TOLADİR
-İSTANBUL-
Bir mucizeye tanıklık etmek! Hem de yerin bilmem kaç metre altında bir metronun içerisinde. Daha önce mucize deneyimim olmamıştı. Anlatım heyecanımı mazur görün. Akşamüzeri iş çıkış saati ve yağmurlu bir İstanbul. Kalabalığı ve yarattığı girdabı tahmin edebilirsiniz. Ben de kapıldım çekim gücüne.
Aslında işsiz olduğum için, o vakitte metroda olmamı gerektirecek bir neden yoktu. Kadıköy’de aylak aylak dolanmıştım bir süre. Birkaç çay, Moda Caddesi’nde renkli bir yürüyüş, sahaf tezgâhlarına hızlı bir göz atış ve eve dönüş. Sıradan bir işsizlik günü… Ancak, bugün Kadıköy mesaime geç gelince, dönüşüm de fark edemeden geç vakte kalmış oldu. Metro istasyonuna vardığımda benden önce binlerce kişi gelmişti bile.
Uzmanlık gerektiren itiş kakış sonrası ve ikinci gelen metroda, kapıların ortasındaki direkle bütünleşecek şekilde kendime yer bulabildim. Ölmeden yedi durak dayanabilirsem sonrasında rahatlayacağımı bilerek direğin kollarına bıraktım kendimi.
Sekizinci duraktan itibaren kalabalık azalınca etrafını fark etmeye başlıyorsun. Üç-dört durak daha geçince bazı yolcular, hikâyelerinde kahraman bile olabiliyor. Zamanı geçirmenin ve metronun zaman zaman insanın üzerine çöken kasvetini unutmanın en iyi yolu benim için. Bu akşam, on ikinci durakta başlamaya karar verdim başrolün sahibini aramaya.
Ayakta olan az sayıda yolcudan biriydim. Gerçi vagonlar boş olsa da oturmayı sevenlerden değilim. Bazen koltuğun kendisinden rahatsız oluyorum, bazen de yanımda ya da karşımda oturandan. Göz göze gelmekten, hızlıca bakış kaçırmaktan hoşlanmıyorum. Karşı tarafın tedirgin olacağı hissi daha ağır basıyor böyle anlarda. Ya yere sabitliyorum gözlerimi ya da kapatıyorum. Ama ayakta olunca daha özgür hissediyor insan. Vagonun geniş bir alanını izleyebiliyorsun rahatlıkla. Aynı zamanda camlar sayesinde doğrudan bakmadan da insanları incelemek mümkün olabiliyor.
Gözüm, sağ çaprazımda benden dört-beş metre kadar ileride oturan bir kadına takıldı. Çiçekli eşarbı, eşya dolu plastik poşeti ve yüzündeki yorgunluktan gündelikçi olabileceğini düşündüm. Bana yönelttiği bakışlarından gözlerindeki derin acıların izlerini çok açık görebiliyordum. Bir yakarış ya da haykırış, öyle bir his vardı sanki içinde. Belki de içinde bulunduğum ruh halinden dolayı, çok etkilendim bu bakışlardaki gerçeklikten. İlk defa kaçıramadım gözlerimi bir süre. Sonraki iki durak boyunca da yerden kaldıramadım.
Kaç durak geçtik hatırlamıyorum ancak genelde kimsenin binmediği bir durakta, bir çift bot girdi vagondan içeriye. Evet, tam olarak okuduğunuz gibi bir çift siyah bot –postal gibi olanından– açılan kapıdan içeri adımlayarak girdi ve kadının ayaklarının yanında durdu. Şoklanmış bakışlarımız birbirine geçmiş halde göz göze geldik kadınla yeniden. Sesimiz çıkamayınca gözlerimiz bir altyazı arıyordu yüzlerimizde.
Vagonda az sayıda ve dağınık halde oturan diğerleri, uyukladıkları için fark edememiş görünüyorlardı yeni yolcuyu. Bindiği anı kaçırdılarsa kadına ait bir çift bot diye düşünmüş olmalılar. Ben bota kadın bana, o bota ben kadına ve her ikimiz bota bakarak şoku atlatmaya ve olayı anlamaya çalışıyorduk.
Metro, durak öncesi yavaşlarken botlar birden kadının ayağını sarmaya başladı. Kendi iradesi dışında sarmalanıyordu kadın. Bot uzadı ve bacaklarının tamamını kapladı. Etraftakiler hâlâ farkında değildi. Dışarıdan bir tek ben görüyordum, kadın da yaşıyordu bu anı. Durduğumuz anda ve kapılar açılır açılmaz kadının botlar tarafından ayağa kaldırılışına ve vagondan indirilişine tanık oldum. Yaşadığı şoktan dolayı sesini bile çıkaramamıştı, çıkaramamıştım. O dışarıda ben içeride korku ve şaşkınlık dolu gözlerle bakıştık uzaklaşırken.
Oturduğu yere doğru baktığımda, koltuğun üzerinde bir kâğıt parçasının olduğunu gördüm. Yavaşça o tarafa doğru geçip etrafa fark ettirmeden kâğıdı elime aldım. Üzerinde sadece “Toladir” yazıyordu. Bu kelimenin ne anlama geldiğini düşünürken metro sonraki durağa doğru hızlanmaya başlamıştı.
Eve vardığımda hâlâ şaşkın ve endişeli halde ne yapacağıma karar vermeye çalışıyordum. Polisi arayıp durumu anlatmayı düşündüm. Ancak kendime bile saçma gelen bir olayın, polisteki etkisini tahmin etmek hiç de zor değildi. Deli diye gönderirlerdi muhtemelen. Etrafımda anlatabileceğim kimse olmadığı gibi olsa da verilecek tepkinin ne olacağı malumdu.
En iyisi olanları sindirmeye çalışayım diyerek hem yaşadıklarımdan hem de yorgunluktan televizyonun karşısında koltuğa bıraktım kendimi. Botların bir robot gibi kadının ayaklarını sarması ve koltuktan hızlıca doğrultup kapıdan çıkarması gözümün önünden gitmiyordu. Toladir ne demek merak ediyor, olup biteni anlamaya çalışıyordum. Kamera şakası olabilir miydi acaba? Ya da paralel evrene kısa bir yolculuk? Düşünce gücüyle hareket mi? Sonuncuyu temenni olarak da aklımdan geçirdim. Bakışlarım tavana dikili, ufkumun yettiği tüm olasılıkları değerlendiriyordum.
Gözlerimi açtığımda ortalık aydınlıktı. Cep telefonumdan saate bakmaya çalışırken açık kalan televizyonun kumandasını elime aldım. Saat öğleni çoktan geçmişti. Uzun zamandır bu kadar saat kesintisiz uyumamıştım. Kanalları hızla geçerken tüm haber kanallarında görünen son dakika bandını, son durduğum kanalda isteksizce de olsa okumaya başladım.
Büyük bir saldırıdan bahsediliyordu. İstanbul’un dış mahallelerinden birisinde olmuştu olay. Aynı aileden üç kişi öldürülmüştü. Bütün muhabirler olay yerinde, kameralarının karşısında bir şeyler anlatıyorlardı. Aslında son yıllarda benzer cinayetlerin sayısı arttığı için bu kadar ilgi görmesine şaşırdım. Genelde ana akım medya gelir, hızlı bir haber yapıp geçerdi. Ancak ortalık çok kalabalık görünüyordu ekranda. Polisler, olay yeri inceleme, özel harekât ve ilgili diğer ekipleri de görünce dikkatimi iyice habere verdim.
Anlatılanlar, daha çok öldürülenlerin kimlikleri üzerinde dönüyordu. Saldırgan yakalanamamıştı. İstanbul’a altı yıl önce taşınmış bir aileye ait evde, baba, erkek kardeşi ve oğlu öldürülmüştü. Oğul cezaevinden çıkalı iki ay olmuş, küçük bir kız çocuğuna tecavüz ve cinayet suçlamasıyla yargılanmış, öldürülen çocuğun akrabaları olduklarından bahsediliyordu. Çocukcağız, işkence görerek öldürülmüştü üstelik. Ancak benzer vakaların çoğunda olduğu gibi, yeterince delil bulunamamış, şikâyetler geri çekilmiş ve yattığı süre göz önünde bulundurularak tahliye kararı verilmiş. Aslında suçu babanın işlediği ve oğlunun üstlendiği iddia edilmiş yargılamalarda. Hatta amcanın da olayın örtbas edilmesinde suç ortağı olduğu dile getirilmiş. İki yıl önce gerçekleşmiş bir olaydan parça parça notlar ve insanı çileden çıkartacak bazı detaylar da aktarıyordu muhabirler.
Ancak medyanın bu kadar ilgisini çekmesin sebebi, yukarıda anlattıklarımdan ziyade öldürülme şekilleri olmuştu. Üç cesedin de kafaları neredeyse tanınmayacak halde ezilmişti. Haber, sosyal medya kanallarına da hızlıca düştüğü için sansürsüz görüntüleri oradan görmek mümkündü. Ben de bir taraftan televizyona bir taraftan da sosyal medyaya bakarak olayı anlamaya çalışıyordum.
Görüntüler çok korkunçtu. Tam anlamıyla kafaların pestili çıkarılmıştı diyebilirim. Ezilmiş ve toprağa sıvanmış halde duruyorlardı. Sanki üzerlerine dev bir kaya parçası düşmüştü. Dikkatle bakınca cesetlerin biraz uzağındaki bir görüntü tanıdık geldi. Fotoğrafı biraz daha yaklaştırdığımda gözlerime inanamadım. Bir çift siyah bottu bu. Dün metroda gördüğümün aynısı. Cesetlerin biraz uzağında, sanki onları seyreder gibi duruyordu. Şaşkınlık içerisindeydim. Sürekli botun fotoğrafına bakıyor, bu tuhaf durumu anlamlandırmaya çalışıyordum.
Bir anda bıraktım her şeyi. Görüntüler, televizyon, telefon ne varsa… Kafamı daha fazla bulandırırsam içinden çıkamayacağım bir hale dönecekti durum. Kendimi hızla evden dışarı atmam ve dikkatimi dağıtmam gerekiyordu. Garip olaylar silsilesinden sıyrılmak ve normale dönebilmek amacıyla Kadıköy’e gitmeye karar verdim. Bir şeyler atıştırıp kalabalıkta kaybolmak iyi gelecekti her zaman olduğu gibi.
Metroya binerken endişelenmedim dersem yalan olur. Tedirgin bir şekilde binip, hızla etrafımı kolaçan ettim. Ne kadın vardı ne de bot. Bir rahatlama geldi ve bu sefer gidip bir koltuğa oturdum. Gözlerimi açtığımda kaç durak geçmiştik hatırlamıyorum. Ama asla unutamayacağım şey tam karşımda duruyordu: Dün gördüğüm kadın. Aynı kıyafetler ve aynı poşetle. Hemen ayaklarına baktım. Botlar yoktu. Ayakkabıları da aynıydı. Göz göze geldik ve yaklaşık otuz saniye kadar bakıştık. Bu bakışmada, daha önce gördüğüm acı ve haykırış hissi yoktu. Daha çok, kızının saçlarını tarayıp usulca yatağına yatırmış bir annenin huzuru vardı.
Yerinden kalkıp yanıma oturdu. Biraz tedirgin oldum ama şefkatle kolumdan tutup bir kâğıt uzattı. Sonraki durakta inip gözden kaybolduğunda verdiği kâğıdı okumaya başladım:
“Ben Toladir. Telafisi Olmayan Acıları Dindirme Robotu. Acıya gerçekten ortak olan iki gözün nöron etkisi, en gelişmiş yapay zekâdır. Acıyı hafifletmek ya da daha fazla acıtmasına engel olmak için zihninde yaratıldım, zihinlere aktarıldım. İhtiyacın olduğunda acı ortağını bul, nöronlarınızdan türet yeniden beni…”