KADERE KIRK BEŞ
– ADANA –
Kader, alın yazısı, yazgı… İnsanoğlunun elini kolunu bağlayan, yazılmış çizilmiş ve sadece zamanı gelince oynanması gereken bir oyun…
Calderon, “İnsanın en büyük suçu dünyaya gelmiş olmasıdır.” der. Haksız da sayılmaz doğrusu. Dünyaya atılan zavallı insan, yazgısının elinde bir oyuncağa dönüşür çoğu zaman ve böylece cezasını çeker.
Kader deyince akla ilk gelen ünlü Yunan tragedya kahramanı Oidipus’tur.
“Kaderi seninki kadar korkunç bir yaratık dünya üzerine gelmemiştir.”
Babasını öldürüp annesiyle evlenen ve ondan çocuklar dünyaya getiren bahtsızların en bahtsızı, yüzüne kara çalınmış bir lanetli kraldır Oidipus. Kâhinlerin haber verdiği kaderinden ne kadar kaçmak istese de “tanrıların oyunu”nu hiçbir güç bozamaz, yazılan gerçekleşir.
İnsanoğlunun en temel problemlerinden olan yazgı sorunsalı, kadim bir lanetli olan Oidipus özelinde çok eski çağlardan beri pek çok yazar ve şair tarafından dile getirilmiş. Bunlardan en başarılısı belki de Sophokles’inkidir.
Sophokles, ‘Kral Oidipus’ adlı gerçek bir trajediyi, çok ustalıklı bir dil ve seçkin bir üslupla yazmış.
“Talihsiz Oidipus!/ Gördükten sonra senin / yaman alın yazını/ inanmam artık/ insanların mutluluğuna.”
Peki, yok mu başka kara yazılı günahkâr? Sizi insanlığın başlangıcına götüreyim: Âdem ile Havva… İlk insan, ilk aşk, ilk günah…
Nazan Bekiroğlu, ‘Lâ Sonsuzluk Hecesi’nde hem tarihsel hem de dinsel boyutuyla bu kadim hikâyeyi oldukça akıcı bir üslupla dile getirir.
Önce Âdem’in, ardından Havva’nın yaratılışı, Âdem’e cümle eşyanın isminin öğretilmesi, karşı konulmaz aşkları, yasak meyve, şeytanın onları aldatarak cennetten çıkarması, bu iki bedbahtın yıllar süren tövbeleri, affedilişleri… O büyük günahın ardından bu iki can yeryüzüne atılır, birbirlerinden ırak, yapayalnız… Koskoca dünyada bir başına cezalarını çekmeye yazgılı olmaları korkunç bir kaderden başka nedir ki?
“Ben kadınım dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum. Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun. Seni anan beni de ansın. Bir ‘ile’ koy aramıza, bizi birbirimize bağlasın.”
Kadının kaderinin daha en baştan, adının yanına ancak başka bir adamın adının yazılmasıyla anlam bulması da trajik bir yazgı değil mi?
Ama ne Âdem’e kızmalı ne Havva’yı ayıplamalı. Çünkü eğer aldanış aşk uğrunaysa kader sadece önemsiz bir teferruattır.
Ya Âdem’le Havva’dan olma Habil ile Kabil? İnsan soyunun ilk bozgunu… Yeryüzüne düşen ilk kan damlası ve ilk haset yüreklere işlenen.
Jose Saramago, çokça tartışılan ünlü romanı ‘Kabil’de, yeryüzünün ilk kardeş katili Kabil üzerinden, hem insanlığın başlangıç noktasına dönüyor hem de bu kadim günahı –çoğu zaman kutsal metinlerdeki anlatılara ters düşse de– irdeliyor. Kabil kendi kaderini kanlı elleri ile yazıyor.
Pek çok dini metinde, kutsal kitapta karşımıza çıkan bu kıssa, Divan edebiyatının büyük ustası Fuzuli’ye bile ilham olmuştur.
“Nola kan dökmekde mâhir olsa çeşmüm merdümü/ Nutfe-i kâbildürür gamzen kimi üstâdı var.” (Gözbebeklerimin kanlı yaş dökmesine şaşırma. Çünkü o Kabil’in tohumundandır. Ve senin gamzen gibi de bir ustası vardır.)
Peki, biz insanoğlu Habil’in mi yoksa Kabil’in mi soyundan geliyoruz?
Dünyada kan damlamamış, gözyaşı akmamış tek bir toprak parçası olmadığına bakılırsa Kabil yine “kabiliyetli” çıkmış. Tüm ölümlülerin kötü yazgısının ilk harfini Kabil kazımış.
Edebiyatın pek çok türünde böyle örnekler görmek mümkün. Sadece edebiyat mı? Yedinci sanat sinemayı da çokça meşgul etmiş bu sorunsal. “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?” paradoksu gibi “İnsan kendi kaderini kendisi mi belirler, yoksa zaten ezelde yazılmış olana boyun mu eğer?” ikilemi pek çok filmin ana eksenini oluşturur. Benim favori filmim mi? Tabii ki ‘Kader’…
“Sonra ‘Bak oğlum,’ dedim kendi kendime, ‘yolu yok, çekeceksin, isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını, uslu uslu yürü şimdi.’”
Zeki Demirkubuz’un ünlü filmi ‘Kader’den muhteşem bir replik. Doğrusu bizim Bekir’in de kaderi bir hayli kötüdür Kral Oidipus kadar olmasa da.
Ne dersiniz? Kaderine boyun eğen Atlas mı olmak daha kolay, tanrılara kafa tutup onlardan ateşi çalan Prometeus mu? Belki de sadece kaderi kabullenmek gerekir. Ne demiş Nietzsche? “AMOR FATİ… Kaderini sev, çünkü hayatın aslında bu.”