EDEBİYAT 

FÜRUĞ ŞİİRİYLE KENDİ SOĞUK ZAMANIMIN AKIŞINDA…

Niçin durayım?/ Dört elemente itaat ediyorum/ ve kalbimin yasalarını düzenlemek/ körlerin yerel yönetimlerinin işi değil.” – Füruğ Ferruhzad

Yağmur yağıyor… Geceden beri… Beklediğimiz, özlediğimiz yağmur… Adana’da, soğuk mevsimdeyiz. Soğuk ve nemli… Ve sisli ve karanlık mevsimde…

Ben şiir okuyorum. Füruğ’un şiirlerini.

Füruğ’la baş başayım. Bir “eski” yılın bitmek üzere olduğu günde doğmuş o da. 29 Aralık’ta, benim gibi. “Soğuk mevsimin başlangıcında”… Doğaya, doğanın kendi döngüsüne inananların takvimine göre bir başlangıçta…

Zaman geçti ve saat dört kez vurdu/ dört kez/ bugün aralığın yirmi biri” diyor ya… En uzun gece… Şeb-i yeldâ. Hem soğuk ve uzun sürecek kışın hem de en dibe ulaşıp yeniden yükselmeye başlamanın vakti.

Füruğ’un son şiir kitabı ‘İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına’, ölümünden sonra basılmış… Diğer kitaplarıyla kıyaslandığında sayıca az şiir yer alıyor kitapta. Muhtemel ki tamamlanamamış, yarım kalmış bir çalışma bu.

Almanya’daki kardeşi Feridun’a yazdığı bir mektupta şöyle diyor:

Bir film yapmak için bin sayfaya yakın bir senaryo yazdım ancak gelecek yıla kalıyor. Düşündüğümden çok daha erken ölüp işlerimin yarım kalmasından korkuyorum. Ancak şimdilik yaptığım dünyayı parçalayıp onun içinden mutluluğu çıkarmak, artık nasıl olacaksa? İşte durumlar böyle. Bu sene bir şiir bile yazmadım. Eğer sende yeni bir şeyler varsa gönder.” (SGB, s.76)

Aynı mektupta kardeşine Sirus Atabay’ın Almanya’ya gittiğinde şiirlerini Almancaya çevireceğinden söz ediyor. Ama bu çeviriden çok umutlu değil. Çünkü Sirus Atabay’ın uzun zamandır Füruğ’un “bu çevre” diye söz ettiği Tahran’dan uzak olmasından, dolayısıyla Farsçadan da uzak kaldığını düşünmektedir.

Sahi, Füruğ’un şiir dünyasını Türkçedeki çeviriler ne ölçüde yansıtıyor onun söylediği yoğunlukta acaba?

“Niçin durayım?” Düşünmekte, okumakta niçin? Okuyorum. Okuyorum ve düşünüyorum…

Nasser Saffarian’ı Füruğ hakkında düşünmeye ve araştırmaya iten dizeler bunlar:

Niçin durayım, niçin?/ Kuşlar, mavilikleri bulmaya gitmişler/ ufuk dikeydir/ ufuk dikeydir ve hareketse fıskiye gibi/ ve görüş alanında dönmektedir/ ışıktan yıldızlar.” (RBG, s.300)

Yalnız Sestir Kalan’ şiiri böyle başlıyor. Kuş, Füruğ’un şiirlerinde çokça karşımıza çıkan bir imge. Bazen kuş – genel bir tür olarak, bazen güvercin, bazen avuçlarına yumurtlayan kırlangıç, kimi şiirinde karga… Mavilikleri bulmaya giden kuşlar, mavilikleri bulmuşlar mı? 

Ağaçların soyundanım ben/ bayatlamış havayı solumak hüzünlendiriyor beni/ ölü bir kuş, uçmayı hatırlamamı öğütledi bana.” (RBG, s.300)

Olsun, maviliklere ulaşamasalar bile mavilikleri bulma ümidiyle uçarak tükenmiş ömürleri… Bazen ömrümüzden uzun değil midir hayallerimizin sonu?

Bu dizeler o çok bilinen dizelere de bir hazırlık sanki:

Pervâz-râ be-hâtır be-sipâr/ perende mordenîst.” (Uçmayı hatırla/ kuş ölümlüdür.)

* * *

Yine kardeşi Feridun’a yazdığı mektuplardan birinde şöyle diyor Füruğ:

Günümüzde şairlerin şairi olan Nima şöyle diyor: ‘Yakmadığını görene kadar/ kişi etrafa ışıksız bakar/ ya da/ bir şeyden eksiltmek gerekir/ bir şeyi fazlalaştırmak için’… Mesele sadece budur, yani eğer şair olmak istiyorsan kendini şiire ada. Fazla hesap yapma ve gereksiz sözlerden kaçın. Basit mutlulukları bırak. Etrafına bir duvar ör ve bu duvar içinde, daha iyi bir dünyaya gelmek, şekillenmek ve kavramların çeşitli anlamlarını keşfetmek için yeniden başla. Ben aynısını yapıyorum –ama acıdır ki– dayanıklılık ve yetenek ister…” (SGB, s.77)

Füruğ kendini şiire adamış bir sanatçı. Bunun bir bedeli olmuş elbette. Ama büyük sanatçı olmak, kendisinden sonrakileri etkilemek ve iz bırakmak; başka türlü olabilir mi? Bugün ülkesinde de birçok dilde de şiirleri yorumlanıyorsa bu bir tesadüf değil, bir emeğin sonucu. Bedeli yalnızlık, mutsuzluk, iç sıkıntısıyla ödenmiş bir başarı bu.

* * *

Dilem girifte est/ dilem girifte est.” (İçim sıkılıyor/ içim sıkılıyor.)

Birçok sanatçının yaşadığı, yaşayacağı; düşünen, hisseden “basit mutluluklar”a kendini mahkûm etmeyenlerin –bizim şiirimizde Haşim’in hani “melâl” dediği o duyguyu– iç sıkıntısını yaşamadan o olgunluğa erişilmiyor belki de, kim bilir?

Füruğ, Tahran’da içinde bulunduğu ortamdan memnun değildir, kendi varlıklarını sürdürmek için başkalarının hayatlarını eleştirenlerden rahatsızlık duymaktadır. Bunu da Feridun’a yazdığı 4 Ekim tarihli mektubunda dile getirmektedir:

Birkaç tanesinden başka geriye kalanların hepsi birer hiçtir… Ve hiç olanlar yalnızca var olmak için o birkaç kişinin hayatını mahvediyor; çünkü hiç kendileri olamıyorlar ve yalnızca konuşuyorlar… Ben bunlardan şikâyet etmiyorum; çünkü çalışıp düşüneceğine vaktini birtakım hokkabazlıklarla geçiren bir insanın değeri yoktur. …” (SGB, s.80)

Mektupları değil Füruğ’un şiiri söylesin yüreğini yitiren zamanı, yabancılaşan tanıdık yüzleri, anlamın boşalmasını hayattan:

Yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum ben/ bunca elin boşunalığını düşünmekten/ bunca yüzün yabancılaşmasından/ korkuyorum.” (RBG, s.295)

Yine, “Feri” diye seslendiği kardeşine mektubunda geçmişten nasıl koptuğunu da anlatıyor:

Geçmişten tamamıyla koptum. Kami’yi caddede gördüğüm zaman ki şimdi boyu omuzlarıma gelmiştir, sadece titriyorum ve kalbim yerinden oynuyor; ancak onu istemiyorum, istemiyorum onu. Bu ilginin ve bağın ne faydası var? Hiç kimse bilmiyor ama ben çok mutsuzum, Fericiğim. Hatta ben bile bilmek istemiyorum; çünkü bu sorun ile karşı karşıya kalırsam yapabileceğim tek şey kendimi pencereden aşağıya atmak.” (SGB, s.81)

* * *

Yıllar yıllar sonra Füruğ portresi üzerine çalışan ressam Kâmyâr Şapur’dur artık, oğlu Kami. Kâmyâr Şapur; İngiltere’de öğrenim görmüş, 1978’de mezun olduktan sonra İran’a dönmüş ve ressam olarak çalışmalarını sürdürmüş ülkesinde. İran’da yaygın bir gelenek olan sanatçı ve şairlerin portreleri üzerine çalışan birçok ressam gibi o da Furuğ portresi üzerine çalışmalar yapar. Elinde bulunan fotoğraflardan onu resmetmeye çalıştığı bilgisini verir kendisiyle röportaj yapan Mihrinuş Mezari’ye. Zihninde bir Füruğ resmi var mıdır Kâmyâr Şapur’un? Çok küçükken birkaç kez gördüğü bir anne resmi nasıl oluşsun? İngiltere’deyken de fotoğraflarından annesinin yüzünün portrelerini çizmeye çalışmıştır, geçmişe dönebilmek, onun görüntüsünü gözünün önüne getirebilmek için. “Her gençlik ve çocukluk döneminde yapılan resimler gibi” diyerek geçiştirir o resimlerini, Kâmyâr Şapur.

Onun hayatta olmasını çok isterdim, bir bağımız olsaydı çok ilginç olurdu. Çünkü o, maşallah, yalnız şiire vakıf değildi, o çok yetenekli bir insandı. Tiyatro yapıyor, resim yapıyor, çeviri yapıyor, film yönetiyor. Sonuçta bizimkisi çok güzel bir ilişki olurdu.” (SGB, s.238)

Kâmyâr Şapur, gelenekçi bir toplumda, üstelik cinsiyetçi bir anlayışın egemen olduğu bir yargılamayla annesinden küçük yaşta koparılmış bir çocuk olarak büyümüş. Geçmişi yargılamadan, “Şöyle olsaydı”, “Böyle olsaydı” demeden bakmayı bilen, olgunluğa erişmiş bir yaşta bu röportajı verdiğinde. Kâmyâr Şapur’un sözleriyle Füruğ:

Bence tarihe mal olmuş bir insan. Yani modern İran edebiyat tarihinin sağlam basamaklarından biri o. Ne de olsa dahi bir sanatçıydı; çünkü sözlerini söylemek için sadece otuz iki yılı oldu. … ‘Şair yağmurdan konuşmaz, yağar’ (bir şiirden alıntı)… Bence Füruğ böyle bir şairdi. Yani yağmur olup yağıyordu. …” (SGB, s.242-243) şeklinde anlatılıyor.

* * *

Şiirlerle ilgili daha çok okuma yapacağım, daha çok düşüneceğim. Şimdilik Kâmyâr Şapur’un röportajdaki son sözleri zihnimde geziniyor:

… Füruğ’un çocuğu olmak hoşuma gidiyor. … Bu duygudan hem mutluluk hem de samimi olarak söylemem gerekirse üstünlük duygusu hissediyorum. Belki o bana çok güven veriyor. Sahip olduğum bu deneyimle de bu görüntüyü bana bıraktı.” (SGB, s.245)

Füruğ’un çocuğu olmaktan mutluluk ve üstünlük duyan bir yürek var atan. Bu bile başlı başına apayrı bir şiir yaratıyor.

Yağmur daha çok yağacak, en dibe en derine ulaşılan noktadan hız kazanıp yükselmek için daha çok zaman var.

Şimdi yine şiirin zamanı…

Ve bu, benim/ yalnız bir kadın/ soğuk bir mevsimin başlangıcında/ yeryüzünün kirlenmişliğini/ ve gökyüzünün yalın, kederli umutsuzluğunu/ ve bu beton ellerin güçsüzlüğünü/ anlamanın eşiğinde.

Zaman geçti ve saat dört kez vurdu/ dört kez/ bugün aralığın yirmi biri/ mevsimlerin sırrını biliyorum ben/ ve anlıyorum anların dilini/ kurtarıcı, uyumaktadır mezarında/ ve toprak, bağrına basan toprak/ dinginliğe işarettir.” (Rüzgâr Bizi Götürecek, s.277)

Hâlâ yağmur yağıyor. Üç gündür yağmur hep yağıyor… Gece ve gündüz nemli, soğuk, uzun, upuzun bir kış ağır ağır akıyor…

Dışarıdan uzaklaşılmış… Bir masanın başında, ekranın önünde yazıp sildiğim, yeniden kurduğum, beğenmediğim, kararsız kaldığım sözcükler arasında geziniyorum.

Dışarıdan uzakta…

Bütün parlak sözleri, çok abartılmış alkışları, farklı çıkan sesleri duymazdan gelen, şişirilmiş egolarıyla birbirini ağırlayan, yalancı ilişkileri dışarıda bırakıp masamda dingin, telaşsız, klavyede parmakların dokunuşundan çıkan ses yağmurunkine karışırken kendi soğuk zamanımı yaşıyorum. Fonda Füruğ’un Farsçasıyla ‘Yeniden Doğuş’ seslendiriliyor.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar