FELSEFE TEKNOLOJİ 

VİRAL AĞLAR: HERKESİN HER ŞEYLE BAĞI

Alman Romantikleri, herkesin birbiriyle görünmez ve derin ağlar üzerinden bağlı olduğunu kararlı bir şekilde dillendirirler. Onlar veya başka milletlerden diğer romantikler, kendi kavimlerini, coğrafyalarını, hazır simgesel dünyalarını, dillerini veya zihinsel rahatlıklarını sürekli terk etmeye yönelik itkiler taşımalarından, daha uzaktakiler ve geçmiştekilerle beraber hemen yakınlarındaki başka dünyaları ve varlıkları da anlatmaya çalışırlar. Bu derin başkalık, bir çeşit virüsten dolayı olmasa da, bilmedikleri, bağışık olmadıkları nedenlerle birçoğunun erkenden ölümüne ya da zihinsel olarak geri çekilmesine sebep olur. Başkası, sadece bedenimdeki bağışıklığın değil, zihnimdeki duvarların da dirençlerine yabancıdır. Ondan kaynaklanan bir parçanın bedenimden veya kafamdan içeri girmesi, tahammül edilemez bir deneyime dönüşebilir. Alman olsun olmasın, romantik edebiyat ve düşünce, her eserde yabancı varlıkları öncelikle duymayı ve sonrasında onlar hakkında düşünmeyi dener; dilde, simgeler arasında yeri olmayan bu başkalığı anlatmaya çalışır. Varlıkların birbirlerinden mesafe ve zihin olarak çok uzaklarda yaşamalarından daha ölümcül oldukları bir zamanda bunları tarif eder. Sadece biz değil, o da bize yabancıdır. Örneğin Amerika’nın işgal zamanlarında İspanyollar, Aztek ve İnka toplulukları arasına girdiklerinde kısa zamanda birçoğunun ölümüne neden olurlar. Birisinin hafif ateşle birkaç günde yendiği bir hastalık, aralarındaki tarihsel ve coğrafi uzaklık nedeniyle diğerinin kolayca ölümüne neden olabilir.

Seyahatler daha az, ülke duvarları daha yüksek olduğunda, insanlar daha az yer değiştirdiğinde, her yer kendi romantizminin ifadesi olan bir çeşit egzotizm üretir. Sınırlar aşıldığında, zamansal veya mekânsal uzaklıkların ayırdığı iki ayrı dünyanın insanı birbirine bağışık kalamaz artık. Ama uzaklığın değil de yakınlığın bağışıklık sorunlarına sebep olduğu küresel dünya koşullarında bedenler ve zihinler birbirine daha çok benzemeye başlar. Bu durumda bir yerlerde ortaya çıkan yeni mikroplar karşısında herkesin bağışıklığı topluca işler olmaktan çıkar. Bedenlere veya zihinlere yabancı viral nesne ortaya çıktığında tüm yeryüzü sakinleri etkilenir. Çünkü gezegen bütün olarak ortak bir gen havuzuna dönüşmüş gibidir. Bu koşullarda herkesin her şeyle bağını telaffuz eden romantik tahayyülün daha geçerli olması beklenebilir. Ama alışverişini marketlerden sessizce yapan, işyerine gidip bilgisayarı başında çalışan ve arabayla otoyollar üzerinden yer değiştiren kentliler için bu bağlılık gözden kaybolmuş olabilir.

Herhangi bir salgın, öncelikle bu kökensel bağlılığa veya ortaklığa ait temel bilgileri yüzeye çıkarır. Başkasıyla kader bağı içerisinde ne yapacağımız, ilkel varoluş kaygımız gibi belirir. Žižek ve Harari’nin yakın zamanlı müşterek vurgularında olduğu gibi, bu küresel krizden, kendini yalıtmanın ve bununla uyumlu bir güvenlik devletinin mi, yoksa diğer canlılarla daha dengeli ilişki biçimlerinin mi çıkacağı da sınanacak gibi görünüyor. Üçüncü bir seçenek olarak, yaz aylarında bu ilksel tecrübeyi tekrar unutarak serin sulara atlamak da mümkün. Ama anlamlı dönüşümlerin her zaman için bilinçli bir hegemonyayı, iradi teşkilatlanmayı gereksindiği düşünüldüğünde, bu üç olasılıktan daha barbarca ve daha unutkanca olanların gerçekleşme ihtimali şimdilik daha yüksek gibi görünüyor. Viral durumun eşitlediği, aynı kaygılarda buluşturduğu yeryüzü sakinleri için uygun bir değişim fırsatı ortaya çıksa da, bir araya gelmeye ve yan yana durmaya bağışık fertler için bunun nasıl bir düzlemde gerçekleşeceği büyük bir soru işaretine dönüşmüş durumda. Son zamanlarda dünya genelinde organik bir aydına dönüşen Žižek, bu iradenin öznesini belirsiz bırakır; kendi hâline terk edilmiş fertler veya topluluklarda alışkanlıkların yeniden egemen olacağını bilse de. Ama bu zamanlardan çıkacak yeryüzü farklı bir bağlam yaratacak gibi görünüyor.

Viral koşullar, her ne kadar bazı alışkanlıkları kırmanın zorunlu olduğunu kanıtlasa da, kapalı kaldığımız günleri içinde bulunduğumuz durumla ilgili bir tefekkür imkânı olmaktan uzaklaştıracak ev içi eğlence sistemleri kısa zamanda ortaya çıktı. İnsanların alışkın oldukları hareketliliği ikame etmeye dönük tedbirler erkenden alındı. Yeni medyanın türlü araçları, çevrimiçi müzeler, kütüphaneler, sanal alışveriş seçenekleri, Netflix dizileri veya internette bilmediğimiz alanlara yönelik arkeoloji önerileri, evde kalmayı sıkıntı ve endişe verici bir zaman parçası olmaktan çıkarmaya odaklanıyor. Žižek veya Harari belirsiz bıraksalar da, dönüştürücü iradi eylemlerin, biraz da canı sıkılanların, kapalı kaldıkları yerleri türlü hamlelerle aralamak isteyenlerin, endişelerine çare arayanların büyük eylemleri olduklarını hatırlatmak gerekli olabilir.

Birkaç ay sonra, herkesin her istediğinde dışarı çıkması, turistik seyahatler yapması için yeniden uygun bir zemin açılacak olsa da, her yerin artık birbirine benzemeye başladığı bir dünyada turizm uzun zamandır biraz da alışkanlıkla yürütülen bir etkinlik gibi görünebilir. Turizm eskisi kadar büyüleyici tecrübeler sunmadığı gibi, ekonomik sistem de fiziksel bağlantıları daha gereksiz kılmaya başlamış görünmektedir. Örneğin 1980’lerde Almanya’da çalışanların izin dönemlerinde evlerine getirdikleri bavullar bizimkine benzemeyen bir dünyanın eşyalarıyla dolu olurdu. Ama şimdi Almanya’da doldurulan bir bavulda aşina olmadığımız bir şeylere rastlama ihtimalimiz neredeyse yok olmuş durumdadır.

İşleri evde kalarak yapmanın, Franco Berardi gibi söylersek, “sermayenin aksiyomatiği” üzerinde çalışan sistemin yeni yönelimi olduğu artık anlaşıldı. Telekonferans ve uzaktan topluca çalışma araçları ofis ortamını gereksiz kılmaya başlayabilir. “Dördüncü Sanayi Devrimi” denilen modelin gereksindiği çalışma ortamının artık fiziksel alanlar, ofisler olmadığı biliniyor. Bu dönemle birlikte daha çok sanallaştırmanın, bulut teknolojilerin, yerden bağımsız yapılanmaların modellenmesi önem kazandı. Üreteceği türlü ve yeni eşitsizlik biçimleri yanında, bu sistemin çevre dostu olduğu, şehir içi insan ve araç trafiğini azaltacağı da öngörülüyor. Yeryüzünün hem kalabalıklaşan hem de günden güne daha çok hareket ettiği için olduğundan da kalabalık görünen nüfusunu eve kapatmak bu dönüşümün bir hedefi gibi. Özellikle kablosuz iletişim teknolojileriyle, sanal dünyalardan, işe gitmeden de denetim altında tutulabilen çalışanlar yaratmak bu modelin bir parçası olabilir. Kişiler arasındaki yoğun ilişkilere ve fiziksel temasa dayalı bir iş modelinin yerini, yoğun ve güçlü veri aktarım ve depolama altyapısıyla insanları sosyal mesafe içerisinde yerleştirmek isteyen bir mantık, salgın sonrası zamanların asıl kazananı olacak gibi görünüyor. Fiziksel olarak bir arada çalışanların doğal dayanışma ağlarını da yok ederek güvenceleri en aza indirgenmiş insanlardan oluşan bir çalışan topluluğu yaratmak, herkese freelance bir uzman gibi başvurmak bu “endüstri devrimi”nin temel amacı gibi görünüyor. Eğer bu emeğin taşıyıcısı vasıfsız ise, onu kendi güvencesiz hayat çevrimi içerisine kapatmak veya yalıtmak da bu dönüşümün arka yüzü gibi anlaşılabilir. Evden çalışabilen uzmanların yanında, fiziksel temasın, sosyal yakınlaşmanın zorunlu olduğu alanlarda, “prekarya” sınıfından insanlar gibi, düzenli olarak düzensiz işlerde çalışan bir emek dünyasının açığa çıkması beklenebilir.

KAYNAKÇA:

  • Berardi, Franco (Mart 2020); “Psiko-Deflasyon Günlükleri”, çev. Gözde Erdoğan ve Çağrı Uluğer, Terrabayt.com.
  • Žižek, Slavoj (Mart 2020); “Koronavirüsü, Kapitalizme ‘Kill Bill-vari’ Bir Darbedir, Komünizmin Yeniden İcat Edilmesine Yol Açabilir”, Terrabayt.com.
Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar