EDEBİYAT 

KALANLAR

Çok mu seviyorum bu sokağı? Ne işim vardı sürekli dolanıp duruyorum. Ellerimde kedilere aldığım mamalar, bir şişe su. Ortada kediler yok? Nereye gitti hepsi yine bir gün içinde? Aklım almıyor.

Gel pisipisi” diye seslene seslene yürüyorum, yanımdan geçenler tebessümle bana bakıyorlar, tebessüm olduğunu farz ediyorum, alay ediyorlarsa sonuçta kendilerine ediyorlar. Hiç dert olmaz bana zaten, bir başkasının benim için ne düşündüğü. Belki yalnızca geceleri. O da vaktim varsa.

Gel pisipisi!

Nihayet en tombul olanı geldi, Laz Müteahhit olur kendisi. “Kediye öyle mi denir hiç?” derdi rahmetli annem bu kedinin burnunu, suratını gördüğü ana dek. Yine bu uzun kemikli burunlu, kocaman kulaklı suratı görünce gülümseyerek döküyorum mamasını bir kenara. Ruhları buzlaşmış insanoğulları mama kaplarını ısrarla çöpe attıkları için artık mecburen yere döküyorum. Onlar yiyip bitirene kadar bekliyorum başlarında. Şimdi tüylü bir sıcaklık hissediyorum ayak bileklerimde, gelmiş ötekisi ayağıma dolanıyor. Pamuk şeker gibidir, Laz Müteahhit’in aksine. Kendisini sevdirir; ama fazla seversen geçirir tırnaklarını. Kollarımdaki çoğu iz Pamuk Şeker’dendir. Önce seviyorum başını, pembe burnunu, kabarmış siyah beyaz yelesini, pofuduk siyah kuyruğunu. Hemen gır gır gır, etrafımda dolanıyor. Döküyorum mamasını. İzliyorum açlıktan ve soğuktan üşümüş, kurumuş ağızlarıyla nasıl bir hevesle yemeklerini yediklerini. Yürümeye devam ediyorum fırının arka tarafından. Mama kaplarını atanlara inat, en müsait kaldırım kenarına döküyorum mamalardan biraz. Tanımadığım kediler de gelsin nasiplensinler. Tanıdıklarım zaten yediler, sahi diğer ikisi gelmemişti. Kesin komşum Lale’nin bahçesindeler. Lale’ye mi uğrasam şimdi? Hem kedilere mamasını veririm hem Lale’ye bakarım bıraktığım gibi mi hâlâ?

Lale… Nasıl desem, deli doludur. Çok doludur… Her daim neşeli gözükür; ama içindeki fırtınaları bir-iki kişi biliriz. Gözleri bir kere daldığında, dünyanın ellerini bırakmış dersiniz, sesimiz dünyanın bu ucundan bir türlü ulaşmaz ona… Sorularının cevapları ağrılıdır. Gerektiğinde konuşur, gerektiğinde çok güler. Neşesi ağzının kenarındaki çizgilere yayılır. Üzüntüsü ise gözlerinin içinde karlı bir yoldur. Yaşamanın, ince cılız bedenindeki yükünü iyi bilir. Lale, gökkuşağının bütün renklerini içinde barındıran eşsiz bir çiçek. Bir devrin ismi, bir kadının delirişi. Önce babası göçüp gitmiştir bu dünyadan, daha sonra yıllarca bir başına baktığı hasta annesi. Kardeşi yoktur Lale’nin. Sevdiği bir adam yoktur, radikal bir kararla ayrılmıştır. Çünkü zamanında ne ona gidebilmiştir ne sevdiği ona gelmiştir. Kalmıştır. Eviyle, bahçesiyle, kedileriyle… Kalmıştır. Uzaklığın acımasızlığıyla yoğurduğu anılarını zihninin duvarlarının içine gömmüştür. Kendi içinde yaşamaya başladıkça, sıradanlıktan uzaklaşmış, evinin içinde bir dünyayı keşfetmiştir. İnsanlardan kitaplara, kitaplardan hayallere, hayallerden kendine ait bir sevgiye teslim olmuştur. Belki de bu yüzden delirmiş der bazı insanlar ona, hayatı tüm hakikatiyle yaşadığından. Gerçi ona hiç dert olmaz başkalarının ne düşündüğü. Çünkü buna vakti yoktur, nitekim hayattaki sıra herkese gelmiştir, bir tek Lale’ye gelmemiştir…

Çok mu seviyordum sahi bu sokağı? Ne işim vardı, çıktım, sabahtan beri dolanıyorum. Yürü yürü yol bitmiyor. Kalp ağrısına da iyi geliyor muydu bunca yürümek? Televizyonlardaki reklamlarda bahsi geçerdi öyle olsa. Ya ruhuma da iyi geliyor muydu? İnsanın hissetmesi yaşadığını gösterirmiş, öyle mi? Bunca ağrıyı, neşeyi, öfkeyi, umudu aynı anda hissetmek yaşamanın ta kendisi değil mi?

