BİR SESİN PEŞİNDEN SÜRÜKLENMEK

– ADANA –
Metin Erksan’ın ünlü filmi ‘Sevmek Zamanı’nda bir resme âşık olan adamın oldukça dramatik öyküsünü izleriz.
“Resmin sen değilsin ki… Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın, izin ver. ben onu seveyim.” der kahramanımız ve ekler: “Ben seni seviyorsam bundan sana ne!”
Peki, resme âşık olunur da sese olunmaz mı?
Olunur elbet, neden olunmasın?
Ne demişti şair?
“Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum…”
İşte, öyle tutulur kalırsınız. Her bir titreşimin kanadına takılıp süzülürsünüz gökyüzünde, her bir sözcüğün söylenişine, tınısına yüreğinizi bağlarsınız. Çok mu hayalperest buldunuz? Fazla mı melankolik geldi bu düşünce? Hiç de değil. Çünkü en başta yalnız ve yalnızca söz vardı.
Yuhanna İncili; “Başlangıçta söz vardı. Söz tanrıydı. Her şey onun aracılığıyla var oldu. Var olan hiçbir şey onsuz olmadı.” diye başlar.
İşte, sözün tanrısal gücü… Ses, sözü var eder, her şeyi yeniden yaratır. Söz ve ses olmadan her şey koca bir hiçtir.
‘Fareli Köyün Kavalcısı’ masalını hatırlayın. Hani kavalın sesinin büyüsüne kapılıp derede boğulup yok olan haylaz fareleri… Bazen insan da bir sese âşık olup o ulaşılmaz hayalin peşinden sürüklenebilir ve kendi sonunu getirebilir. Tıpkı derin bir tutkuyla âşık olduğu resimle birlikte yitip giden film kahramanımız gibi…
“Sesinde ne var biliyor musun?/ Söylemediğin sözcükler var./ Küçücük şeyler belki/ ama günün bu saatinde/ anıt gibi dururlar…”
Cemal Süreya’nın sesteki anlamı araması boşa değil ki… Ses tüm anlamsızlığı ve muğlaklığı yıkar, sonsuz genişlikte anlamlar yaratır.
Tüm bu senfonik seslerin dışında bir de “iç ses” denen bir belalı ses var ki düşman başına… Hiç susmayan, zihnin tüm labirentlerini dolaştıran, sonra da kalın kalın duvarlara toslatan bir ses… Değil onun peşinden sürüklenmek, mümkünse ağzını bantlayıp susturmak gerekir. Yoksa o büyülü, masal yolculuğunuz bir anda bir karabasana dönüşür.
Bir resme âşık olmak da ayıp değil, bir sese de…
Bir sesin peşinden oradan oraya sürüklenmek de… Çünkü an gelir canım Nâzım Hikmet gibi bir sesi göresiniz gelir:
“Ve benim birdenbire/ yüzünü değil,/ gözünü değil,/ senin sesini göresim geldi…”