FOTOĞRAF
-AYDIN-
Fotoğraf; “çizmek”, “kazımak”, “resim yapmak”, “yazmak” kelimeleri birleştirilerek türetilmiş bir isimdir. Her ne kadar kelime anlamı, “ışık yardımı ile iz bırakmak” olsa da fotoğrafın ne olduğunu anlatmak, tam manası ile birebir sözlük tanımı yapmak oldukça zor olsa gerek. Düşünüldüğünde içerisinde “anı yakalamak” da vardır, “zamanı dondurmak” da, hatta “klasik bir dijital resim” de ihtiva eder.
Zıpladığı anda insanı havada yakalayabilen ve orada asılı bırakan bir güçtür fotoğraf; bir yunusun sudan atlama anını yakalayıp havada uçuyor gibi gösterendir de; nesneler hakkında düşünüleni, imgeleri tamamen değiştirebilir. O kadar kuvvetlidir.
Kuvvetlidir, ne ki bazen eksiltilir fotoğraflar. Kesilen fotoğraflar gibi… Eskiden sevilen ama artık sevilmeyen eski bir arkadaşın, eski bir dostun fotoğrafı… Fotoğrafta bile görmeye tahammül edilmediği için kesilen fotoğraflardan bahsediyorum. Kafası kesilen, sadece bedeni kalan insanların olduğu fotoğraflardan… Eski bir nişanlının, eski bir eşin, eski bir dostun gözlerine artık bakılamayan fotoğraflardan…
Ahmet Amca’nın en iyi arkadaşının kızının, onu daha evlendiği ilk günden beri döven kocasının olduğu kısımları kestiği fotoğraflar… Naciye Teyze’nin kardeşinden ayırmadığı, çocukluk arkadaşının kafasını yüzlerce yalandan sonra kestiği fotoğraflar… Baran’ın eski nişanlısını, ona ihanetinden sonra görmeye tahammül edemeyip yok ettiği fotoğraflar… İstenmeyen kafalar… Tıpkı yüzyıllar öncesinden günümüze gelen bir Apollon, bir Poseidon, bir Medusa heykelinin kafası gibi… Tek farkla: Heykeller yıllara dayanamadığı için… Kafası fotoğraftan kesilen insanlar da can yaktıkları için artık albümlerde yer almazlar.
Bazı karenin içindeki suretler ise can yakmamıştır belki; ama çok özlendiği için bakıldığında hüzünlendirir. Fotoğraflardaki suretler öyle ölümsüzdür ki bazen dokunarak baktığınız kişinin öldüğünü bile kabullenmek istemezsiniz. Sonsuzluğa dalmış gibi baktığınız fotoğraf hâlâ sıcak, hâlâ o hayat dolu gözlerle size gülümsüyordur. İşte, o fotoğraftaki suretlere yaşam katan iç acıtıcı anılar, duygularınızda dolaşan imgelerdir. “Güzel anılar gibi hüzünlü”, “hüzünlü şarkılar gibi güzel” imgeler, kurşuni renklerdir.
Anneannenin gençlik fotoğraflarına bakarken, defterinizin arasında kalmış bir dostla çekilmiş eski bir fotoğrafla karşılaşırken, ona duyulan özlem öylesine ete kemiğe bürünmüş halde içinize dolar ki fotoğrafın içindeki kişinin nefes aldığını hissedersiniz. Belki de bir tür kabullenememişliktir bu hissiyat. Fakat ne olursa olsun, bir fotoğrafta hatırladığınız ya da kalbinizi acıtan şey, ölüm kadar acıdır; yalnız bir o kadar da ölümün acımasız gerçekliğinden soyutlanmıştır. Eski fotoğrafların olduğu bir albümün kenarından bir fotoğraf çıkar, gözünüz takılır. Fotoğraftaki bir çift parıldayan göz, fotoğrafın çekilmesinin üzerinden çok geçmeden geçirdiği trafik kazası sonucunda hayatını kaybeden bir arkadaşınıza aittir. Üzerinden on sene geçmesine rağmen ona dair bir şeyi hiç unutmadığını hatırlarsın. Sıkça söylediği o sözü: “İki lafın belini kırmak”…
Fotoğraf, zamanı geri çevirmenin yoludur. Ölümsüzdür. Anları kare kare yakalayıp zamanın boşluğunda bir yere sabitlemek için yapılabilecek tek şey. Uzak insan, giden insan, eski mutlu an, eski güzel gün, sadece güzel eski bir gün vs. her birinden birer kare alma isteğiyle, yaşananlarla çoğalma isteğiyle deklanşöre basmak. Sonsuza kadar o, orada kalacak.
Fotoğraf, aynı zamanda bize bazı değerleri hatırlatır. Her şeyin daha değerli olduğu yıllarda yaşamış dedelerimizin, büyüklerimizin fotoğraf anlayışından dersler çıkartabiliriz. Fotoğraf çekmenin de bir anlam ifade ettiği yıllarda yaşayan büyüklerimizin sözlerinde… Halen daha, onlara bir akıllı telefon hediye edildiğinde “Poz bitmesin, çok harcamayın” cümlesi gibi… Tasarrufun, elinde tutmanın değerini ve önemini eski zamanlarda öğrenmiş ve bu mefhumların neslini halen korumaya çalışan büyüklerimizin düşünceleri gibi… Elbette teknolojiyle birlikte fotoğrafçılık sanatının bambaşka bir güzelliğe taşınmış olması yadsınamaz; ancak sosyal medyaya günbegün eklenen fotoğrafların eski fotoğraf anlayışını çoktan terk ettiği gerçeğini de gözler önüne seriyor. Adeta bir zaman tüneli ironisi gibi… Eski zamanlarda yaşayan ünlü bir fotoğraf sanatçısı elinde olup görse, bir an önce olduğu yere geri dönmek ister. Eminim!
İnsan; yaşamını, anını ölümsüzleştirmek ister. Fotoğraf da tek yolu… Aileyi anlatır; sevgiyi anlatır; hüznü, mutluluğu anlatır; eskiyi, şimdiyi, yeniyi anlatır.
Cemal Süreya, ‘Fotoğraf’ şiirinde ne güzel anlatmış:
“Durakta üç kişi/ Adam kadın ve çocuk. // Adamın elleri ceplerinde/ Kadın çocuğun elini tutmuş. // Adam hüzünlü/ Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü. // Kadın güzel/ Güzel anılar gibi güzel. // Çocuk/ Güzel anılar gibi hüzünlü/ Hüzünlü şarkılar gibi güzel.”