SÖZLÜKTEN SİLİNEN SÖZCÜKLER, DEYİMLER, ATASÖZLERİ
-ADANA-
Birkaç yıl önce bazı deyim, özdeyiş, atasözü ve sözcüklerin cinsiyet ayrımı, etik, genel ahlak gibi nedenlerle sözlükten çıkarılması gündeme gelmiş, galiba çıkarılmıştı da.
Konuyu yakından takip etmediğim için bu uygulamanın devam edip etmediğini bilmiyorum.
Tartışmayı çıkaranlar, bu “sözlükten silme” uygulamasını gündeme getiren deyim, atasözü, özdeyiş ve sözcüklerin büyük çoğunluğu, hatta belki de tamamı hakkındaki olumsuz düşüncelerinde haklıydılar.
Belki de yüzyıllar öncesinin ahlak, toplum ya da din kurallarıyla dilimize ve kültürümüze girmişti bu “tabirler” ve artık günümüzün ahlak ve toplum anlayışından çok uzaklaşmışlardı.
Kötüydüler, yanlıştılar, etik değildiler… Ancak bunlar, yanlış da olsalar kültürün bir parçası değil miydi?
Yanlış da olsa kültürün bir parçası olan sözcük, deyim, özdeyiş, atasözünün kültürden yasa ile, yönetmelik ile bir kurulun, küçük ya da büyük bir kitlenin kararı ile silinmesi ne kadar doğruydu?
Bugün –yerden göğe kadar haklı da olunsa– bazı sözcüklerin, deyimlerin, özdeyişlerin, atasözlerinin yanlış olduğuna karar verilip sözlükten silinmesi, yarın başka kültürel varlıkların başına da gelebilir miydi?
Dil ve kültür, yaşayan varlıklardı. Birçok kavram gibi sözcükler, özdeyişler, deyimler, atasözleri de toplumun koşullarına göre doğuyordu ve toplum ona ilgi gösterir, değer verir, kullanırsa, yani besleyip büyütürse yaşıyor, aksi takdirde ölüyordu.
Kültürel varlıkların yok edilmesinin, yasaklarla ya da bir grubun kararıyla değil, toplumun ilgisiyle (ilgisizliğiyle) ve sevgisiyle (sevgisizliğiyle) olması gerekmez miydi?
Benzer yok etme, silme kararını yarın başka bir grup, “kendince haklı başka sebeplerle” alırsa ne olacaktı?
Sözlükten silme kararlarının konuşulduğu o günlerde, bu mevzular beni çok düşündürmüştü.
“Kötü, zararlı, yanlış” sözcüklerin, deyimlerin, atasözlerinin, özdeyişlerin sözlükten silinerek yasaklanması ve böylece temiz, ahlaklı bir toplum oluşturulacağının düşünülmesi bana ‘Demolition Man’ (Cezalandırıcı) filmini hatırlatmıştı o zamanlar.
Yönetmenliğini Marco Brambilla’nın yaptığı, başrollerini, Sylvester Stallone, Sandra Bullock ve Wesley Snipes’in oynadığı ‘Demolition Man’ (Cezalandırıcı) adlı, 1993 yapımı film – Sylvester Stallone’nin sıradan görünen, vurdulu kırdılı bir “aksiyon” filmi olduğu için belki de çoğumuz izlememişizdir. Bu filmde, ahlaklı, temiz, sağlıklı, suç ve suçludan arındırılmış, barışçıl, kusursuz (!) bir toplum kuran Dr. Raymond Cocteau (Nigel Hawthorne) “kötü” her şeyi yasaklamıştı. Kaba konuşmalar, sağlıksız yiyecekler (tuz bile!), cinsellik, kısaca insan ve toplum sağlığına zararlı her şey yasaktı ve yasaya uyulmazsa cezası vardı. Ceza makinesi, yirminci yüzyıldan gelen ağzı bozuk polis John Spartan’a (Sylvester Stallone) aralıksız ceza makbuzu kesiyordu!
Peki, Raymond Cocteau yönetimi bu yasaklarla başarılı olabilmiş, “temiz” bir toplum oluşturabilmiş miydi?
Bu sorunun cevabını filmi izleyenler ve izleyecek olanlar versin bence.
Cidden… Kültür üzerinde uygulanacak baskıyla, yasaklarla, cezalarla, zararlı kavramlardan arı, “temiz” bir toplum oluşturulabilir mi?
Yeri gelmişken…
Benzer düşünceleri ya da kaygıları bugün de “Politik Doğruculuk” (Political Correctness) akımı için taşımaya başladım.
Son zamanlarda hayli popüler olan ve iyi niyetli, doğru çabaların ötesine geçip kantarın topuzunu kaçıran, toplumsal kültürün birçok alanında ciddi bir baskı unsuru olmaya başlayan “Politik Doğruculuk” akımı üzerinde de ciddiyetle düşünmek gerekiyor galiba.
Neyse… Bu da başka bir yazının konusu olsun.
NOT: ‘Demolition Man’ (Cezalandırıcı) filmindeki polis John Spartan’ın kaba sözlerine ceza yazılan sahneyi paylaşıyorum: İzlemek için tıklayınız.