YAŞAM 

AŞKIN GAM HALİ Mİ, HER HALİ Mİ?

Aşk üzerine söylenmedik tek bir söz kalmış mıdır şu âlemde? Daha eli kalem tutmazken mağaralara kazımış, taşlara oymuş aşkı insanoğlu; içinden geleni dökmüş taşırmış. Toprağı onunla sulamış, ateşi onunla yakmış, bebeğini onunla emzirmiş, dünyaya katlanabilmeyi “aşk” sayesinde öğrenmiş.

Senin gönlün dâima meshur ve musahhardır, mâzursun./ Sen, gamın ne olduğunu aslâ bilmedin, mâzursun./ Ben, sensiz bin gece kan yuttum;/ Sen, bir gece sensiz kalmadın, mâzursun.

Aşkın “gam hali” bu kadar mı muhteşem dile getirilir? Bu dizeleri yazmak için ne yaşamak, ne biriktirmek gerekir?

Büyük İslam âlimi İmam Gazali’nin kardeşi Ahmet Gazali’dir bu lirik dizelerin şairi. İslam filozofunun, kardeşinden bahsederken “Biz aradık, o buldu” dediği rivayet olunur. (Aranandan maksat bela olmalı; şair aşkın belasına tutulmuş gibi.)

Aradaki yüzlerce yıla rağmen Gazali’nin şiirinde siz de İlhan İrem’in şu dizelerini duydunuz, değil mi?

Sensizliğin acısını/ sen nereden bileceksin?/ Sen hiç sensiz kalmadın ki/ mevsimleri saymadın ki…

Aşk da acı da evrenseldir. Bu benzerlik o yüzden…

Divan şiirinde âşık ne kadar dert, bela yükü çekerse o kadar büyük bir âşık olur. Maşuk bir güldür ama hep âşığına dikenlerini batırır. Kirpiklerinin oku âşığın bağrını deler geçer, saçları kement olur, onu yakalar, hapseder. Oysa âşığın çektiği cefa sadece aşkını artırır. (Çok mu mazoşist buldunuz yoksa?)

Çıkarmak itseler tenden çeküb peykânın ol servün/ Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasın yâ Rab…” (O servi boylu güzelin gönlüme attığı okun ucunu vücudumdan çekip çıkarmak isteseler/ dilerim ki yaralı gönlüm çıksın ama o okun ucu çıkmasın ya Rab)

Bizim eski şiirimiz Fuzuli’nin bu muhteşem dizelerine benzeyen beyitlerle doludur. İşte, bir başkası:

Aşk derdiyle hoşem, el çek ilâcımdan tabîb./ Kılma dermân kim, helâkim zehri dermânındadır…” (Aşk derdiyle hoşnudum, ey doktor, bana ilaç verme;/ benim helâk olmam, senin derman olsun diye vereceğin zehrindedir.)

Çölde kör bir bedevidir aşka bir kez tutulmuş olan. Bir serabın peşinde sürüklenir durur, helak olmaktan kurtulamaz.

Mine’l aşk…

Aşkın sihrine bir kez aldanmış kişinin artık iflah olması beklenemez. O cennet meyvesinden bir kez tadanın, baş döndürücü şaraptan bir kez içenin dünya zevklerinden tatmin olması olasılıklar arasında bile değildir.

Aşk bir yaradır, sonsuza dek iyileşmeyen.

Aşk bir tuzaktır, nasıl atlatılacağı asla öğrenilemeyen.

Aşk bir labirenttir, çıkışı hiç bulunamayan.

Aşk çılgın bir ateştir; değdiğini yakan, kavuran.

Hamdım, piştim, yandım” diyen Mevlana, aşkın hem gam hem tam halini dile getirmemiş de ne yapmış?

Bütün aldanışlara, gözyaşlarına, uykusuz gecelere, kalp kırıklıklarına karşın göğüs kafesindeki kuşun kanat çırpışlarını duymak adına vazgeçiyoruz benliğimizden. Verdiğimiz ödünler alacağımız ödüllerden katbekat fazla. Yediğimiz darbeler önümüze atılan kırıntılardan çok daha doyurucu.

Aşkın tüm olmazlarına, imkânsızlıklarına, acılarına ve dengesizliklerine rağmen ona olan tutkumuz hiç de akıllıca değil doğrusu. Ne aklı, düpedüz aptallık!

Oysa hepimiz yine de aşktan uzak, dertsiz, tasasız, gamsız bir yaşam yerine ruhu ürpertecek, içimizde kelebekler uçuşturacak, bizi dert seline boğacak delice bir aşkı arzuluyoruz. Buna artık ne denir ki…

Aşkın hem ham hali hem gam hali, yani her hali başımız gözümüz üstüne…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar