EDEBİYAT POLİTİKA 

EDEBİYATIMIZIN TEMMUZ SICAĞI / RIFAT ILGAZ

Rıfat Ilgaz” adıyla tanışmam ilkokul yıllarına gider. Onun ünlü ‘Hababam Sınıfı’, kaç yüz bin delikanlının gönlünü fethetmiştir, kim bilir? Meğer onun adını duyduğum o yıllarda oğlu, benim öğretmenimmiş de haberim yokmuş. Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Sutaşı Köyü İlköğretim Okulunda –okulun şimdiki adı Seyfettin Sağaltıcı İlköğretim Okulu– ben okurken oğlu, aynı okulda Amerika’dan yeni dönmüş, gencecik bir vekil öğretmendir. Öteki öğretmenlerimizden daha havalı, daha modern giyinen ve öğrencilerine daha nazik davranan, pedagojik yönden daha insancıl yaklaşan bir öğretmen. Onun okulda düzenlediği bilgi yarışmalarında, o zamanlar bin bir güçlükle edindiğimiz yaprakları bin yıllıkmış gibi sapsarı görünen defterler yerine bembeyaz sayfaları olan, son derece düzgün hazırlanmış defterleri onun elinden en değerli ödül olarak almışım. Okul birincisiydim çünkü. Rıfat Ilgaz’ın ‘Saltanat’ adlı şiirini adadığı oğlu Aydın Ilgaz’dan söz ediyorum elbette. Ama ben o çocuk aklımla bu iki ismi nasıl bağdaştırabilirdim ki o yaşlarda? Ayıkmam için aradan yılların geçmesi, edebiyatla içli dışlı olmam gerekiyormuş. Bir de ona ulaşabileceğim zamana erişmem…

Aydın Ilgaz – Nuri Sağaltıcı

İşte, Rıfat Ilgaz’ın o ‘Saltanat’ şiiri:

Sen otellerde benim konuğum/ bense dar günlerde senin evinde/ kim ne derse desin/ saltanatımız baba oğul/ sürüp gidiyor işte! // Ne saray, ne yalı, ne köşk,/ ne bir dairecik, kooperatiften/ ne Bebek sırtlarında bir çadır,/ bir gecekondu da yok, memleket işi/ Taşlıtarla’larda. // Diyelim ki, elden düşme bir Ford,/ kilometresi üç kez silinmiş/ dört tekerim de olmadı bugüne kadar,/ ayaklarımı yerden kesecek! // Her saltanatın bir sonu var, oğlum,/ buna musalla taşları şahit! // Son sözümü henüz söylemeden/ işte geldim, gidiyorum,/ altımda bir kuru tabut! // Tacım, tahtım sana emanet!

Bugün o elleri öpülesi öğretmenimle ailecek dostuz. Ve Aydın Ilgaz, Adana’ya her gelişinde ev misafirimdir. Onunla Rıfat Ilgaz’ı saatlerce konuşmak, Rıfat Ilgaz’ın bilinmeyen anılarını onun o tatlı dilinden dinlemek ne büyük keyiftir, bilen bilir. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’ne geldiği 2011’de birlikte Çukurova Üniversitesi Kayıkhane’de yemek yediğimiz genç arkadaşlarımız da Aydın Ilgaz’ın babasıyla ilgili olan, bu birbirinden ilginç anılarına tanıktır. Eminim ki o gecenin tadı hâlâ damaklardadır. Türk edebiyatı ve sosyal yaşamı açısından ibretlik belge olan bu anıları her dinleyişimde Aydın Ilgaz’dan tek ricam olmuştur: “Bu anılarınızı lütfen yazıya dökün, hocam.” Umarım bu güzel anılarını Aydın Ilgaz Hoca’m bir gün yazıya döker de ülke sevgisini Rıfat Ilgaz’a suç sebebi sayan o sahte vatanseverlerin gerçek yüzleri ortaya çıkar.

Ünlü yazarların ve aydınların anıları onlarla birlikte yitip gitmemeli. Yazılan her anı, geçmişten gelip geleceği aydınlatan birer ışıktır çünkü. Geçmişimizle yüzleşmek, büyük ayıplarımızı görmek, onları düzeltmek ancak bu yolla mümkündür.

* * *

Şimdi de Rıfat Ilgaz’la ilgili bazı ilginç notları paylaşalım:

Hapisten çıktığı sırada arkadaşları ‘Dolmuş’ mizah dergisini çıkarmaktadır. Dönemin ülke yöneticilerinin mizaha ne kadar asık suratlı baktığını tahmin edersiniz. O sıralarda dergide yazan her yazar, derginin adından esinlenerek bildiğimiz bir dolmuşun bir bölümünün adını takma ad olarak kullanmaktadır. Kimi ‘Direksiyon’, kimi ‘Vites’ gibi adlar almıştır. Dergiye en son katılan Rıfat Ilgaz’a kala kala arabanın yedek lastiği anlamına gelen ‘Stepne’ kalmıştır. O da bu adla dergide ‘Hababam Sınıfı’ adlı romanını bölüm bölüm yayımlamaktadır. Roman öyle büyük bir ilgi görür ki okuyucudan, bir yayıncı bunu kitaplaştırmak ister. Üstelik yayıncı, ‘Stepne’ adındaki bu yabancı yazara telif ücreti de ödemeyeceğini düşünmektedir. Kitabın gerçek yazarı olarak Rıfat Ilgaz yayıncının karşısına çıkınca yayıncının, buna inanmak istemediğini ve Rıfat Ilgaz’ı asıl yazarın ‘Stepne’ adında bir Bulgar yazar olduğuna inandırmaya çalıştığını biliyor muydunuz?

Bir Türk klasiği olan ‘Hababam Sınıfı’nda Rıfat Ilgaz’ın, öğretmenlik yıllarına ait gözlemlerini anlattığını ve bu romanında aktardığı idareci Kel Mahmut’un aslında yaşayan bir tip olduğunu, bir ziyaret sırasında Kel Mahmut’un (Nihat Dicle) Rıfat Ilgaz’a anlatımından ve kendisine kitabında yer verdiğinden dolayı teşekkür ettiğini ama yetkili mercilerin, devlet memurlarını ve öğretmenleri ‘Kel Mahmut’ karakteriyle aşağıladığı gerekçesiyle Rıfat Ilgaz hakkında dava açtıklarını biliyor muydunuz?

Nihat Dicle (Kel Mahmut) – Rıfat Ilgaz

Yazı kurulu kadrosunda Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi Cumhuriyet Dönemi edebiyatımıza damgasını vurmuş yazarların bulunduğu ‘Marko Paşa’ mizah dergisinin, “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde siyasi mizah dergilerinin tirajını en üst seviyeye çıkaran dergi” olarak isim yaptığını biliyor muydunuz?

Yayınlandığı dönemde, ‘Marko Paşa’ dergisinin, basın mensupları ve sanatçılar üzerinde uygulanan ağır baskı koşullarını, 14 Ocak 1949 tarihli 12’nci sayısında ‘BU GAZETE’ başlığı altında: “Bu gazete cuma günleri saat sekizde çıkar. Sekizle dokuz arasında fırsat bulursa satılır. Dokuzda toplatılır. Saat onda muharrirleri (yazarları) sorguya çekilen, basın hürriyetinin kurbanı bir gazetedir. Bu gazetede, haklı ile haksız mücadele etmektedir. Bu gazetede, halk kitlesi ile halktan olmayan bir avuç insan mücadele etmektedir.” şeklinde okurlarına duyurduğunu biliyor muydunuz?

12 Eylül Dönemi’nde memleketi Cide’de bulunan Rıfat Ilgaz’ın ölüm tehdidiyle rahatsız edildiğini, o sırada, oturduğu evin karşısındaki bir binaya Rıfat Ilgaz evden atılmadığı takdirde evin taranacağını bildiren bir pankart asıldığını biliyor muydunuz?

28 Mayıs 1981 gecesi Rıfat Ilgaz’ın ‘Yıldız Karayel’ romanını yazmaktayken gözaltına alındığını, gözleri bağlanarak ve kolları zincirlenerek merkeze kadar yürütülen yazarın Kastamonu Et Balık Kurumu Mezbahasından bozma hapishaneye konulduğunu, Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanlığı döneminde devlet tarafından bir çeşit “itibar iadesi” olacak şekilde ona Kültür Bakanlığı plaketi verildiğini biliyor muydunuz?

2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Katliamı’nda başta yakın dostu Asım Bezirci olmak üzere birçok aydınımızın katledildiği haberine oldukça üzülen Rıfat Ilgaz’ın, bundan yalnızca 5 gün sonra, 7 Temmuz 1993’te evinde vefat ettiğini ve Zincirlikuyu Mezarlığına, Asım Bezirci’nin yanına defnedildiğini biliyor muydunuz?

Rıfat Ilgaz – Asım Bezirci

Nâzım Hikmet’in Rıfat Ilgaz’ın şiir anlayışını beğendiğini ve bunu bir yazısında: “Gençlerin içinde çok beğendiğim şairler var, hepsinin ismini aklımda tutamıyorum, isimleri henüz yer etmedi; ama şiirlerini pek beğeniyorum. Şöyle aklımda kalanları, sıra ayrımı yapmadan sayayım: Dinamo, Suat Taşer, Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Orhan Kemal, Saffet Irgat.” biçiminde dile getirdiğini, hatta “kendi sesini bulması” için yakın dostu olan Orhan Kemal’e Rıfat Ilgaz’ı örnek gösterdiğini de biliyor muydunuz?

Son şiirini 19 Kasım 1991’de ‘Son Şiirim’ başlığıyla yazdığını ve bu şiirinde: “Elim eline değsin/ ısıtayım üşüdüyse/ boşa gitmesin son sıcaklığım.” dediğini biliyor muydunuz?

Memleketi olan Kastamonu’nun Cide ilçesinde her yılın 7-8-9 Temmuz tarihleri arasında ‘Cide Rıfat Ilgaz Sarı Yazma ve Kültür Sanat Festivali’ yapıldığını biliyor muydunuz?

Rıfat Ilgaz’a babasının yazdığı mektuptan birkaç satır: “Oğlum, ben senin mühendis, doktor olmanı düşünüyordum. Sen kalktın şair oldun, yazar oldun. Ne istersen ol, karışmam. Ama neyi iyi yapacağın aklına yatıyorsa, onu yap. İstersen zurnacı ol, ama zurnayı en iyi şekilde çal.

* * *

O, en güzel bildiği işi en iyi şekilde yaptı ve her 7 Temmuz’da sevenlerinin yüreğinde yeniden doğuyor. Ölümsüzlüğün sırrına ermiştir o çünkü. Sahi, Rıfat Ilgaz yaşarken ona türlü cefaları reva gören o kıytırık insanların adını anımsayan var mı? Minnettarız sana, Rıfat Ilgaz!

Tek suçunuz/ hür insanlar gibi konuşmak,/ kitaplar suç ortağımız…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar