K/ALINTILAR
-AYDIN-
Sayfalar açılıyor, sayfalar kapanıyor. Kadınlar kendi dillerinde konuşuyor, erkekler kendi dillerinde. İyilik anlaşmaları, güzellikler, düzgün kitaplar, özenle seçilmiş kelimelerin yanında dile döküldüğünde anlamını kaybedenler, sadece bir tercüman vasıtasıyla anlaşılabilecek hikâyeler, kesip atılan harfler paylaşılıyor. Kemikleri kırılıyor kelimelerin. Kimi alçıda bekliyor aylarca. Bazen de alçıdan hiç kurtulamıyor ve kireçleniyor.
Şimdilerde bunlar yaşanırken de bazıları hiç unutulmuyor. Çünkü onlar kuyuya kelimeler, dizeler atarken suyun tadını güzelleştirenler; bazen de dünyayı yerinden oynatanlar; ölseler dahi kovayı dolduranı eksik olmayanlar… Şimdi bu satırları okuduktan sonra aklınıza pek çok yazar, pek çok şair gelebilir. Benim aklıma, birkaç sene önce İstanbul Aşiyan Mezarlığı’nda tesadüfen denk geldiğim Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mezarı geliyor. Mezar taşında şu dizeleri var: “Ne içindeyim zamanın/ ne de büsbütün dışında”… Mezarının yanı başında bir su testisi ve suyunu dolduranı hiç eksik olmuyor.
Suyun tadını her daim güzelleştiren ya da dünyayı yerinden oynatan kelimelerin sahiplerine saygımızı nasıl gösteriyoruz? Yeterince saygılı mıyız acaba? Tanpınar ve değerli diğer tüm yazarlar bir gün öleceklerini ve yazılarının asıl sahiplerinin/ölümsüz olan tarafın aslında okuyucuları olduklarını tabii ki biliyorlardı ama gelecekte okuyucularının kör gözlerine bile hürmet etmeyeceklerini düşünürler miydi? Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemil Meriç, Âşık Veysel gözlerini kör edercesine bize armağan ettikleri kelimeleri birileri alsın, altına da kendi isimlerini eklesin diye yıllarca edebiyatın büyüsünü bu sebeple mi korumaya çalıştılar?
Artık, zaman akışı eskiden olduğundan çok farklı olduğundan mı yaşanıyor yoksa tüm bunlar? Güneşin doğuşu ile batışı hiç değişmemiş. Gelin görün ki emek emek yazılan el yazmalarının yeri zaman tünelinde önce daktiloya, sonra bilgisayarın klavyesindeki kolayca yerinden oynatılan harflere evrimleşmiş. Değişen/farklılaşan her bir mefhumda suç hep teknolojide mi, dijital çağda mı? İnsanda, insanın genişleyen ama bir o kadar iğdişleştirilen zamanında/karakterinde hiç mi kusur yok?
Kelimeler, öyküler, insanlar, şiirler, tebessümler, mizahlar, kahkahalar, sahte profiller, iyi niyetliler, kötü niyetliler, tacizciler, tarih sevenler, dostlar, hüzünler, fotoğraflar, anılar, bilgi sahipleri, her şeyi bilenler yani cahiller… Sosyal mecralarda toplanıyorlar. Her gün, her saat, her dakika… Ciddi sayıda bir kalabalık! Herkes adeta yerdeki bir şeye bakıyor. Merak ediyor diğerleri. Gidiyorlar. Karışıyorlar kalabalığa. Ne görsünler! Yere düşen bir cümle! Oldukça garip bir cümle! Virgüller sanki özellikle kontrolden çıkmak için serpiştirilmiş. Bir sürü virgül, bir o kadar da ünlem var içinde. Her kelimenin sonunda bir ünlem gerekli görülmüş. Özne olmuş yüklem, nesne olmuş zarf, hatta dolaylı tümlece bile utanmadan ne kadar diye soruluyor. “Harfler de bir garip”. Eğri büğrü, düzgün değil. Sanki dürüstlüklerini kaybetmişler! Nedeni basit. Bundan tam otuz dakika önce bir intihal suçu işlenmiş!
Tanpınar yaşasaydı bugün, o güzel ‘Hakikat’ şiiriyle şöyle seslenirdi hepimize: “Hakikat çok uzak, karanlık, derin/ bir dille konuşur, büyük köklerin/ toprakla ezelden karışmış dili/ geceyle ölümdür asıl sevgili/ bu ikiz aynada toplanır yollar/ karanlık yaratır/ ölüm tamamlar.”
Evet, karanlık. Hem de çok karanlık. Bir lupun, bir büyütecin hatta bir uzmanın bile işin sırrını çözemeyeceği kadar karanlık bazen hakikat.
Karanlığa bazen de bir kova dolusu güneş ışığı dökerek karanlıkları tecrit edenler var. Olmaz olur mu hiç? Umudu yaşatanlar onlar, güzel insanlar. İnatçı zarafeti olan, ahlaki seçim sahibi insanlar. İyilik anlaşmalarını doğuştan imzalayan bu gruptakiler de sessiz sedasız bu mecralarda sorumluluklarını yerine getiriyorlar. Belki çok görülmüyor yaptıkları ama her coğrafyada olduğu gibi hep de kutlanmaya devam ediyor. Kimliklerine/profillerine iyi damgası vurulmuyor belki ama pek çok kişi biliyor, tanıyor onları. Turgut Uyar’ın “Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum/ hiçbirinizle dövüşemem/ siz ne derseniz deyiniz/ benim gizli bildiğim var” mısralarını kanıtlarcasına… Herkese iyi niyetle gülümseyecek kadar uçsuz bucaksız, hiç kimse ile dövüşmeyecek kadar kararlı olanlar için yazdığı mısraları kanıtlarcasına…
Kiminin sözünden sayfasına güzel bir kalıntı gelir böyle. Yıllar sonra bile kimsenin unutmadığı, hep yer edinen… Kiminin sayfasında bir alıntı, bazen sahibinden satılık, bazen de icra yoluyla değeri yerle bir edilir. K/alıntılar yazarla doğar. Yazan ölür. İnsanla hep yaşar gibi yapar!