Ellerim de iyice üşüdü, nihayet vardım Lale’nin bahçesine. Al işte, duruyor bahçe duvarında iki turunç kedi. Biri tam portakal, ötekisi daha minik ondan, mandalinadan hallice.

Gel pisipisi!

Pat pat iniyorlar oturdukları bahçe duvarından. Dönüyorum bu iki kediye ve sanki anlayacaklarmış gibi “Bunu kavga etmeden yiyin! Ben size şimdi daha fazlasını getireceğim” diyorum.

Sesleneyim Lale’ye, doyursun artık şuncağızları.

Laleee! Ben geldim, balkona çık!

Lale, bak ben geldim!

Laleee!

Sesim bağırmaktan çatallaştı. Nerede bu kız? Pencereye dalan ela gözleriyle hangi hayalinin peşinde süzülüyor? Kopup gidiyor mu bu kadar dünyadan, sesim ulaşmıyor mu ona yine?

Mecbur, kapısını çalayım, uyuyorsa da uyansın. Hem uyuyordur en fazla. İçini, dününü, bugününü iyi bilirim. Çıkar şimdi kapıya.

ZIIIRRR, ZIRRRR, ZIIIRRR! Acı acı çalıyor zil. Hayrola? Açmıyor hâlâ kapıyı. Açmıyor…

O açmadıkça telaşlanıyorum. ZIRRRRRR, ZIRRR, LAAALEEE, ZIRRRRR!

Sesleniyorum, duymuyor; kapıyı çalıyorum, açmıyor. Telaş bütün bacaklarımı esir alıyor. Titriyorum.

Sonra aklıma, içinde mor menekşelerin olduğu küçük kahverengi saksı geliyor. Kapının dibinde duran saksıların içinde en küçüğü. Hatırlıyorum işte. Dalgınlığından anahtarı evde unuttuğu çok oluyormuş Lale’nin, muhakkak yedeğini saksının içine koyar. Sahi, bir ben bilirim bir de annesi bilirdi anahtarın yerini. Kendimi sakinleştirip elimi saksının çamurlu kumuna daldırıyorum, alıyorum anahtarı. Üzerime siliyorum çamurunu. Takıp giriyorum iki katlı dökük binanın içine. Buram buram kedi çişi kokusu, kesin Portakal’ın işi! İşaretlemiş yine!

Daire kapısı yok Lale’nin, boncuktan süsler asmış zamanında. Rengi solmuş boncukların, pek çoğu zamanla kopmuş. Ona yenisini alayım dediğimde de kabul etmemişti. Annesi alıp takmış zamanında, “El emeği o, sen bana kahve fincanı al” derdi. Şimdi bu boncuktan kapıyı ellerimle şıngırdatarak açıyorum, ayakkabılarımı çıkarıp giriyorum içeriye.

Lale, ben geldim, Lale!

Şimdiye karşımda durur, yüzüne telaşlı bir zarafetle düşen saçlarını kulağının arkasına koyar, sol kaşını havalandırır, sakince “Buradayım” derdi.

Nereye kayboldun, ben geldim, Lale!

Seninle kahve içmeye geldim, Lale!

Nihayet tam karşımda ürkek ve mahcup bir yüzle karşılaşıyorum. Duvara asılı.

İnce sakin bir sesle “Buradayım” diyor.

Yüzüme telaşlı bir zarafetle düşen saçlarımı kulağımın ardına koyuyorum. İstemsizce sol kaşım havalanıyor, sakince “Buradayım” diyorum.

Korkma, bizim kedilere mama lazım.

Sükûnetle bakıyorum bu aynadan yansıyan yüze.

Balkonda mamalar, al oradan, sonra da kahve yaparım, içeriz, olur mu?” diyor sevinçli bir sesle.

Olur” diyorum.

Olmaz mı hiç? Buldum seni işte yine.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar