YAŞAM 

İNSAN

İnsan, doğarken ağlar. Bilmediği bir hayata merhaba derken ağlar. Seçme şansı olmadığı annesine, babasına ağlar belki de. Yıllarca omzunda koca bir yük olarak taşıyacağı, seçemediği, kopamayacağı ailesine ağlar. Başına bin bir türlü bela açacak kardeşinin abisi, ablası olduğuna ağlar. “Yine hayata gelsem, aynı aileye sahip olmak isterdim, ailem en büyük şansım” diyecek olan bir insan da doğduğunda ağlar. İnsan, doğarken ağlar.

İnsan, çocukluğunu gizler. Okuldayken saç kontrolünde üç boğum örgü olmayan saçları yüzünden okul müdürünün “Saçını kestirmeden gelme” diyerek eve geri gönderdiği günde arkadaşlarının önünde mahcup olmasını gizler; annesinden yediği bir tokat yanağında iz bırakmasa da kalbinde açtığı yarayı gizler; arkadaşından kopya çekerek 100 aldığı sınavı da anlatmaz kimselere. Sadece bunları gizlemez. Masallara inandığını, sobanın üstünde kızaran kestaneleri özlemesini, sıra arkadaşına âşık olduğunu da gizler. İnsan, çocukluğunu gizler.

İnsan, yaşarken şikâyet eder. Deliler gibi âşık olduğu eşinden yakınır; aylarca beklediği işe girdiği ilk hafta “adını deftere henüz yazdıramadığı” için velvelenir; kıt kanaat biriktirerek aldığı evde henüz oturmaya başlayalı bir-iki ay olmasına rağmen daha geniş bir evde oturma hayalleri kurmaya başlar; suretine bakmaya kıyamadığı çocuğundan bile yeri gelir dert yanar. İnsan, yaşarken şikâyet eder.

Yıllar geçer, hayatın bu kadar kısa olduğunun da farkına varamaz. İstemez, bu kadar kısa süren bir hayat.

Ve insan ölürken üzülür. Daha yapamadığı pek çok şeye, öğrenemediği dilleri konuşamadığına, gitmek istediği ülkelere gidemediğine, kalbini kırdığı insanlardan son kez bir özür dilemediğine, hatalarını telafi edemediğine… Üzülür. İnsan ölürken üzülür.

İllaki insan doğarken ağlar, yaşarken şikâyet eder, ölürken de üzülür.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar