YAŞAM 

KIRIK CAMLAR

Görünmez olmak bir süper güçken bizler daha fazla görünür olmanın derdindeyiz. Daha çok beğenilmek, sesimizi daha çok duyurmak, ön saflarda olmak, hatta hep birincilik madalyasını kapmak peşindeyiz.

Oysaki insan ne kadar görünür olursa o kadar açık oluyor darbelere, yaralanmaya, kırılıp dökülmeye; tam da bir hedef tahtasına dönüyor.

Kırık Camlar Teorisi’ni duymuş muydunuz?

Teori, 1969 yılında suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun yaptığı bir toplumsal deneye dayanıyor. Amaç insanları suça iten ya da suçu engelleyen durumları ortaya koymak…

Deneyde, zengin bir semtte bir arabaya çekiçle vurulur ve aracın camı kırılır. Birkaç saat içinde arabanın kullanılamaz hale geldiği gözlemlenir.

Zimbardo şu tespitte bulunur: İlk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.

Şimdi biz gelelim deneyin vermek istediği asıl mesaja. Bir binanın camlarının çoğu kırıksa insanlar diğer camları da kırmaktan çekinmez ve bunu bir suç olarak görmezler. Eğer sizin de bir yeriniz kırılmış ya da incinmişse ve hasbelkader siz bunları gösterdiyseniz birilerine, geçmiş olsun artık. Kimse sizi kırmaktan, taşlamaktan geri durmaz. Hatta sizi kırıp yaralamış olduğunu bile düşünmez.

İşte, size bilimsel bir gerçeğin hayatın tam ortasına yansıması hem de canımızı acıta acıta. Neden böylesine kaba ve hoyrat şu insanoğlu? Neden bu kadar yoksun incelikten? Mayası çamur, belki ondan…

Suç deyince akla ilk gelen, ‘Suç ve Ceza’ romanının efsanevi kahramanı Raskolnikov’dur. İşlediği korkunç suçtan sonra yüzlerce sayfa boyunca dinmeyen sancılar yaşamış, çıldırmanın eşiğine gelmiştir. Peki, Raskolnikov gerçekten suçlu mudur? Kendi tabiriyle bir “bit”in ölümü, hem de insanlığa hiçbir faydası olmayan, rezil bir kişinin öldürülmesi insanı katil yapar mı? Oysa kahramanımıza göre eğer “çok daha yüce bir değer” varsa ya da pek çok insana yarar sağlanacaksa bu suç değil, insanlık için bir hizmettir. Ama yine de işlediği suçtan dolayı büyük bir karmaşa ve iç hesaplaşma yaşar. Yaşadığı tüm gelgitler, hezeyanlar onun insani yanının kanıtıdır. Onu kimsenin hedef alıp yaralanmasına gerek kalmamıştır. Zaten Raskolnikov, ruhunu delik deşik etmiş, ruhunun ve zihninin tüm camlarını kendi elleriyle kırmıştır. Bence onu bu kadar ölümsüz yapan da kendi suçunun cezasını toplumun ya da yargı mekanizmasının vereceği cezadan katbekat fazla kendi vicdanında vermesidir.

Yaşamak yaralanmaya açık olmak demektir. İnsan nefes aldığı süre boyunca da kırılıp dökülmeye maruz kalacaktır. Hakan Dünday’ın ‘Kinyas ve Kayra’ romanında vurucu bir cümle var: HEPSİ YARALAR,  SONUNCUSU ÖLDÜRÜR.

Ama biz hâlâ hayatta olduğumuza göre son darbeyi almamışız demek ki… Tabii yara izlerimiz de saymakla bitmez, o ayrı konu.

Ben artık susayım da Nesimi’nin muhteşem dizeleri konuşsun:

Şifa istemem balından/ bırak beni bu halimden/ razıyım açan gülünden/ yeter dikenin batmasın.

Gizlenin. Gizlilik gerçek güçtür. Aman, siz siz olun kimselere yaralarınızı göstermeyin. Herkes şeytan taşlamaya çıkmış gibi acımasızca canınızı yakar, fütursuzca ruhunuzun camlarını kırar yoksa.

Haydi, sığınaklara…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar