KAYAKÖY VE SÖNMÜŞ OCAKLAR
-ADANA-
Çektiğim fotoğraflara bakarken hatırladım… Bir anda daldım gittim…
2017’nin yazıydı… “Birkaç gün kafa dinleyelim, biraz da gezelim” dedik… Gezi seçeneklerini masaya yatırdık ve “Çok uzak be! Dünyanın yolu!” mızmızlanmalarımıza kulak asmayıp, Fethiye’ye gitmeye karar verdik.
Zaman zaman, yüzyıllardır araba kullanıyormuş gibi bir yorgunluk, bıkkınlık, yılgınlık ya da benzer herhangi bir sözcükle adlandırabileceğimiz uzun, çok uzun bir araba yolculuğundan sonra Fethiye’ye vardık.
Deniz, yamaç paraşütü vesaire çok umurum değildi. Kayaköy’ü görmeyi çok istiyordum.
Kısa, birkaç günlük tatil içindeki koşuşturmacalar arasında, Kayaköy’e uğradık.
Nispeten uzun bir zaman ayırıp Kayaköy’ün sokaklarında dolaştım.
Doğanın insafına (ya da insafsızlığına) terk edilmesinin üzerinden geçen uzun yılların ardından verdiği viran görüntüyü saymazsak, sanki daha birkaç hafta önce yüzlerce insan burada yaşıyormuş da dün ya da önceki gün terk edip gitmişler gibi bir duygu uyandı bende.
Sokakların içinde oynayan çocukların kahkahaları, bağırıp çağırışları, evlerin kapısının önünü süpüren kadınlar, pencerelerin önündeki çiçekler, bacalardan tüten dumanlar, yorgun bir şekilde işten evine dönen babalar, kapıda onları bekleyen anneler geldi gözümün önüne.
Hüzünlendirdi beni Kayaköy’ün şimdi sadece turistlerin dolaştığı, terk edilmiş taş sokaklarında yaptığım o bir-iki saatlik yürüyüş.
En çok da her evde gördüğüm yıkık dökük ocaklar üzdü beni. “Ocağın sönmesi denen şey bu olsa gerek” diye düşündüm… “Kötülerin, ‘Senin ocağını söndürürüm!’ diye tehdit ettikleri insanların akıbeti bu oluyor demek ki” dedim kendi kendime…
Çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek… Kim bilir kaç nesildir yaşadıkları o köyden ayrılırken, evlerine son bir kez nasıl baktılar, bakarken ne hissettiler acaba?
Of ya! Of ya!
Of ya!
________________________________
Fotoğraf: Mustafa Öncül / Kayaköy – Fethiye 2017