POLİTİKA 

KASIM’IN 10’U

Çocukluğumuzda “Gözleri denizlerden mavi, bakışları güneşten sıcak.” diye başlardık dizelere.

Oysa güneşten sıcak bakışlar, hüzünlü ve soğuk bir kasım ayına bırakmıştı kendini. Masmavi gözler ise fırtınalı ve yağmurlu bir denize…

Yıl bin dokuz yüz otuz sekiz, mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım, günlerden perşembe ve saat dokuzu beş geçe…

Bir feryat kopmuştu Anadolu’nun bağrında. Çanakkale’den, Conkbayırı’ndan, Anafartalar’dan, Sakarya’dan, Kocatepe’den duyulmuştu bu feryat.

Bu feryat: “Gitme Ata’m, daha çok erken!” diyordu.

Sessizlik karışmıştı sararan yapraklara, hüzün kaplamıştı toprağı, kuşlar bile sessiz uçmuş, bulutlar kararmış ve güneş çok erken batmıştı o gün ülkeye. Ve bir daha öyle doğmamak üzere…

Ağıt yakıyordu Anadolu; giden Kahraman’ına, Yol Gösteren’ine. Bir daha öyle birinin gelmeyeceğini bilir gibi. Gelmedi de…

O; kısacık zamanda milletine modern dünyanın kapılarını açmıştı. Gecesini gündüzüne katarak küllerinden doğmuş bir ülke yaratmıştı.

Elli yedi yıllık ömründe yalnızlıklar, uykusuz geceler, savaşlar yıldırmadı onu. Çalıştı ve yapılması gerekeni yaptı, olmayanı oldurttu. Ülkesine ve milletine sahip çıktı. Kaçmadı, satmadı, ihanet etmedi; yalnızca milletine inandı ve milletini yoktan var etti.

Siren sesi, insanı alıp götürüyor 1938 yılının o hüzünlü perşembesine. O an bir ölüm sessizliği sarar etrafı. Herkes ölür: çoluk çocuk, genç yaşlı…

O siren sesiyle bir bütün olur herkes ve Anıtkabir’de buluşur, Ata’nın yanında bitiverir. Bu toprakların bağrından kopan herkes, Kasım’ın 10’u olur.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar