YAŞAM 

BİR İNSANSEVMEZ OLARAK ARTHUR SCHOPENHAUER’UN AŞKA METAFİZİKSEL BAKIŞI

Arthur Schopenhauer, 19’uncu yüzyılda hem düşünce hem de edebiyat dünyasında etkili olmuş; yaşadığı döneme, özellikle ahlak felsefesine getirdiği özgün öğretilerle damgasını vurmuş önemli bir filozoftur.

O, dünyayı “kötü bir dünya” olarak tanımlar ve kendisi de tam bir kötümserdir. Ona göre hayat anlamsız ve boşunadır. Mutluluğun ulaşılmaz bir amaç olduğunu söyler. Ona göre gerçek ahlaklılık, dünyadan el etek çekerek her türlü istek ve hazdan yüz çevirmektir.

Çocukluk ve gençlik dönemlerinde annesiyle olan sorunlu ilişkisi, onun “kadınlar” ile sağlıklı ve olumlu ilişkiler geliştirememesine neden olmuştur. Bu yönüyle onu Cemal Süreya’ya benzetirim. Ama elbette Süreya tam bir aşk adamıdır.

Biliyorum sana giden yollar kapalı/ üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni” dizelerini ‘Bayan Nihayet’i –son yani en son eşidir kendisi- için yazmış, çapkın ama delicesine âşık bir şairi elbette bu insansevmez filozofla bir tutmak niyetinde değilim.

Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti/ çünkü iki kişiydik” diyen Süreya ile “Bütün aşk serüvenlerinin son amacı, gelecek kuşağın ortaya çıkmasından, yaratılmasından başka bir şey değildir” diyen katı yürekli bir filozof hiç aynı kefeye konur mu?

Schopenhauer, ‘Aşkın Metafiziği’ adlı eserinde, aşkı derinlemesine inceler. Pek çok şair ve düşünürden alıntılar yaparak aşkı ve evliliği tanımlamaya, anlamlandırmaya çalışır.

Mutlu evliliklerin pek az olduğunu hepimiz biliriz. Bunun nedenini, evliliğin temel amacının şimdiki kuşağın mutluluğu değil, gelecek kuşağın mutluluğu olmasında aramak gerekir.

Bu tespiti yaparken Schopenhauer, Güzin – Abidin Dino’nun büyük aşkından ve mutlu evliliğinden habersiz olmalı.

Nâzım belki de, kimi âşıklar gibi aşka âşıktı. Abidin için ise aşk Güzin demekti.” diyor Ferit Edgü, Abidin – Güzin Dino aşkına bir güzelleme olarak. Haksız da sayılmaz.

Çağdaş Türk resminin önde gelen isimlerindendir Abidin Dino. 1952 ila 1973 yılları arasında eşi Güzin’le mektuplaşmalarından birkaç alıntı bırakayım da siz karar verin bu iki aydın çiftin aşklarının büyüklüğüne.

Sevgilim, sensiz geçirdiğim her saniyeye kızıyorum, zar zor bir ay geçti, dişimi sıkıp sabrediyorum ama alışamadım gitti sensizliğe. Bereket versin seni öylesine sindirmişim ki içime, uzak da olsan yalnız değilim büsbütün.

Sevgili can, telefonda sesini bir sevdim ki ne kuytu bir insansın, limana varmış bir gemiyim sesini duyunca.” (Ben de kalbimi bıraktım doğrusu bu aşk dolu cümleye…)

Evliliğin aradığı şey, entelektüel bakımdan hoş vakit geçirmek değil, çocuk dünyaya getirmektir” diyen Schopenhauer’a inat bu iki aydın yürek; günümüzde birkaç satıra indirgenen, belli başlı emojilerle anlatılan aşkın sığ ve günübirlik biçimlerini, mektuplarında hem derin ve edebi hem de ebedi bir aşka dönüştürüyor.

Sevgilim, varlığın öylesi büyük bir sevinç ki benim için, ya yeryüzüne gelmeseydin, ne yapardım diye düşünüp duruyorum.” (Ey aşk, sen ne güzel bir şeysin!)

Sevişmek için ne az kelime icat edilmiş. Duyduklarımın karşılığı yok hiçbir dilde.” diyen Dino’yu nasıl anlasın ki Schopenhauer?

Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kıyl u kâl imiş ancak” (Dünyada her ne varsa kaynağı aşktır / İlim ise kuru bir laftan ibarettir) diyen Fuzuli’ye hayran birisi olarak Schopenhauer’un aşka getirdiği maddeci ve mekanik yoruma katılmam mümkün değil.

Yeryüzüne gelişimizin bir başkası için sevinç kaynağı olduğu, varlığımızın başka bir insanın varlığına düğümlendiği büyük aşklar yaşamak belki maddeci bir filozof için yalnızca boş ve romantik bir söylemdir. Ama aşk kuyusundaki suyla serinleyenler için anlam arayışının lirik bir ifadesidir.

Aşk gayri resmi bir geçit törenidir; çiçekli, şenlikli, davullu, zurnalı. Bu tören aşkın maddesini değil manasını bulabilenler içindir.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar