EDEBİYAT 

GÖZYAŞI YASTIĞI

Bir gün sokakta yürürken, kendiliğinden ve birdenbire içimde bir tel koptu. Ben öyle hissettim. Tüm vücudumu dolaşan elektrik akımı saç diplerimden uçtu, gitti. Neden oldu, ne tetikledi, bilmiyorum; ama o günden sonra benim için çok şey değişti. Bir kere hayata bakışım değişti. Hayata değil, boşluğa bakışa döndü benim için. Maddi ve manevi tüm yüklerimi de o boşluğa gönderdim. Hiçbir şey yapmama evresine geçtim. Tek odalı, beni dönüştürün diye yalvaran ve kendisine ev denme beklentisi içinde olan bir yerde açlığımla yaşamaya çalışıyorum. Memleketten gelen erzak bitene kadar tokum. Sonrasında ise dayanabildiğim kadar aç. Artık çalışmayı sevmiyorum ve her şey çalışmadan da benim olabilsin istiyorum.

Yaşadığım yerden fazla uzaklaşmadığım için, bizim semtte dolaşanların yüzümü tanıma ihtimali yüksektir. Belki siz bile görmüşsünüzdür. Akılda kalacak bir yanım olduğundan değil de ortalıkta dolaşmamdan. Nadiren de olsa alıcı gözle bakanlar olmuyor değil. İçimi okşuyor; ama gerçekçi olmam gerekirse, çaya verecek parayı bile zor bulduğumdan, gözlerini ilk kaçıran ben oluyorum. Daima sokağa bakan duvara yaslanmış ve elimde kahve bardağıyla izliyorum etrafı. Bu, haftalık bardağım. İçini dolduracak para olmayınca, poz verme koleksiyonumdaki karton bardaklardan kullanıyorum. Hani şu tek kahve içerek gün boyu oturduğunuz mekâna ait olanlardan.

İki üniversitede okudum. Bir süre tabii. Sonra, daha basit bir hayatım olmasına karar verdim.  Sorgulamadım da. Sanki hiç öncesi olmamış ve içimde hiçbir şey birikmemiş gibi birden karar verdim ve bıraktım. Yalan da söylemedim anneme. Babam olsa belki söylerdim. Çünkü ağlayan bir babanın açtığı yara, kanını ömür boyu sızdırır, bilirim.

Annem, iki kardeşimle birlikte memlekette yaşıyor. Oralarda geçinmek ve hayata tutunmak daha kolay… Beni ne kadar seviyorlar ya da hâlâ seviyorlar mı, emin değilim. Kızdıkları kesin; ama sahiplenme duygusunu koruyorlar. Erzaklar da zaman zaman bu nedenle geliyor. Tersinin olması gerekirken ve bu yaşıma rağmen, mağdur ben oluyorum. Onların mağrur olmayı sevmesinden de olabilir, tabii. Oralarda sevilir ve acıya katık olur böyle bir evlada hâlâ baktığını söylemek. Olsun. Gelen her koli az çalışmam demek.

Açlık ve parasızlık artık dayanılmaz bir noktaya gelirse, ben de tüm yurtsuzlar gibi inşaatlarda vasıfsız çalışmaya gidiyorum. İnşaattan bol ne var. Bir gün vapurla karşıya geçerken – ki çok nadir oluyor bu – izlediğim bu yüksek binalara, “İstanbul’un çıbanları” diyesim gelmişti. Kötü iz bıraktıkları ve o iz de vücutta hep kaldığı için… Çalıştığım inşaatları hatırlamak istemem bile. Oralardan bana kalan tek anı, çalışan yoksul gençlerin, kendilerinden daha yoksul ya da güçsüz olan diğerlerine karşı davranışlarıdır. Bazen, ezilenin şiddetinin daha güçlü olmasına şaşırıyorsun. Sert, acımasız ve aşağılayıcı…

Açlığın ve kiranın baskısıyla, işe ihtiyacım olduğunda gittiğim şantiyeye varıyorum yine. Bir kule rezidans inşaatı burası. Hiç durmadan yapılanlardan birisi işte… Benim sahip olmak için hayalini bile kurmadığım, sizin için de pek mümkün olmayanlardan. Ustabaşı kayırıyor genelde beni. Daha kolay işlere veriyor. Diğer çocuklar da hikâyemi kısmen bildikleri için gönül koymuyorlar. Herhalde en fazla saygı gördüğüm yer burası. Beni tuhaf karşıladıklarından da eminim.

34’üncü katın zemin harcını yaparken, gözüm pırıl pırıl gökyüzüne kayıyor birden. Bu kadar yüksekte bir martıyla göz göze gelebileceğim, aklımın ucundan bile geçmezdi. İçimde uzun yıllardır hissetmediğim bir heyecan dalgası oluşuyor. Binanın kenarına doğru yürüyorum ellerimi martıya uzatarak. Sigara molasındaki çocuklar şaşkınlıkla bana doğru bakıyorlar. “Abi!” diye sesleniyor çocuklardan birisi. Anlıyor sanki ne yapacağımı. Bir an göz göze geliyoruz. Yüzündeki ifadeyi anlatmama kat sayısı yetmez. Hiç düşünmeden boşluğa bırakıyorum kendimi. Babamın yüzü beliriyor karşımda. Hıçkırıklarını duyuyorum. Midemden yukarı doğru bir haz akışı oluyor. Gözyaşlarımın üzerine düşüyorum…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar