EDEBİYAT 

‘BÜYÜMENİN SANCISI’ ÜZERİNE – KADIN OLUŞUM ROMANLARI II

Bildungsroman içinde alttürü oluşturan kadın oluşum romanları üzerine okumaya, düşünmeye ve yazmaya devam ediyorum.

21’inci yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına doğru, her şeyi değiştireceğini düşündüğümüz birçok olaydan, olgudan, durumdan sonra, nasıl geçtiğini anlamadığımız karantinanın gölgesinde bahardan, aniden başlayan nemli, sıcak, ara ara selle fırtınayla geçen hazirandan sonra…

Sonra…

Birçok şeyden sonra… Hâlâ kadınlar şiddet görürken, hâlâ öldürülürken, hâlâ en olmadık yerlerde eril söylemin yargılayıcı, küçük düşürücü psikolojik etkisine maruz kalırken kadının oluşumu ne kadar zor; işte bu, görünür olsun istiyorum.

Bu kez Kanada’dan bir yazardan, Isabel Huggan’dan bir kitap… ‘Büyümenin Sancısı’. Bu, bir roman gibi de okunabilir; ama aslında orijinal adı ‘The Elizabeth Stories’ olan bir öykü kitabı. Kitaba önsöz yazan Alberto Manguel’in ifadesiyle, “hikâye Kanada’nın ulusal tarzı olduğuna ve kısa hikâyeden başka bir şey yazmamış Alice Munro Nobel Ödülü’nü bu türle aldığına göre” hiç de şaşırtıcı gelmemeli ‘Büyümenin Sancısı’nın yazılış biçimi. Eseri roman gibi düşünmemizi sağlayan ise, bütün öykülerin Elizabeth’in ağzından ve onun odağından anlatılıyor olması.

Isabel Huggan, 1943’te doğmuş. Babası bir Amerikan kimya şirketinin Kanada’daki şubesinde yönetici olarak çalıştığı için Ontario eyaletinin Elmira adlı küçük bir kasabasında yaşamış yazar, üniversiteye gidinceye kadar. İngilizce ve felsefe okuyan Isabel Huggan, 1965’te Toronta’ya taşınmış. 1970’te gazeteci Robert Huggan ile evlenen yazarın, 1977’de bir kızı olmuş. 1976’da kadın senaryo yazarları için Kanada Ulusal Film Kurulu’nun yarışmasında, ‘Celia Arkamda’ (Celia Behind) adlı öyküsüyle birincilik ödülü kazanmış. Sonradan bu öyküye Elizabeth karakteriyle iki öykü daha eklenmiş. Öyküler ilgi çekince çalışma, sekiz öykülük bir eser bütünlüğüne kavuşmuş. Bu çalışma 1984’te yayımlandı; eserin Türkçe baskısı ise Aylak Adam Yayınları tarafından 2015’te yapıldı. Ben de gördüğüm kadarıyla tek baskısı olan kitabın o baskısından yararlandım.

‘Büyümenin Sancısı’nda bütün hikâyeler Isabel Huggan’ın çocukluğunun geçtiği kasabaya benzeyen, haritada olmayan Garten adlı küçük bir kasabada ellili yıllarda geçmekte. Ama ne fark eder, okuduklarımız zaten bir kurgu ve yazılanlar da olanı değil, olabilecekleri anlatmıyor mu?

Garten kasabasında iki önemli kurum var: Kilise(ler) ve banka. Elizabeth’in babası Frank Kessler bankanın müdürü; annesi Mavis ise kasabadaki birçok anne gibi önceden çalışmış olsa da şimdi eviyle ve ailesiyle ilgilenen bir ev kadını. Çünkü kadınlar için çalışma hayatı, uygun bir eş bulup yuva kuruncaya, aile oluncaya kadarlık diye düşünülüyor. Çünkü “o anlayışlı ve evlenmeye uygun kocalar” zaten eşlerinin evde olmasını ve kendileri için yemek pişirmesini istediklerinden kadının çalışmasına gerek duymazlar(!).

Sıkı ahlakî kurallarla hayatın sınırlarının çizildiği Garten’da kız çocuğu olmak, üstelik arkadaşlarından farklı bir çocuk olmak çok zor. Yaşıtlarına göre daha uzun, daha kemikli bir vücutla, meraklı ve kurallara boyun eğmek yerine kendi istediğini yapma çabasıyla, fen ve matematik derslerindeki başarısıyla, erkenden farkına vardığı cinselliğe merakıyla, katı kurallarla çocuk büyütmeye niyetli annesini de “utandırmaktadır” çoğu zaman Elizabeth.

Ama Mavis Kessler, tek çocuğunu yalnızca sosyal incelikler için göndermiyordu dans derslerine. Benim doğal kabalığımla mücadele edebilmeyi de umuyordu. Yüzüm anneme benziyordu; ama kalıtımsal olarak babamın vücut yapısını almıştım, kemiklerim o kadar büyük ve kalındı ki büyüdüğümde bir seksen boyunda olacağım erkenden belli olmuştu. Başka bir zamanda ve mekânda yaşasam, vücudum tarlalarda çalışmak için çok elverişli olacağı için epeyce övgü alırdım.” (s.49)

Elizabeth tuhaf bulduğu bir şekilde baleden hoşlanmaya, kaba ve gösterişli olarak nitelediği step dansına göre baleyi ise elegant bulmaya başlar. Bale öğretmeninin öğrettiği hareketleri, onun Fransızca terimlerine uyarak yapmaya çalışır. Bale öğretmeninin hazırlamakta olduğu resital için hazırlıklar hızla devam eder. Oyundaki beş kişilik gruptaki Trudy ile gizli bir çekişme ve kıskançlık içindedirler. Trudy ve Elizabeth, ikisinin anneleri arkadaş olduğundan okul dışında da çoğu zaman birlikte vakit geçirmek zorundadırlar. Gösteri için hazırlanılırken sürekli olarak öğretmenin Elizabeth’e farklı adımlar göstermesi ve onu ortaya alması, diğer kızların onun etrafında dans etmeleri Elizabeth’i çok heyecanlandırmakta ve kendisini pırıl pırıl beyaz saten ve tüller içinde dans ederken hayal etmektedir. Diğer kızlar onun hizmetkârı olacak, başına çiçeklerden hazırlanmış taçlar takacaklardır. Ancak kostümlü provalara geçilmek üzereyken Bayan Verser, Elizabeth’in bütün hayallerine son verecek rolünü açıklar:

Sen, Jack… Çapkın, düzenbaz, kalpleri çalan biri. Burada kolunda, harika kırmızı kadifeden bir kalp olacak. Kalbinden geçenleri göstermen için bu kızlara numara yapacaksın; ama aslında kalpsizin birisin, sen onları sevip terk eden bir tipsin.” (s.52)

Bale öğretmeni Bayan Verser’in bu açıklamasından sonra Trudy ve Janet’in kıkırdamalarına katlanarak prova saatini geçirir Elizabeth. On bir yaşında bir kız için “Bir oğlan rolünü oynamaktan daha aşağılayıcı ne olabilirdi? Kız olmak için fazla çirkinsin anlamına geliyordu bu…” (s.53) demektir. Elizabeth arkadaşlarının kendisiyle alay edeceğini düşündüğü için de rahat değildir; üstelik erkek rolüne seçilmiş olmasından dolayı vücudunu her zamankinden daha hantal, daha kaba, kendisini yeteneksiz hissetmektedir.

Çalışma bittikten sonra tek başına, ağlayarak ve koşarak eve gelir. Anne ve babasından yardım beklemektedir. Duygudaşlık… Onun içinden geçenleri anlamalarını… Annesi olayı duyunca “rezalet” diye söylenir durur; ama bu “rezalet”, Elizabeth’in annesinden beklediği, onu kollarına almasını, saçlarını okşamasını içermeyen bir tepkidir.

‘Resitalde erkek rolünü oynamam gerekiyor, baba’, dedim. En uzun boylu benim diye oğlan olmam gerekiyor. …

‘Erkek rolü oynamakta üzülecek bir yok,’ dedi elindeki gazeteyi dar bir rulo haline getirirken. ‘Bundan gurur duymalısın. Bütün diğer kızlar birbirine benzeyecek, sen farklı olacaksın.’ … Babamın benim erkek doğmuş olmamı ne kadar çok istediğini açıkça ve kesinlikle gördüm. Oysa bir kız olmayı bile doğru dürüst beceremeyen bir kızı vardı.”  (s.54)

Doğu toplumlarına özgü diye düşünülür genelde, erkek çocuk özlemi. Oysa farklı kültürlerden okudukça görüyorsunuz ki bu algı biçimi dünyanın, bozulmasından kaygı duyulan düzeninin temelindeki ataerkil anlayıştan (eril zihniyetten) kaynaklanmakta… O kadar yaygın ki… Bu nedenle yapılması gerekenler de o kadar çok, o kadar derin ki…

Resital gecesi sizce nasıl bitmiştir?

Kupa valesi olan çapkın, uçarı, kalpsiz erkek rolündeki Elizabeth, dökümlü ve dolgun durması için beli lastikli gri kadife kısa pantolonla, omuzları geniş dursun diye vatkalı ceket, kolunda kırmızı kalple uyumlu kırmızı uzun çoraplarla kendini nasıl hissetmiştir?

‘Ben aslında bir kızım,’ diye bağırıyorum, sesim korkunç derecede yüksek ve tiz çıkıyor. Jimnastik salonundaki sesler kesiliyor ve ben şaşkın sessizliğe doğru avazım çıktığı kadar tekrar bağırıyorum. ‘Ben aslında bir kızım, ben aslında bir kızım!’” (s.64)

Gösteriden sonra eve döndüklerinde anne ve babasının onu azarlayışında biraz anlayış kırıntıları da vardır. Ama Elizabeth yine de annesinin “esas dert ettiği şeyin kendi onuru” olduğunu düşünür.

Büyümenin Sancısı’ daha pek çok kadın meselesine değiniyor, Elizabeth’in büyüme hikâyesini anlatırken. Geçen yazıda üzerinde durduğum ‘Düğünün Bir Üyesi’nde nerdeyse yapayalnız bir kızdı France, annesiz büyümüştü. Elizabeth’in annesi yanındadır, belli bir eğitim seviyesine sahiptir ebeveyni. Ailenin toplumsal konumu da iyi. Ama yine de alışılagelmiş kalıplar kırılamıyor anne babalarla kızları arasında. Kızlar hep bir kuşatılmışlık içinde, anne ve babalarına rağmen kendilerini gerçekleştiriyorlar. Azimli olmak gerekiyor, dirençli olmak… Sıradan çıkmayı başarmak…

…Tabii Mavis’in beni sevdiğini biliyordum (Dikkatli ve kendine özgü bir tarzda sevecen davranmaya çalışırdı.); ama aramızda sürekli altta yatan bir karanlık vardı, sanki derin bir güvensizlik ve şüphe nehrinde yüzüyor fakat bindiğimiz sal güvenli ve sağlammış gibi numara yapıyorduk. İkimiz de onun anneliğinin iyi sonuç vermediğini biliyorduk.” (s.102) diyor Elizabeth.

O, nasıl bir annelik bekliyor?

Mavis gibi tutucu, kuralcı, kasabadaki imajını korumayı her şeyin önünde tutan bir anne değil kuşkusuz.  Mavis toplumsal cinsiyetçi anlayışın biçimlendirdiği bir anne, bir kadın, kendisine biçilen rolleri sorgulamadan yaşayan. Mavis’in arkadaşları da kendisi gibi. Mavis’le dakikalarca telefonda eşlerini, çocuklarını çekiştiren, düzenli olarak bağlı oldukları kiliseye giden, eşlerinden sırlar saklayan, evleri, eşleri ve çocukları arasında sıkışan bir hayatı sürdüren kadınlar…

En yakın arkadaşı June, kızı Trudy’i cinsiyetçi anlayışa göre yetiştirmeyi başarmıştır örneğin. Trudy ve Glen’in üç yıldır süren ciddi bir ilişkileri vardı ve liseden sonra Stratford Öğretmen Yüksekokulu’na gidip öğretmen olacaklar, evlenip çocuk sahibi olduktan sonra Trudy, yeri evi olduğundan işten ayrılıp çocuklarıyla, eviyle ilgilenecekti.

Trudy, evlerine ütü yapmaya gelen Menno’culardan bir kız olan Esther, annesi ve arkadaşlarının o çok dolu(!) hayatları, kasabanın lisesine gelen genç biyoloji öğretmeni, onun genç eşi Mayruth ve doğduğunda omurgasındaki sorundan dolayı ömür boyu yürüyemeyecek bebek Nancy…

Kitap kilisedeki bir nikâh töreniyle bitiyor. Papaz Korintliler, 13’ten bir pasaj okuyor. Çocukluklarından beri pazar okulunda beyinlerine kazınmış satırlar bunlar. O satırların açıklamasını kitabın önsözünde Alberto Manguel vermiş, meraklısı için. Kitabın içinde onunla ilgili açıklama yok. Elizabeth kasabadan ayrılmakta… O üniversiteye gidiyor.

…Burada yaşadığımız her şey gibi, bu mısraları da hafızamızda taşımamız lazım ve bir biçimde bunlarla başa çıkarak yolumuza devam etmeliyiz. Yaralanmış olsak da hâlâ bütünlüğümüzü koruyoruz.” (s.208)

Son sözü Elizabeth söylüyor: Yaralanmış olsak da bütünlüğümüzü koruyacağız. Her başlangıç gibi yara bere alarak ama yola çıkmayı başararak bir aşama geride bırakılsa da başka başka aşamalar onu beklemektedir, bütün kadınları beklediği gibi… Ama Elizabeth bir eşiği aştı. Kadınların, kadınlığın hanesine bir yıldız ekledik.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar