LALE MÜLDÜR ŞİİRİ ÜZERİNE

-ADANA-
Şiir edebi türlerin en eskisi, en ilkeli, en kolayı (sanılan) ama aynı zamanda en zoru… Ninnisini, manisini, ağıtını kadın sesine teslim edip düşüncesini, kavgasını, yiğitliğini, pervasızlığını erkeklere has kılan en eski, en ilkel, en kolay (sanılan), aynı zamanda en zor söz…
Edebiyatın en eski türü olan şiirin kadın sesinin, kendini özne kılan en özgün şairlerinden biri olan Lale Müldür’e onun şiirinin öznesine odaklanmak istiyorum bu yazıda.
Dünyadaki düşün, bilim alanlarında yaşanan hızlı değişimlerin bizde de etkilerini gördüğümüz 80’li yıllar kadın şairlerin dergilerde daha fazla yer bulmaya başladığı yıllardır. 80’lere kadar az sayıda kadın şaire rastlansa bile bu kalemlerin yazdığı şiirlerin kadın sesini yansıttığını söylemek zor. 20’nci yüzyılın başlarından itibaren, özellikle Cumhuriyet sonrasında edebiyatın kadın sesi, şiirden çok roman ve hikâyede kendine yer bulmuştur. (O da büyük ölçüde edebiyat kanonunun çok da eşitlikçi olmayan tutumunun el verdiği ölçüde.) 50’li yıllarda yazmaya başlayan Gülten Akın ile 60’lı yıllarda yazan Sennur Sezer’i başka bir noktaya koyarsak şiirimizdeki kadın sesi, feminizmin dünyada kazandığı ivmenin ülkemizdeki yansımaları olarak 80’li yıllardan itibaren hissedilmeye başlanmış; bu şiir, kadın ve şair olmak olgusunu büyük ölçüde feminizmin de izlerini yansıtarak işlemiştir.
80’li yılların kadın şairleri denildiğinde Lale Müldür, Günseli İnal, Nilgün Marmara, Ayten Mutlu’nun adlarının öne çıktığı görülür. Bu yılların yeni şiirinin kuşkusuz en değişik, en cesur, en özgün seslerinden biri Lale Müldür’dür. “…/yok oldu/ kiraz çiçeklerine/ kar yağdıran kız/ önce güzel dünya öldü/ sonra güzel dünya düşleri” diyen kız’dan “ONA KÖTÜ BİR ŞEY OLSUN İSTEDİM./ BANA ÂŞIK OLSUN İSTEDİM”e evrilen bir öznenin yolculuğudur bu şiir. Ve çoğu zaman daha fazlası…
Lale Müldür, 1956’da Aydın’da doğmuş. Robert Kolej’i bitirdikten sonra bir şiir bursuyla Floransa’ya gitmiş. Ülkeye döndüğünde birer yıl ODTÜ’de ‘Elektronik’ ve ‘Ekonomi’ okumuş. 1977’de İngiltere’ye giderek lisans eğitimini Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde tamamlamış. Daha sonra da Essex Üniversitesi’nde Edebiyat Sosyolojisi Bölümü’nden yüksek lisans derecesi almış. 1983-1987 yılları arasında Brüksel’de bulunan sanatçı şimdilerde İstanbul’da yaşamaktadır.
Lale Müldür’ün ilk şiirleri 1980’den itibaren dönemin önemli dergilerinde (Yazı ve İnsan, Gösteri, Defter, Şiir Atı, Oluşum, Mor Köpük, Yönelişler, Sombahar) yer alır. Lale Müldür sadece şiir yazmaz, çeşitli konularda pek çok yazısı da yayımlanır bu dergilerde. Bu yazılar onun şiir evreninin kapılarını aralamamıza yarayan poetik anlayışının izlerini de taşımaktadır.
Lale Müldür’ün ilk şiir kitabında yer alan şiirleri onun 80’li yıllardaki şiir anlayışını yansıtır. Bu ilk dönem şiirlerinde onun çok kültürlü eğitim yaşamının bir sonucu olduğunu varsayabileceğimiz, kutsal kitaplardan, mitolojiden beslenen zihinsel hafızasının izlerini bulmak mümkündür. Bu dönemin en bilinen şiirlerinden biridir, Yeni Türkü tarafından bestelenmiş de olan ‘Destina’:
“Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede/ İşte bu yüzden sırf bu yüzden işte/ Seni bu denli yıktıkları için Destina/ Yaşamımın gizini vereceğim sana.” (Anemon, 2005, s.84)
1985 tarihini taşıyan ‘Dolce Vita’ şiirinin öznesi, insanın ezeli ebedi yalnızlığının ve imkânsızlığının sesiyle konuşur:
“Fırtınalı kimlikler yaşıyor yalnız/ yerin altını ve üstünü/ ve bize olanlar ilgilendirmiyor başkasını/ ‘hiçbir insanın bir odası yok mu/ taştan yapılmış/ gerçek bir ülkesi, bir insanı yok mu’/ Amore/ gözlerimi sana çevirdiğim zaman/ görmüyormuş gibi yapıyorsun ama/ imkânsızlar yaratıyor aşkları.” (Anemon, 2005, s.54)
Lale Müldür’ün yine 1985 tarihli ‘Seni Bırakıyorum’ şiirinin öznesi muktedir bir bireyin sesiyle konuşmaktadır:
“Seni bırakıyorum kendime kapanmış/ kollarımın anarşik güzelliğiyle/ içimdeki yosun yeşili sulara/ içimdeki tehlikeli kıyılara/ içimdeki siyah ışığa/ seni bırakıyorum.” (Anemon, 2005, s.55)
Seriler şiir kitabı yayınlanır 1991’de. 13 bölümden oluşan bu kitaptaki şiirler Lale Müldür şiirinin yeni dünyalarını açar okura. İçerik olarak daha katmanlı şiirler olduğu kadar biçimsel denemeler de karşımıza çıkar bu kitapta yer alan şiirlerde. Örneğin kitabın Uğur ve Emel Müldür’e ithaf edilmiş Renk Serisi’nin son şiiri, kum saatini andıran bir dize düzeniyle oluşturulmuştur:
_______“böyle rüzgârlar birdenbire yön değiştirip
güneye göçen leylekler tuhaf bir
polka gibi havada döndüğünde
hep böyle bir gelme ve git
me haliyle yapraklar
birbirine sarıl
arak dön
düğün
de
turkish blue
hep beklenen birisi
artık beklenmeyip beklememeye
yani alışıp evine döndüğünde
çayın altını yakıp her şeye kendini
alıştırıp ama yine de biraz ağlayıp
biraz güldüğünde senin de
mavi bir yatağın
olacak mı turkish blue.” (Anemon, 2005, s.106)
Seriler Kitabı’nın en ilginç bölümlerinden biri kitabın üçüncü bölümünü oluşturan Fütürist Dalgalanmalar Serisi’nde yer alan şiirlerle oluşturulmuş bana göre. Bu bölümdeki şiirlerinde Lale Müldür’ün şiirinin geneline hâkim olan çağrışımlara açık, çok kültürlü, zaman zaman mistik temalarının aksine fütürizmin öncelediği şehir hayatının, uygarlaşmanın ölçütü kabul edilen hızın, makineleşmenin, yenileşmenin toplumda yarattığı karmaşık yapının eleştirel bir dille anlatıldığı görülüyor. ‘İskenderiye Postası’ şiirinin “Saide”si tam da böyle bir karmaşanın yarattığı bir kimliktir:
“Saide ayaklarını suya değdirip çektikçe. / Yafa damgalı bir kasa portakal geliyor ona / bir de kartpostal. Hoppala, buyrun bakalım / şimdi bu ne postası? / Bu posta beyim İskenderiye postası/ akşama kalmaz elinize geçer. / Oysaki ben sanmıştım ki. Ne sanmıştınız? / Şeyyyy, ben Rus postası sanmıştım. / Hayır, Rus postasının üstünde / Carta da Corrispondenza yazmaz, / bu İskenderiye postası. / hoppala buyrun bakalım / radyoda / Venedik, Marakeş, İskenderiye, İstanbul dörtlüsü çalıyor, / şimdi ne olacak Saide? / Saide laikliğin beyaz kurdelalarını / takıp, pembe-sarı kelebekli elbisesini giyip kolunda Alanya çıkışlı bir file / başını yan yan yan yana eğer / ışık patlar——–Saide/ bir taze bahar olur gönlünde…” (Anemon, 2005, s.121)
Lale Müldür şiirinin en ilginç örneklerinden biri, yine Fütürist Dalgalanmalar Serisi bölümünde yer alan ‘Yeniçeri Rönesans Seferleri’ şiiri. Bu şiirde toplumsal değişim, kadının bireyleşme süreci; diğer şiirlerinde pek görmediğimiz mizahi bir dille anlatılmış. Kadının birey olmasını, değişimini kabullenemeyen eril zihniyetin onu delilikle yaftalaması da ayrı bir mizah unsuru:
“Şevketlum efendum önünüzdeki şu beyaz leblebi / yiyen güruh, bunlar kendilerini eski Osmanlı / alayı mı zannederler de kendine haremlerine / dahl olmak istemeyen kızların hakkında / yeniçeri rönesans seferleri başlatıp / herhangi bir 20. yüzyıl Tanzimat bakkalının şöyle / bir bakıp, hay sizi kontak kuantlar hay, ayol / başka yazacak şey mi kalmadı diyerek, içerlek / sakalını tuta tuta katılarak keyifle purosunu / tutuşturacağı metin tasarıları kaleme alırlar. / Şevketlum efendum önünüzde şu beyaz leblebi / atan güruh, her an bu tasarıları ortakpazarın / sayılı feylesoflarına mı ulaştırmak yoksa ondan / bir kesekâğıdı mı yapmak sorunsalları arasında / krizya olup kalıyorlarmış. Lûtfedip şöyle bir/ meseleye bakacak olursanız, hem halkın içtimai / huzuru bakımından hem genel krizya ekseni/çerçevesinde bu çolukçocukcağız da bunca telef / olup derin kaygulara garkolmaz efendum. / Büyük Şefin derin bir koma içinde terk-i hayat / ettiği günlerdi… ağır bir bedelle / korkusuzlar takımı arasında / yer aldı Saide. Sahiciliğin gülünü koklayıp / özgürlüğün tadını çıkardı. Şimdi bunu böyle söy-/leyince bir 19. yüzyıl Fransız feministi geliyor / akla amma velakin Saide’ye deliliğin hunisini / takan kim? Velev ki bir… güruh sizinle viyana’da vals / etmek isteye Saide.” (Anemon, 2005, s.123)
Lale Müldür şiiriyle ilgili yapılan yorumların çoğunda onun şiirlerinde kullandığı yabancı sözcükler, İncil’den, Tevrat’tan, Kuran’dan aldığı unsurlar, kimi zaman kutsal kitapların üslubunu yansıtan söylemleri dolayısıyla “yabancı” olarak görülmesi öne çıkar. ‘Anne Ben Barbar mıyım?’ kitabında yer alan Sombahar dergisine verdiği bir röportajında tam da bununla ilgili bir cevabı vardır şairin:
“Benim yabancılığım her şeye, bu dünyanın temsil ettiği her şeye bir yabancılık. Kendimi Orta II’den ayrılan çocuklara yakın görmüyorum ben, köylülere de, burjuvalara da, Doğululara da, Batılılara da yakın görmüyorum. (…) Beni ehlileştirmenizi, rahat etmenizi istemiyor, ben de rahat etmiyorum zaten. Zaten sanatta olay her şeyi ECNEBİ yapmak değil midir? (Yabancılaştırma, tuhaflaştırma etkisi.) Yani mesele genel olanın da üstünde uçmadadır. Genel adına konuşan şairler, ilk dil’den konuşmaya çalışanların yanında basmakalıp görünmektedirler. Konu şudur: bu ‘bireysellik’ aynı zamanda var olan evrensel bir bireysellik olarak işitilir durumda mıdır? Kendi zorunlu bireyselliğinin dağınık şekillerini DAHA YÜKSEK BİR KİP’TE bir araya getiren her şair evrenseldir.” (Anne Ben Barbar mıyım?, 1998, s.167)
Lale Müldür bu söyleşinin bir yerinde “yerel” şiirler de yazdığından söz ederken örnek olarak ‘Destina’yı gösterir. İlk dönem şiirlerinde belki bu tarz yerel izleri daha fazla görmek mümkündür ama o, sürekli arayışlar içindedir ve düşünce evreni genişledikçe biçimsel anlamda da dil ve temalar anlamında da şiiri daha katmanlı bir yapıya ulaşmaktadır. Çünkü o şiirin ancak “çok ciddi bir entelektüel birikimin” üstüne inşa edilebileceğini düşünmektedir.
‘Anne’ye Ayetler ve O’nun Postmortem Alâmetleri’, 2012’de basılmış. Bu şiir kitabında kişisel tarihinin belli ki en zor dönemlerinden birinden geçmektedir şair. Anne’ye yazılan bu kitaptaki şiirlerde onun Alzheimer oluşundan önceki ve hastalık sürecindeki halleri, ölümünden sonraki hatırlamalar, anlar, anılar karışık biçimde işlenmektedir. Bu süreci anlatırken Anne’yi Hıristiyanlığın kutsal Meryem’i ile özdeşleştirdiği dizelerle karşılaşırız:
“Kadın öldü müydü/ ne olmuştu/ Annem mi ölmüştü yoksa/ Böyle garip bir zaman aralığında?/ Boylu boyunca annem ya da ben/ Uzanıyorduk işte yeni bir Mesih’in gölgesinde/ Hangimiz Elektra, Leto ya da Meryem’di ANNE?” (Anne’ye Ayetler ve O’nun Postmortem Alâmetleri, 2012, s.12)
Lale Müldür’ün ölümü en yoğun işlediği şiirlerle de burada karşılaşmaktayız. Şair önemsediği, yüksek sesle söylemek istediklerini büyük harflerle yazmış bütün şiirlerinde, bu dizelerde de görüldüğü gibi:
“ÖLMEYEN TEK ŞEY YAŞAMDIR / VE ÖLÜM / ÖLÜM, İÇ YAŞAMIN KAYBOLUŞ ANIDIR.” (Anne’ye Ayetler ve O’nun Postmortem Alâmetleri, 2012, s.33)
Lale Müldür, bugüne kadar yayınlanmış şiir kitapları toplu şiirleriyle birlikte 14 şiir kitabı, bir roman, yazılarını topladığı iki eseriyle oldukça üretken bir sanatçı. ‘Buhurumeryem’deki, ‘Divanü Lugât’it Türk’teki, ‘Kuzey Defterleri’ndeki, ‘Saatler/Geyikler’deki ve diğer kitaplarındaki şiirlerinden söz edebilmek bu yazıda mümkün olmasa da onun şiirinin hep çıtasını başka bir noktaya taşıdığını gösteren ve okurundan da kendisi kadar çalışkanlık bekleyen şiirler olduğunu belirtmeliyim.
Yazının başındaki konuya dönersek, kadın ve şair olmak konusuna; Lale Müldür bunu Kadınca dergisinin kadın şairlerle ilgili kendisiyle yapılan röportajda şöyle yanıtlamış:
“Şair olmak demek, daha yola çıktığınızdan itibaren dünyaya, çevrenize, hayat her şeye seçici gözle bakmaktır… Bu cesaret meselesi biraz da… Şiir konusunda tevazuuyla konuşmayacağım, şiir sadece güzel, ince duyarlılıklar ve duygululuklar meselesi değil. Çok ciddi bir entelektüel birikim gerektiren bir şey tam tersine… O ciddi bir entelektüel birikimin üstüne, kendi estetiğini kurmak meselesidir, bu da çifte zor bir şey. Şiir entelektüel anlamda vahşi bir yol, yırtıcı bir kimlik…” (Anne Ben Barbar mıyım?, 1998, s.124)
Lale Müldür, bunları ne zaman söylemiş? Ta 1998’de. 80’li yılların başından beri şiir yazan günümüzde de yaratmayı sürdüren bir şair. En son kitabı 2022 tarihini taşıyor. ‘Kadınesk’ adını taşıyan bu kitabın içindeki şiirler, Berlin’de yaşayan ressam Ercan Arslan’ın resimleri üzerine yazılmış. Lale Müldür ve Ercan Arslan’ın 2016’da tanışmasından sonra ressamın atölyesinde geçen gecelerde kaleme alınmış bu şiirler. Bambaşka anlatım dilleri olan iki sanatı, resmi ve şiiri, birleştirmesi bakımından da oldukça deneysel bir üretim bu çalışma. Kitabın çiftli rakamlı sayfalarında ressamın tablosu yer alıyor, tekli rakamlı sayfalarda ise Lale Müldür’ün o tablo için yazdığı şiir bulunuyor.
İlk resim ve ilk şiir ile bitmeli Lale Müldür yazısı:
“Bu bendim sanki/ tam da eviçeri yokuş bunalımlarında/sürüklenirken lacivert bir uzam gibi/ nasıl bir mavi bu diyordum kendi kendime/nasıl bir turkuaz mavi bu/ önüme uzanan bu acımasız dülger yumruğu/ Yumruğa bakıyordum/ Şaşırmış şaşıra kalmış/ Şaşırkalazmış/ Acınası gözlerimle/ İçimdeki siyah saçlı / benden daha genç bir Lâle/ karnından cenin çıkmış gitmiş de/ kalakalmış gibi tek başına/ öyle ıssız, öyle cengâver gözleriyle/ Birdenbire sağ cebime uzanıp kuartz silahımı çekiyorum/ size, hepiniz/ defolun gidin artık.” (Kadınesk, 2022, s.9)
Lale Müldür… 80’li yıllardan beri şiir yazmaya devam eden, arayışları, yenilikleri, sürprizleri tükenmeyen, cesur ve pervasız bir şair. Onun şiirinin öznesi aklı, bilgiyi, birikimi öncelemiş, ama aklı bu dünyanın ötesiyle de ilgilenmeye engel görmemiş, sınırları aşmış güçlü bir kadın. Kendinden çıkan ama kendi ile sınırlı kalmayan bir şiir… Lale Müldür şiiri, kendine özgü bir şiir evreni yaratmayı başarmış, üzerinde daha çok konuşulmaya değer bir şiirdir.
KAYNAKÇA:
– Asiltürk, Baki, “1980 Kuşağı İçinde Kadın Şairler”, Türk Kültürü İnceleme Dergisi 21, 2009, İstanbul, s.221-238.
– Koşar, Emel, ‘1980’den Günümüze Türk Şiiri’, Paradigma Yayınları, 2023.
– Müldür, Lale, ‘Anemon / Toplu Şiirler’ (1988-1998), YKY, 5. Baskı, 2005.
– Müldür, Lale, ‘Anne Ben Barbar mıyım?’, Yol Yayınları, 1998.
– Müldür, Lale, ‘Haller Leyla’, L&M Yayınları, 2006.
– Müldür, Lale, ‘Anne’ye Ayetler ve O’nun Postmortem Alâmetleri’, YKY, 2012.
– Müldür, Lale, ‘Kadınesk’, YKY, 2022.
– Tunç, Gökhan, “Postmodern Şiir ve Lale Müldür’ün Şiirlerinde Postmodern Özellikler”, Söylem Filoloji Dergisi (6/2), 2021, s.279-297.