YAŞAM 

BENİMLE KONUŞAN KAYISI AĞACI

Bahçe içindeki küçük balkonumun demir korkuluklarına sık yapraklı dallarını altlı üstlü dolayıp oval bir çelenk oluşturmuştu kayısı ağacı. Şöyle bir bakınca da pınarı açık büyük bir göze benziyordu. Bir haziran sabahı yeni aldığım kitabı okumak için oturmuştum küçük kare lake masama. Ama ne mümkün! Kayısı ağacı kollarını omzuma, yüzüme, kollarıma çarpıp duruyordu. İçimden bir muziplik geçti ve şöyle seslendim kayısı dallarına:

– Sanki bir kayısı meyvesi getirmişsin de benimle şakalaşmak istiyorsun?

İşte, o anda dalların hışırtısı durdu, yapraklar ve dallar kıpırtısız kaldı. Ben de kitabımdan başımı kaldırıp “Sitem mi ediyorsun bana?” diye geçirdim içimden.

Kaç gündür dalları araştırıp da göremediğim, sıra sıra yaprakların içinde gizlenmiş yeşil kayısı çağlalarını görüverdim. Gerçekten utanmıştım düşüncelerimden. Sevinçle güzel sözler söyledim, önceki mevsimlerden birinde kendi filizlenmiş kayısı ağacına. Geçen yaz tam yedi tane kayısı vermiş olan bu dirençli ağacın bu yıl çoğalacağından umutlu olsam da, benim balkonuma uzanan dallarında da meyve aramış ama bir türlü bulamamıştım. Annemin anlattığı masalları aklıma sığdıramayıp sorduğum sorulara kızdığında, bana söyledikleri geliverdi aklıma. “Kalp gözü kapalı olanlar bazı şeyleri göremez.” Benim kalp gözüm mü açıldı şimdi diye düşünmeden edemedim.

Benim farkına vardığım gerçeklik, kayısı ağacının keyfini yerine getirmiş gür yapraklı dallarını esen her yele göre bana dokundurmaya başladığında karşılıklı konuşmamız sürüp gitti:

– E, anlat bakalım altını çizip durduğun satırlarda neler yazıyor?

Nasıl anlatayım ki, daha kitabı bitirmedim” diye yanıtladım. Israrla “Anlat işte” deyince, nasıl başlamalıyım diye düşünüp “Tamam” dedim.

Arka kapak yazısından bir paragrafla başladım. Büyük İskender’in düğüm çözdüğü… Sezar’ın valilik yaptığı… Ertuğrul Gazi’nin yurt seçtiği… Yıldırım Beyazıt’la Timur’un kozlarını paylaştığı… Ahilerin devlet kurduğu… Yunanistan’ın göz koyduğu… Mustafa Kemal’in yedi düveli dize getirip son Türk devletinin başkenti ilan ettiği üç bin yıllık efsane şehir… Ankara’yı anlatıyor.

Ben efsaneleri severim” deyince kayısı ağacı; “Tamam öyleyse,” dedim, “ben de sana ‘Ankara Taşı’ efsanesini anlatayım”.

Anadolu’da birçok bölgeye uyan bir yerde geçer. Tarihin bir döneminde Anadolu’da taş ustaları arasında bir yarışma yapılır. Elemeler sonunda iki kişi finale kalır. Büyük bir stadyumda toplanmış olan halk heyecanla iki eseri bekler. Önce bir üzüm salkımı gelir halkın önüne. Sanki yontulmamış da dalından koparılmış asma çubuğunda asılı gibidir. İri üzüm tanelerini gerçek sanan bir serçe gelip gagalar… Halk bağırmaya başlar birinci belli diye. Sonra üzüm salkımı kenara çekilir, ikinci sanatçının eseri konur sahneye. Eserin ne olduğunu anlayamaz ahali ve “Perdeyi kaldırın ki ne olduğunu görelim” diye söylenmeye başlarlar sanatçıya… Meğerki taşa perde motifleri işlenmiştir.

Yararlanılan Kaynak: ‘Son Başkent ANKARA / Bir Şehrin 300 Yıllık Destanı’, Halk Kitabevi, Mustafa Balbay

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar