OLYMPOS TANRILARI
-İZMİR-
Hasta odasından çıkıp biraz hava almak için kendime verdiğim molaların beşinci günüydü.
Eşim Ahmet önemli eşiği geçirmiş, normal tedaviye başlanmıştı. İlk defa o gün aklımı başka düşüncelere yöneltip direncimi güçlendirmek istemiştim. Hastane bahçesinde adımlarken soğuk havayı ciğerlerime çekip uykusuz gözlerimi kırptığımda soğuk havanın tenimdeki etkisini hissettim. O zaman oksijen beyin kıvrımlarımdan bedenime doğru yayılmaya başladı. Soğuk hava beni kendime getirmişti.
Nedense son okuduğum kitap olan Madeline Miller’in ‘Ben Kirke’si takıldı aklıma. Düşüncelerim bugünle Antik Yunan efsaneleri arasında gidip gelmeye başladı. Düşünceler, insanı çağları aşırtıp yine bugüne getiren en hızlı yol aracıdır. Zamanda çıktığım gezintide Olympos tanrılarının ne vahşet yarattıklarını, tanrıların gazabına yakalanmamak için daha küçük tanrıların feda edemeyecekleri hiçbir şeyin olmadığını gördüm. İnsanların, onların gözünde ayaklarının altında ezilen solucanlar olduğuna, güçsüz tanrıça kızlarını pazarlık konusu yapmaktan hiç çekinmediklerine şahit oluyorum.
İşte, istenmeyen tanrıça olan Kirke’nin saflıktan çıkıp kendini korumak için giriştiği mücadelede doğanın her bitkisini tanımasını ve bunları büyü yapmakta kullanmasını film seyreder gibi görmüştüm. Kirke’nin iyilik için elini uzattığı her erkeğin sonunda onun ırzına ve canına kast ettiğini, ölümsüz tanrıçanın her kalbinin yandığında nasıl acımasız olduğunu görüyorsunuz kitabın sayfalarında. İlk yaptığı iyilik ve ilk aşkı için yaptığı fedakârlık onun ıssız bir adada sürgüne gitmesine sebep olmuştur. Her türlü rezilliği ve acımasızlığı zevk alarak yapan tanrı ve tanrıçaların hesap vermediği bir dünyada Kirke, gerçekleri söylediği için acımasızca cezalara çarptırılır. Onun hayata olan direncini kendini kaybetmeden iyi ile kötüyü ayırt ederek yaşamasını hayretle izlemiştim.
‘Ben Kirke’ kitabı bana insanın kendinden vazgeçmeden de kendisi olabileceğini kanıtlayan geçmiş zaman efsanelerinden günümüze, günümüzden de tarih sorgulamasına savurmuştu beni. Sanki binlerce yıl hiç geçmemiş gibi günümüzdeki vahşetin devam ederek sürmesi beni fazlasıyla üzmüştü. Dünle bugün gerçekten kardeşmiş. Hayat hep istediğimiz gibi gitmeyebilir, hatta her zaman zor geçebilir de; ama ne istediğimizi bilmek bizim direncimizi güçlü tutmamızı sağlar. Hastalıklar, ölümler, iftiralar, her türlü olumsuz koşullar içinde olabiliriz, yine de koşullar bizi biz olmaktan alıkoymamalı diye düşünüyorum. Sevdiğimiz insanların yanında olmanın, onlara sevgimizi göstermenin, onlar için diri kalmanın ve kendimizden vazgeçmeden bilgi beceri ve güç kazanmanın çok kıymetli olduğunu gördüm. Yaşadıklarıma başka açılardan baktığımda benim için geçmek bilmeyen zaman, hayatın kendi döngüsünde normal seyrini izliyordu.
Aliağa Devlet Hastanesi hekimimizin hastalığı saptayıp bizi Çiğli Araştırma Hastanesi Acil Servisi’ne göndermesi, Çiğli Araştırma’da da işini iyi bilen bir hekimin doğru tedavisi Ahmet’in diyaliz devamlılığını engellemiş oldu şimdilik. Hekimlerimizin ve hastane çalışanlarının nazik davranışlarını ve hizmetlerini ödememize minnet duygumuz yetmez elbette ama iyi ki varlar!
Yirmi dakikalık molada zihnim açılmış, düşüncelerim çağları aşarak kendime getirmişti beni. Hayata da bir teşekkür borcum olmalıydı. Ona da teşekkürler…
Artık evimizdeyiz. Şimdi doktorlarımızın öngördüğü tedaviyi aksatmadan uygulamamızın kendi sorumluluğumuzda olduğunun bilincindeyiz. Kendi dertlerine çare arayan tüm insanlara en iyi dileklerimi gönderiyorum. Kendileri ve sevdikleri için yılmadan, yorulmadan uğraşan, tüm insanlığın hak ettiği iyi ve güzel hayata kavuşmaları dileğiyle Türk ve dünya hekimlerine iyilikler dilerim.