EDEBİYAT 

“NOLYA” – ‘TEK BAŞINA’ YA DA ‘BİRLİKTE’ SIKILANLAR İÇİN SIKILMANIN ÖYKÜSÜ ÜZERİNE

Bahar geçip gitti. Bir bayram daha… Salgının gölgesinde… Adana’da uzun sıcak yaz başlangıcındayız.

Teoman şarkısındaki gibi “vakit bir türlü geçmezken/ yıllar, hayatlar geçiyor”. Evlerde, temassız ve kendimizle baş başa geçen bugünlerin de en iyi yoldaşı kitaplar ve duygudaşlığımı fark ettiğim için hep yanı başımda, cümleleri zaman zaman zihnimde gezinen yazarlar.

‘Canım çok sıkılıyor’ dedim. ‘Benim de öyle’ dedi. Onun da canı sıkılıyormuş demek ki; ama eminim, başını sertçe çevirip yoluna devam ederken daha çok sıkılacak. ‘Birlikte yürüsek mi?’ dedim. ‘Birlikte sıkılmak için mi?’ dedi.” (BBSK, s. 22)

Bir Cemil Kavukçu öyküsünden bu satırlar. “Nolya”dan… Adam Öykü’nün Mayıs-Haziran 1996’daki 4’üncü sayısında yayımlanmıştı. Sonra “Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak” kitabında yer aldı bu öykü. Kitap, 1997’de basılmıştı. “Nolya”, Can Cep Kitapları arasında da basıldı 2005’te, Cemil Küçükfilibe’nin desenleriyle. “Nolya”, Cemil Kavukçu’nun öykülerinin sürekli okurları için bilinen bir dünyayı, bilinen karakterleri anlatan bir öykü. İşte, bu öykü 24 yaşında…

Cemil Kavukçu, 1951 yılında İnegöl’de doğmuş. Öykülerinde, romanlarında kasaba yaşantısının insanı baskılayan, sınırlandıran, yalnızlaştıran, gitgide kalın duvarlarla kuşatan tekdüze yanlarını erkek dünyası açısından anlatmakta. “Kendime… Çünkü bu benim hikâyem” epigrafıyla başladığı “Angelacoma’nın Duvarları”nda (Angelacoma, İnegöl’ün eski adı bu arada) İnegöl’deki yaşantısını, üniversiteye gitmek için ayrılıncaya kadarki süreci, arkadaşlarını, o dönemki duygu dünyasını anlatıyor:

Düşünüp coşacağımız, dinlediğimiz şarkıları paylaşacağımız ya da onlara adayacağımız ve bizi düşünen sevgililerimiz yoktu. Bunun için de göğsümüzü yumruklayıp naralar atıyorduk. Yeni bir yıla girecektik, her şeyin değişmesini diliyorduk. Biz sevmekten çok, sevilmek ve anlaşılmak istiyorduk. Bizi dinleyecek karşı cinse ihtiyacımız vardı. Ama bu kasabada yalnızdık…diyor. (AD, s. 75)

Burada anlattıkları, arkadaşlarıyla dinledikleri şarkılar “Balyozla Balık Avı” kitabında yer alan “Anma Arkadaş” öyküsünde kurmaca dünyaya aktarılmıştır.

Cemil Kavukçu ile ilgili çalışmaların çoğunda onun taşrası, taşranın şekillendirdiği karakterleri ele alınmıştır. Taşranın içine dönük, kendiyle derdi olan, yalnız ve ilişki kurmakta sıkıntılar yaşayan karakterleri erkektir çoğunlukla.

Taşrada kadın yok mu? Var elbette. Ama taşra, en çok kadınların üzerinde baskı unsuru oluşturuyor. Evden dışarı adım atmayan, çıktığında mahalleliden başlayarak kasaba tarafından göz hapsinde tutulan, bu nedenle ev dışı dünyadan uzak bir yaşantı süren kişiler onlar. Cemil Kavukçu’nun öykülerine anne ya da abla olarak girmeyi başaran karakterler… Özellikle abla karakterleri, olumlu olarak ele alınmış öykülerde. “Başkasının Rüyaları”ndaki “Ablam” ve “Solgun” öykülerinde olduğu gibi… Taşra onları da yutmuş, mutsuz etmiş.  Diğer kadınlar? Onlar pek yok.

Kasabanın erkeğe tanıdığı ayrıcalıkla erkek çocuklar sokakta oynuyor, gençliğe geçerken erkek arkadaşlarıyla özgürce bir hayat yaşıyor. Sigara, bira, şarap içen, bisikletlerine atlayıp kasabanın dışına çıkan, kendi dünyalarını kurmaya çalışan, hayal etseler de yaşıtları kızların dünyasından uzak, onların iç dünyalarından habersiz bu erkekler, kendilerine toplumun izin verdiği ölçüde bir erkek dünyası kuruyorlar. Genç kızları tanımıyorlar. Bu nedenle de anılarında söz ettiği gibi sevilmek isteyen erkeği sevebilen, onun hayallerine ortak olan, ayak uyduran kadınlar değil Cemil Kavukçu’nun abla dışındaki kadın karakterleri. (O öyküler başka bir yazının konusu.)

Cemil Kavukçu’nun öykülerindeki, romanlarındaki kadınlar, Melike Koçak’ın da belirttiği gibi, “erkeği anlamayan, kendini merkeze koyduğu bir yaşam kuran, kurduğu yaşama da erkeği hapseden” eştir genellikle. (BP, s. 26) Aslında görülüyor ki taşra yaşamının belirlediği erkek de karşı cinsin iç dünyasını hiç tanımamaktadır. Üstelik taşra sadece erkeği değil, kadını da toplumun normatif anlayışıyla şekillendirip onu da hizaya sokmakta, sıradan ayrılmasına izin vermemektedir.

Nolya başka, bambaşka; bu kadın karakterlerin yanında. O bir hayâl.

Anlatıcı kahraman Dostların Yeri’nde oturup saatin farkında olmadan, birası bittikçe tazeletirken sokaktan geçen kendi halinde yürüyen kızı görür:

İşte, kendi halinde yürüyen bir kız geçiyor yoldan. Kafası dağınık olmalı benim gibi ve benim gibi yalnız olmalı.” (BBSK, s. 120)

Kendi ifadesiyle “hiçbir şeye hazır olmadığı” halde tazelenen birasını, sigara paketini masada bırakarak ve garson Arif’ten masayı toplamamasını isteyerek kızın peşinden gider. Ayaklarını yerden bir sigara paketine takılacak kadar az kaldırarak yürüyen, sürüklenir gibi, kayar gibi giden kıza yetişir ve nasıl olduğuna kendisinin de şaşırdığı bir cesaretle konuşur onunla. Kıza ilk sözü de, “Canım çok sıkılıyor.” olur.

Kahraman, kendi gibi canı sıkıldığını öğrendiği, birlikte yürümelerinin “birlikte sıkılmak”tan başka bir işe yaramayacağını söyleyerek yürüyüp giden kızı o günden sonra parklarda, sokaklarda aramaya devam eder. Müşterinin olmadığı zamanlarda, çoğu zaman da yoktur zaten, kendisiyle oturan, onu dinleyen, onunla birlikte susan Arif’e anlatır hiçbir bilinen ada sığdıramadığı için kızın gizemli görünüşüne uyan, ritmi olan “Nolya” kelimesiyle adlandırdığı kıza ilgisini.

Karşıma oturur ve birlikte susmanın huzurunu duyarız. Susmak Arif’e yakışıyor. Sonra düşündüm, bana da yakışıyor.” (BBSK, s. 120)

Arif’in karşılıksız aşkların tehlikesinden söz etmesine aldırmadan, çoğu zaman Arif’ten de yardım alarak Nolya’yı arar anlatıcı. Zaman geçer. Nolya’yı bir daha göremez.

Birahanenin sahibi İsmet Abi birahaneyi garson Arif’e devreder, birahanenin müdavimi olur. Arif, patron olunca anlatıcıya içtiği biralara karşılık garsonluk teklif eder. Sami Abi adında yeni bir müdavimleri olur, önceden anlatıcının oturduğu masada oturan ve hiç konuşmadan, nerdeyse hiç hareket etmeden birasından çay içer gibi küçük yudumlar alan. Dostları bir araya getiremeyen Dostların Yeri’nin adı değişir. Patron Arif, kimsenin duymadığı yeni bir ad istemektedir birahanesine. Anlatıcı “Aylon” adını önerir, Nolya’nın tersten okunuşu…

Aylon’un yeni müdavimi Sami Abi, hakkında birçok hikâye anlatılan ama hangisi onun gerçek hikâyesidir bilinmeyen gizemli biridir. Bu nedenle, anlatıcıya göre, Sami Abi değil, Samiabi’dir o. Anlatıcı bir gün Samiabi’nin birasını tazelerken yoldan geçen Nolya’yı görür. Aynı anda Samiabi de aynı noktaya bakmaktadır. Aylar önce anlatıcının yaptığı gibi anlatıcıya (artık garsondur), “Masayı toplama, biramı da götürme, az sonra geleceğim” diyerek çıkar ve Nolya’nın gittiği yöne doğru yürüyüp gider. Bir daha birahaneye dönmez.

Günler sonra Samiabi, anlatıcı ve Arif, İsmet Abi’nin cenazesi için cami avlusunda bir araya gelirler. İsmet Abi kendini vurmuştur. Anlatıcı bir ara Samiabi’ye birahanedeki son günü, onun yoldan geçen bir kızın arkasından gittiğini gördüğünü söyleyerek o kızın adını sorar. Samiabi: “Nolya” der. Böylece hikâye başka bir boyut kazanır. Samiabi’nin hakkında anlatılan hikâyelerdeki ortak nokta, şimdi Nolya yaşlarında olması gereken bir kızının olduğu ve her nasılsa o kızın öldüğüdür.

Öykünün devamı… Onu Samiabi’nin öyküde söylediği gibi “anlatmayacağım”… O biraz da okuyucusuna kalsın.

Cemil Kavukçu öyküsünden, öykü karakterlerinden söz edilirken daha çok taşra ve onun biçimlendirdiği karakterlerden söz edilmektedir. Oysa “Nolya” özelinden hareketle Cemil Kavukçu öyküsünde bundan fazlası olduğu görülmektedir. Özellikle ‘Nolya’da anlatılan sadece taşra sıkıntısı mı? Dostların Yeri taşrada değil de bir kentte olsaydı, ne değişecekti? Üstelik Dostların Yeri, adını değiştirdikten sonra Aylon kalabalık bir kentte de olabilir. Arif’le anlatıcının öykünün sonunda yürüdüğü kalabalık ana cadde düşünülürse… Hayatlarına kendileri sınır çizmiş, bir avuç insanla aynı mekânda yer değiştirerek, daha çok susarak, içine dönerek yaşayan bu insanların iç sıkıntısı geçecek miydi?

Ahmet Haşim’in “melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz” dizesinde anlattığı gibi, daha derin bir iç sıkıntısı işleniyor bu öyküde. Elbette yalnızlık var, taşranın bunalttığı, sınırlandırdığı insanlar var, hayatın gerçeğinden, mantıklı düşünmekten kaçış var. Ama asıl Cemil Kavukçu’nun bu öyküsünü ve diğer öykülerini başka bir yere koyarak değerlendirmemizi sağlayan evrensel bir boyut da var: iç sıkıntısı. Bütün zamanlarda farklı farklı üsluplarla dile getirilen ve beni onlarla bağlayan duygu. Edip Cansever’in şiiri gibi…

Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum/ Benim atım her zaman.

Annemden sonra bayram mı kaldı?” diyor, bir arkadaşım; doğru on iki yıldır bayram, bayram değil benim içimde de… Ama bir taraftan da bildiklerinizi aktarmak için sürdürülüyor bütün ritüeller. Bu yıl o ritüeller de yerine getirilemedi, salgından dolayı; daha sağlıklı günlere kavuşabilmek için.

Her şeye rağmen bayram… İyi dileklerin havada uçuştuğu… Gerçekleşmesi için ne kadar çaba sarf ediliyor, bilinmez… Yerini bulsun isterim yine de…

Ben çılgın kalabalıktan uzakta… Kuytumda… Ruhum firarda…

KAYNAKÇA:

  • Kavukçu, Cemil (1999), “Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak”, İstanbul, Can Yayınları.
  • Kavukçu, Cemil (2003), “Başkasının Rüyaları”, İstanbul, Can Yayınları.
  • Kavukçu, Cemil (2019), “Balyozla Balık Avı”, İstanbul, Can Yayınları.
  • Kavukçu, Cemil (2017), “Angelacoma’nın Duvarları”.
  • Koçak, Melike (2008), “Beşinci Pencere”, İstanbul, Can Yayınları.

|

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar