyunun dinmeyen yorgunluğunu bir an önce yok etmekten başka düşünceleri yoktur. Unutmak isterler, iyileşmek… Unutan iyileşir çünkü. Öyle düşünürler.

Unutma Dükkânı”ndan “unutma” satın alıp ne var ne yoksa unutacaklarını umarlar. “Bellek de intihar eder” demişti bir yazar. İşte, bu müzesevmezler yaşamı sürdürmek için böyle bir intiharın gerekliliğine ihtiyaç duyarlar. Ama bu gereklilik kipinin ağırlığı da yorar insanı, avutmaz.

Belki de hep önce ‘olması gerekenler’, sonra ‘ben’ diyenlerden olduğumuz için yorulduk bu kadar, yorulmuşluğumuzu da belleğin dipsiz kuyusunda yok etmek isteyişimiz bundan olmalı. Geç kalmadık daha. Belki de şimdiki zaman ile gelecek zaman kipinde yaşamak dindirecek minör ağrılarımızı, majör depresif bir ruh armağan ederek elbette ama…

Böyle zamanlarda nefes almak güçleşir, gün doğumları ve gün batımları fark edilmez olur, önemsizleşir. Yalnızca hareket eden, yiyip içen değersiz bir canlıymış gibi hisseder insan kendini. Yitip gitmek ister ayaklar altında. Yaşam bir işkenceye dönüşür o anlarda. Hiçbir zaman kipi yüklenemez yaşamın ağırlığını. Karanlık ve müzmin ağrıların bahçesine yolculuk başlar. Belleğin bir uçurumdan atlaması beklenir. Yine bekleyiş, yine karabasan… Unutma isteği yeniden tedavüle girer.

Unutuşların, ağrıların, belleğe yük olan an’ların, anıların olmadığı başka bir hayat mümkün mü? Ne gecenin karanlığının ne güneşin aydınlığının sızlatacağı bir yaşam yaratmaya gücümüz yeter mi? Çok bilinmeyenli bir denklem sanırım bu. Çözemediğimiz yüzlerce probleme bir yenisini eklemek niyetinde değilim. Hadi, şimdi bu soruyu da unutalım; hiç sormamış sayın beni.

Ben zaten erkenci horozlardanım, günün ilk ışıklarıyla unutmak için güne başlayan. Asıl gecelerin kralları, gece kuşları, bilge baykuşlar; siz uykusuz kalmayın, bence uyuyun. Gece her şeyin iki katıdır. Bu cehennem dünyanın tüm saatlerine şahitlik etmeye ne gerek var? Boş verin her biri zehirli bir elmaya dönüşecek olan kılıçtan keskin anılar yaratmayı. Hem uyuyun, uyuyunca unuturmuş insan.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar