EĞİTİM PSİKOLOJİ 

DOĞAN CÜCELOĞLU’NA SAYGI İLE…

Haritalar hep kuzeyi gösterir. Çoğu insan kuzey dendiğinde yukarıyı, güney dendiğinde ise aşağıyı algılar. Bu temel düşünceyi Avrupa’ya uyarladığımızda pek çok örneğine de rastlıyoruz. Bu kıtanın pek çok yerinde kuzeyli-güneyli ayrımı vardır. İtalya’da Milano sanayinin, sanatın, modanın merkezidir. Refahtadır. Oysaki Napoli tam bir güney yerleşimidir. Trafik her daim karışıktır; arabalar birbirine çarpar, çoğu zaman durup ne olduğuna bakmazlar bile, çamaşırlar evden eve asılıdır sokaklarda. İngiltere’de, Fransa’da ve pek çok diğer Avrupa ülkesinde insanlar genelde ikiye ayrılır: Kuzeyli-güneyli, zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz… Türkiye’de hiç kuzeydenim ya da güneydenim diyen birine rastlamadım. Hatta Karadenizliyim diyeni duyarız da Akdenizliyim diyeni bugüne kadar hiç duymadım. Kuzey-güney ayrımı ile işimiz olmaz bizim ülkemizde. Mesafeler bir o kadar eşittir. Artvinli de olsa, Antalyalı da olsa…

Farklı ülkelerde kuzey-güney ayrımı yapılıyorken, ülkemizde yapılmıyor oluşunun arkasında çok değerli kişiler vardır, var! Bunlardan biri de geçen hafta kaybettiğimiz Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’dur. Tüm külliyatı ile, 83 yaşına gelmesine rağmen tükenmeyen öğretme isteği ile Türkiye’nin en sevilen bilim insanlarından biriydi.

Ölüm haberi geldiğinde pek çok insan onun için gözyaşı döktü. Sosyal medyada farklı düşünceden, farklı ideolojilerden, farklı kültürlerden gelen insanların aynı kişi için paylaşım yapmasına pek rastlanmazken, Doğan Hoca için milyonlar tek yürek oldu. Onu andılar onun cümleleriyle. “Çocukluk, insanın anavatanıdır” dediler, “Düğün bir maddi güç gösterisi olmamalı, evlenme olgunluğuna gelmemiş olanlar düğünü çok önemser” yazdılar, “Annen yoksa kimsen yok” diye sayfalar ağladı. Doğan Hoca’nın Anadolu kültürüne, yaşayan her canlıya verdiği önemi, sevgiyi hatırlatan kelimelerini bir kez daha hatırladık.

Özellikle de bir söyleşisindeki kelimelerini de tıpkı bir dersteymişiz gibi dinledik.

Diyordu ki Doğan Hoca:

Ben Amerika’da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika’da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. 5 dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle. Türkiye’ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye’de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur. Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı… Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lazım. Benim analığım Yörük’tü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe Teyze dedik. Ben daha 10 yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum. ‘Vurma, oğlum’ dedi. Ben, ‘Sen ne bilirsin, Yörük karısı’ tavrı içinde, ‘Ne var parmak gibi küçücük kuş’ dedim. Analığımın cevabı: ‘Yavrum, canın küçüğü büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah’ dedi. Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım. Konferanstayım, böyle gözyaşı dökerek ağlıyorum. Yanımdaki Amerikalı kadın, ne oluyor bu adama diye meraklanmaya başladı. ‘Ne oluyor?’ dedi. O kadar mutluydum ki, ‘Çok mutluyum’ dedim ağlayarak. Kendi kendime, ‘Ya Rabbi! Çok şükür’ dedim. Sağken bunun farkına vardım. Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz. Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine eşit. Onur eşitliği var. Canın büyüğü küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş. Şu bilinci görüyor musunuz? Nereden geliyor bu? Bu, tasavvuf kültüründen geliyor. Bu yayılmış. Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hâlâ bu mayamızda var. Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş, hiç okumamış köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip onlardan bilgelikler öğrenmek isterim. Bu topraklarda neler birikmiş… Ne insanlık deneyimleri var. Bir de doğadan kopmamış. Sürekli doğayla haşır neşir içerisinde, o bilgelikler bilenmiş. Kitap bilgisi değil. Farkına varmış ve bir yere oturtmuş.

Ölümünden sonra Doğan Hoca hakkında bazı yazılanları okuyup tepki vermemek gerçekten elde değil. Kelimeleri okuyup bunları yazan eğitimli, akademisyen, güngörmüş kişilerin yazdıklarından bahsediyorum. Doğan Hoca’yı Nilgün Bodur, Tuğçe Işınsu gibi kişisel gelişim yazarları ile aynı kategori altında tutup kendisini “sahte filozof” tutanlardan bahsediyorum. Bu ülkedeki en iyi üniversitelerde öğrencileri yetiştiren insanlar bunlar. Ve algıları bu! Doğan Hoca’nın da dediği gibi, “kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor”. Bunun altında kesinlikle farklı dinamiklerin yattığını düşünüyorum. Bu kadar değerli bir bilim insanının arkasından bu denli acımasızca konuşmak “kıskançlıktır”!

Doğan Hoca, öldüğü gün bile bize yine bazı şeyleri hatırlatarak gitti. Dedi ki: “İyinin, gerçek sevgiyi içinde taşıyan bir insanın arkasından herkes ağlar.

Herkes ağladı, hocam. Biz üzüntümüzden ağladık. Sana kötü yakıştırmaları yapanlar aslında kıskançlıklarından ağladı.

İşte… Söz ömrün bir parçası. Bazen bir ömürden güzellikler saçıyor, bazen de kötü kalplilerin ağzından çıkıp can yakıyor. Hayatın değişmeyen kaidesi.

İyi ki seninle aynı yıllarda yaşama şansımız oldu; iyi ki sosyal medyada, canlı yayınlarda senin özüne saygını görebildik; iyi ki bizim Doğan Cüceloğlu Hocamız oldun!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar