YAŞAM 

KİMSİNİZ?

Göğünde uçsuz bucaksız bulutlara ev sahipliği yapan gökyüzü gibi sayısız sırrı saklar bazı satırlar. Bir matruşka bebeğini açar gibi okudukça içinden farklı anlamlar çıkar.

Bir sabah kelimeleri cımbızladığınız rüyanızdan uyanıp puslu, bir o kadar da dingin aynada ağlayan yüzünüzü merak edersiniz mesela. Gözyaşlarınız düşüncelerinizi savurur, mimiklerinizde kaderin yontularını deler geçer. İşte, tam o anda, gölgeniz ile göz göze gelirsiniz. Gözlerinizin kanıksadığı bu hale gölgeniz de eşlik eder. Sadece gölgeniz değil aslında! Suretinize eşlik eder evin her duvarı, mutfağın lavabosu, hatta ve hatta çöp bidonun kapağındaki suretiniz bile. İyice kanıksarsınız bu görüntüyü. Günler sonra, uzun günler sonra, yine kafanızı çevirdiğiniz bir gün aynaya, sırlı camda farklı iki göz, farklı saçlar, farklı mimikler görürsünüz. Ve artık ağlamadığınızın, gülümsediğinizin farkına varırsınız. O kadar unutmuşsunuzdur ki gamzelerinizi kendiniz bile tanıyamazsınız. Suretiniz tamamen değişmiştir ve o bildik soruyu sorarsanız kendinize: “Kimim ben?

Peki, gerçekte kimsiniz? Hüviyetinizde, kimlik kartınızda yazılı olanlardan mı müteşekkilsiniz? Sahi, siz kimsiniz? İyi biri mi, kötü mü; nazik biri mi, kaba mı; taklit eden biri mi, orijinal mi; bir kalem mi, bir kapı mı?Nasıl?”ı içine alan bir “Kimsiniz?” sorusu yer, aynadaki her noktayı…

Evvelden hiç tanımadığınız insanlar vardır, nezaket timsalleri olarak çıkarlar karşınıza… Bu insanlardan gelen nezaket çok değerlidir, uzaktan gelir, çıkarsızdır ve unutulmaz. Bazen yolda yürürken tanımadığınız biri içten bir selam verir, üstüne bir “Merhaba” der. Bazen sırada beklediğiniz kahvecide telaşlı halinizden zamanınız olmadığını anlayan biri “Buyurunuz, siz geçiniz öne” der. Elinizde ağır yükünüzü gören, sadece merhabalaştığınız komşunuz market poşetlerinizi taşır asansör olmayan apartmanınızda beş kat çıkarak. Kimi zaman, kırk derece sıcakta yolda çalışan işçilere soğuk su dağıtır arabasından inip başka biri. Arabasının torpidosunda dört-beş çorap, iki-üç bere taşır bazıları da soğukta üşüyen gariban çocuklar için.

Başımıza güzel şeyler getirir iyilikte inatçı, zarafeti olan, ahlak sahibi insanlar. İyilik anlaşması imzalamayı seçen bu insanlar bir A4 kâğıdı üstünde gözükmez belki; ama sessiz sedasız kutlanır her coğrafyada. Hüviyetine “İyi insan” damgası vurulmaz ama pek çok kişi bilir sıfatlarını, yüce gönüllü insanların. Turgut Uyar’ın “Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum/ hiçbirinizle dövüşemem/ siz ne derseniz deyiniz/ benim gizli bildiğim var” mısralarını kanıtlarcasına… Herkese iyi niyetle gülümseyecek kadar uçsuz bucaksız, hiç kimse ile dövüşmeyecek kadar kararlı olanlar için yazdığı mısralarını…

Hayatının çoğunu ikilem içinde geçiren ve bir türlü tercih yapamayanlar da vardır. Bir iyilik yaparken bile bunu ne için yaptığına karar veremez. Gerçekten “Karşımdakine iyilik etmek mi istiyorum?”, yoksa “Kendimi iyi hissetmek mi?” diye sorar kendine. Oysa Tolstoy’un dediği gibi: “İyiliğin bir nedeni varsa, iyilik değildir o. Sonucu, yani ödülü varsa iyilik olmaktan çıkmıştır.”… İkilemdeki insan, sorduğu sorularla iyiliği yere atar ve paramparça eder. Üstenci, çelişkili tavrı yüzünden un ufak olur iyilik. İyiliği, sadece karşısındaki için yapanlarda durum farklıdır. Tıpkı Burgess’in şu sözlerinde olduğu gibi: “İyilik içten gelir. İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse, insanlıktan çıkar.”… Tıpkı tene yakışmayan parfüm gibi bazılarına iyilik yakışırken, bazılarında rüzgâr estikçe kötü bir rayiha getirir. İkilem içinde yaşamanın bedeli ağırdır. Hem kendine hem çevresine zarar verir…

Kimileri de vardır, aydınger kâğıdından farksızdırlar; kopyalayan, taklit eden, alttaki yazıyı üste geçirmekte gayet başarılı olanlar. Sosyal medyada başkalarının yazılarını alıp altında kendi ismini yazanlar; bir fikri önceden söyleyen binlerce kişi olmasına rağmen kendi fikri gibi sunup “adını deftere yazdırmaya” çalışanlar, zengin kitaplığı olmasına rağmen her sorulduğunda aynı kitabın adını verenler ve niceleri…

Bazıları da “bir kalem” olduğunu itiraf eder. İlk grup dolma kalem gibidir. Zariftir. En güzel el yazmaları çıkar elinden. Süslüdür. Estetiktir. İnatçıdır da aynı zamanda. Mürekkebini, yani sağlam kelimelerini bir tutkal gibi yapıştırır kâğıdın üstüne. Kalır yıllarca, sonsuz ve son güne dek. Gölgesi ile savrulur tüm harfler; kelimeleri perileştirip klasik müzik eşliğinde dansa kaldırır, hiç ihmal etmez boşlukları. Bir diğer grup ise tükenmez kalem olanlardır. Vasat olduğu kadar mütevazı olanlar… Çoğu zaman bir kâğıdın üstünde; bazen bir marangozun kulağının arkasında, bazen de gelişigüzel saçlarını toplayan gür saçlı bir kadının kafasındaymış gibi yaşarlar hayatı. Manzarada görünen iki ada varsa, tükenmez kalem uzaktaki adadır. Görüntüsü net de değil, silik de. Ortada kalmış, kendini ne oralı ne buralı hisseden insanlar, ne öyle ne böyle… Diğer kategori ise kurşun kalem gibi olanlardır. Kurşun kalem gibi çocukça ve safça… Gizlemeye çalıştıkları ne bir çocuklukları vardır ne de hatıraları. Her şey apaçık ortadadır. Onlar, her zaman kurşun kalemin kâğıda değip harfe şekil vermeye başladığı anda çıkan “ses”i hatırlatırlar. Kurşun kalem sesi… O insanların hatıralarını hep yüzlerinde görürüz. Mis gibi kokan ‘Arı Maya’ silgisini, asker resimli harita metot defterini, sobanın üstünde nar gibi kızarmış kestaneleri, büzüşe büzüşe daha da güzel kokan mandalina kabuklarını da… Kolayca silinebilen, her şekilde yönetilebilen, ne ekilirse biçilebilen masumiyetteki kurşun kalemler gibi…

Bazıları kapı rolündedir. Cevapları, soruları, başarıları, başarısızlıkları, unvanları hep bir kapıya benzer. Bazı şeyleri açsalar da, bazı şeyleri muhakkak içerde saklı tutarlar. Bazıları birer sınır kapısıdır. Müphemliği simgeler sınır.

Kimsiniz?” sorusuna verilecek onlarca başka benzetme, onlarca kelime vardır muhakkak.

Gerçek hayatta, peki? Ortalık tam bir “Kimsesiz ‘Kimsin?’ler” cumhuriyeti!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar