EDEBİYAT 

OTOPSİ MASASINDAKİ BAĞIMLI

Az önce gelen cesedin otopsi raporu için bu akşam da eve erken gidemeyeceğim. Canım sıkıldı açıkçası. Kaç gündür gelen cesetler ve onların otopsi raporları iyice yordu beni. Arkadaşlarla buluşup iki tek atma hayalimi bir gün daha ötelemek zorundayım. Bir günle kalırsa tabi!

Şehrin çivisi çıkmış durumda. Hemen hemen her gün çok sayıda ve tuhaf biçimde ölen insanlar geliyor. Suyundan mı havasından mı, bilemiyorum; ama önü de pek alınamıyor. Bunun için çaba sarf eden var mı, ondan da emin değilim. Açıklaması zor olan her ölüm, adli tıp morgunda alıyor yerini. Çok yorucu ama bazen bir o kadar da ilginç olabiliyor bu durum. Sonrası ölçme, biçme, dikme şeklinde sonlanıyor. Benim gibi çömez sayılabilecek kıdemde bir uzmansan, geceye sarkan işlerden kaçma şansın kalmıyor maalesef.

Bazen bu mesleği neden seçtiğim üzerine kendimle ciddi tartışmalara giriyorum. Özellikle gece yarısı morga girmek ve otopsi masasında geçirdiğim uzun saatler kendime bakışımı değiştiriyor. Salak diyorum en hafifiyle, ha savaş muhabiri olmuşsun ha adli tıp uzmanı. Diğerinde hiç olmazsa farklı ülkeleri de görürdün ölülerle beraber. Olay yeri inceleme dizilerini bu kadar çok seyretmemeliydim. Diziyle gerçek arasındaki farkı içine girdikten sonra anlıyorsun.

Bunları düşünerek geçtiğim koridorlar, yeni cesedin olduğu yere götürüyor yine beni. Odada sadece görevli personel var. En az yirmi yıldır morgla otopsi odası arasında ceset taşıyor. Evde çocuklarına ya da arkadaşlarına işinden nasıl bahsediyor acaba? Nasıl bir motivasyonla geliyor her gün işe? O kokuya nasıl dayanıyor? Ben, çok da uzun olmayan bir zamandır burada olmama rağmen dayanmakta zorlanıyorum.

Detayları incelemek için elime aldığım dosyanın üzerine iki soru işareti konulmuş. Bu, polisin hazırladığı ön rapor… Cesedi buldukları yerde hazırlamışlar. Ama olması gerekenden daha boş bir rapor… Sanki anlamamışlar da âdet yerini bulsun diye doldurmuşlar hissi veriyor. Büyük puntolarla yazdıkları şu not dikkat çekici: “CEP TELEFONUNU ELİNDEN AYIRAMADIK.

Yazıya çok da anlam veremeden cesedin üzerindeki örtüyü kaldırıp incelemeye başlıyorum: En fazla 16-17 yaşlarında genç bir kız. 1.55 boylarında, olması gerekenden daha zayıf görünüyor. Yanaklarının içeriye çöküklüğü ve dudaklarındaki renksizlik, yemek konusunda sıkıntıları olduğunun işareti… Gözlerinin etrafını damarımsı, belirgin ince çizgiler sarmış. Bakışlarında da bir şaşkınlık hali var. İlk bakışta vücudunda ne kanlı bir bölge ne de darp izi görünüyor. Yüzüstü yatırdığımda da farklı bir tablo yok. Bu bulgular beni şaşırtmadı dersem yalan olur.

Sıra ellerine geliyor. Okuduğum nottan sonra cesedin elindeki telefonu görünce incelemeyi sona bırakmıştım. Telefonu almaya çalışıyorum; ama mümkün değil. Şaşkınlık içerisindeyim. Belki de aşırı ısınma nedeniyle deriye yapışıp kaldı. Ya da genç kız elinden düşmesin diye yapıştırdı. Aklıma başka bir şey gelmiyor. Tekrar zorluyorum; ama çıkarmak mümkün değil. Sanki doğal bir uzuvmuş gibi. Çok garip bir tabloyla karşı karşıyayım. Beni seyreden görevli de anlam veremiyor duruma. Hatta hareketlerinden çıkarmayı denemek istediğini düşünerek onu da çağırıyorum. Hiçbir şekilde elinden ayıramıyoruz.

Bu anlaşılmaz durumu çözebilmek için otopsiye elinden başlamaya karar veriyorum. Avuç içinden, telefonun hemen üstünden başlayarak omuzuna kadar açıyorum kolunu. Yanımda şaşkınlık ve korkuyla beni izleyen görevliyle gözlerimiz fal taşı gibi açılıyor. Normalde ortalıkta bol miktarda kan olması gerekirken bir damla bile akmıyor. Damarlarına doğru baktığımda hayretim ve şaşkınlığım bin kat daha artıyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum açıkçası; çünkü damar görünmüyor. Damar olması gereken yerlerde sanki saç teli gibi kıllar var (ya da kıl benzeri) ve kolunun her yanını sarmış.

Diğer kolunu da yine avucundan açmaya başladığımda, aynı durumla karşı karşıya kalıyorum. Sanki saçlar içe doğru uzamış ve damarların, hatta sinirlerin yerini almış. Bu sefer boyun hizasında göğsünü açmaya karar veriyorum. Testere ile kesmeye başladığım göğüs kafesinin içerisinde kalp yerine bir saç yumağı duruyor sanki. Aynı saç kılları oradan her tarafa dağılıyor.

Görevliden kameranın kaydını açmasını istiyorum. Belki de tarihi bir otopsi olacak. Tıp literatürünün ilk defa karşılaşacağı bir vaka olduğundan eminim. Göğüs kafesini iki yana doğru açtıktan sonra akciğerleri kontrol etmek için baktığımda, bir organdan daha çok bilgisayar ana kartına benzer bir şey görüyorum. Durum giderek gerçeküstü hale dönüyor. Görevliden yardım istemek için döndüğümde ortada olmadığını fark ediyorum. Akciğeri işletim devresi gibi olan bir cesede alışık değil tabii. Kurumu bile terk etmiş olabilir.

Otopsi odasında tek başıma ve garip bir cesetle baş başayım. Ne yapmam gerektiğiyle ilgili o kadar çok şey öyle hızla geçiyor ki zihnimden, herhangi birini yakalayamıyorum bile. Kendimi olayın akışına bırakıp bacaklarını kasıktan başlayarak açtığımda da manzara farklı değil. Her iki bacak da aynı şekilde, saç teli ağıyla kaplanmış.

Biraz geriye doğru çekilip her tarafı kesilmiş cesedi incelemeye başlıyorum. Bacaklar, akciğerler (ana kart diyelim), kalp, kollar ve her yanı kaplamış kıllar. Birden dikkatim tekrar cep telefonuna kayıyor. Otopsi esnasında onu tamamen unuttuğumu fark ediyorum. Telefonu avuçla birlikte elime aldığımda, koldan uzayan kılların telefonun arka tarafından çıktığını fark ediyorum. Her yanı saran bu kılların çıkış yeri sanki bu telefon gibi duruyor.

Merakım ve endişelerim artarken telefonu açmayı hiç denemediğim geliyor aklıma. Belki de işin çözümü ya da açıklaması burada. Hemen açma tuşuna basıyorum; ancak bir hareket yok. Siyah ekran aynı şekilde duruyor. Şarjı bitmiş olabilir mi acaba? Benimkine benzer olduğu için cebimdeki güç kaynağını çıkarıp kablosunu telefona takıyorum. Yaklaşık bir dakikalık bekleme süresinin ardından ekranda bir hareket beliriyor ve parmak izi şifre karşıma çıkıyor. Neyse ki parmakları kesmemiştim. Hemen telefona okutuyorum cesedin parmağını ve telefon açılıyor.

Ekranda ilk beliren, kocaman bir @ işareti… Ama kıvrımın ucu sanki telefonun ekranından içeriye doğru çatallanarak devam ediyormuş gibi görünüyor. Sanki o kılların başlangıcı burasıymış gibi. Bu durum beni çok korkutuyor açıkçası. Şimdi odadan kaçma isteği beni de sarmaya başlıyor. Korku artmaya başlayınca merak da azalıyormuş. Tam çıkacakken telefonun ekranında büyük puntolarla bir yazı akmaya başlıyor. Şaşkınlık ve dehşet içerisinde okumaya başlıyorum: “BİZ ONU SEÇMİŞTİK. TELEFONUN ÖZ ÇOCUĞUYDU. ONUN İÇİN YARATTIĞIMIZ BU DÜNYADA TÜM UYGULAMALARI ÖNÜNE SERDİK. YEDİKLERİ KUSURSUZ, GEZDİKLERİ SINIRSIZ, GİYDİKLERİ BENZERSİZ GÖRÜNSÜN İSTEDİ. HEPSİNİ YAZDIK. O DA HERKESE GÖSTERDİ. ONA SADECE BİR ŞART KOŞTUK: ŞARJINI ASLA BİTİRMEYECEKSİN! AMA YAPAMADI. SONUNDA UYKUSUNA YENİK DÜŞTÜ VE KAYBETTİ. HER ŞEYİNİ HEM DE. ŞİMDİ İSE…

Yazının devamını beklemeden bırakıyorum elimden.

Daha fazla devam etmenin iyi sonuçlar doğurmayacağı çok açık. Testereyi hızla elime alıp kıl, kablo ya da her neyse kesmeye başlıyorum. Kopan kıllar sanki canlıymış gibi sağa sola savrulmaya ve kıvrılmaya başlıyor. Kopan birkaç tanesini alıp bakmaya çalışırken birden elime sarılıyor. Onu takiben, ucu kesilmiş olanların tamamı elime dolanıyor. Bir taraftan kurtulmaya, bir taraftan da kaçmaya çalışıyorum; ama kolumu kurtarmam mümkün değil. Cesette bulunan kıl görünümlü ağın tamamı bana doğru hareketleniyor ve dokundukları her yerden sarmaya başlıyor.

Vücudumun içine doğru girdiklerini hissediyorum. Sanki sinirlerim uyuşmuş gibi yerimden kımıldayamıyorum. Panik, korku ve çaresizlik içerisindeyim. Yardım için bağırmaya başlıyorum. Her yanımı kaplayan kılların arasından görevlinin odaya girişini görüyorum. Avazım çıktığı kadar bağırarak testereyle kılları kesmesini haykırıyorum. Eline aldığı testereyle bir tutam kılı koparmayı başarıyor. İkinci darbesi, boğazımı saran kılları kopartırken şahdamarımı da parçalıyor…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar