YAŞAM 

BİR YAŞ DÖNÜMÜNDE…

Bir yıl daha bitiyor/ işte bu kadar duru, bu kadar yalın/ bu kadar el değmemiş/ sıradan bir gerçeği daha/ kolları bağlı hayatımızın…

Bir yıl daha bitiyor. Bütün bitişler gibi hüzünlü, telaşlı… Belki herkesin bitmesini en istediği yıl, insanlık tarihinin de kişisel tarihimizin de tozlu sayfalarına karışıp gidecek. Hiç unutmayacağımızı sandığımız başka başka yıllar, başka başka yaşanmışlıklar gibi bir süre sonra unutulup gidecek…

2020’den akılda en çok korona kalacak sanırım. Önce şaşkın, sonra epey gayretli; eve kapanırsak salgını çabucak önleyebileceğimizi düşündüğümüz bir bahar geçirdik. Evde ekmek yaptık, yufka açtık, kendimize yetebileceğimizi kanıtlamaya çalıştık. Geniş aileyi, yakın ve uzak arkadaşları görüntülü arayıp haberleştik. Balkonlarda sağlıkçıları alkışladık; şehir festivallerini, karnavallarını başka ülkelerdekine öykünüp balkonlarda kutladık; bayram yaptık, marş söyledik.

Öyle inanıyorduk ki bu kadar yürekten katılırsak bu çabalar sonuç verecek ve yazla birlikte özgürlüğümüze kavuşacağız. Belki kısmen öyle de oldu.

Yaz da bitti, güz de… Tatsız haberler artık daha çok duyulur oldu. Her evden değilse de her aileden, her apartmandan hasta haberleri… En acısı: kayıplar, kayıplar, kayıplar…

Karanlık bir yıl geçirdik.

Ama yine de benim içimde şarkılar söylüyor bir ses:

Teşekkürler hayat, verdiğin her şey için…/ Hayatın sesi ve kelimelerim, düşüncelerim, sözlerim/ Annem, dostlarım, kardeşim ve parlayan güneş/ Ve aşkın izleri için…

Her yıl biterken ben iki heyecanı bir arada yaşarım. Çünkü yılın sonuna gelirken doğmuşum. Bolu’da. Benim memleketim yemyeşil bir çam ormanının içidir. Eski zamanlarda kar yağardı lapa lapa. Yılbaşı gecesinde pencereye kollarını uzatan ağacın dallarında biriken karları seyretmeyi çok severdim.  Kartpostallardaki görüntülere benzer bir manzara oluşurdu kentte.

O kent uzakta artık, yine gidebilirim ama artık orası eski kent olmaz ki. Ben de pencereden bakan o küçük kız değilim. İçimde aynı kalmasını isterim geçmişte kalan, bir zamanlar yaşadığım yerlerin.

2020 her şeye rağmen, Covid-19’a rağmen, evde sürdürülen hayata, uzaktan yapılan öğretime, insandan uzakta kalmaya, doğadaki değişimi izleyememeye ve daha birçok olumsuzluğa rağmen yine de güzeldi. Çünkü geçip giden ömrümüzün bir kez yaşanacak yıllarından biriydi.

Yıllar önce öğrencilerimle yüz yüze ders yaparken ben onlara her dönem sınıfta üzerine konuşmak için bir kitap listesi verirdim. Sonra sonra onlar da bana kitaplar tavsiye etmeye başladılar. Böyle okudum kimi çok satan kitapları: ‘Olasılıksız’, ‘Simyacı’, ‘Yüreğinin Götürdüğü Yere Git’, ‘Piraye’… Önceden okumadığım yazarlar tanıdım. Philip Roth bunlardan en çok aklımda kalanıdır. Bu kitapla ilgili sunum yapan öğrencim, Deniz, hâlâ aklımdadır, artık arkadaşımdır, uzaktan da olsa. Her okuma, yeni şeyler öğretti bana; okuduğum metinle olduğu kadar tavsiye edenle ilgili de… Başka baktım hayata okudukça.

Teşekkürler hayat, verdiğin her şey için/ Duyduğum tüm sesler, gece, gündüz/ Ağustosböcekleri, kanaryalar, çekiçler/ Motorlar, köpekler bağırışları, rüzgâr/ Ve yârin sakin fısıltıları için…

Dedem işlek bir yazıyla, lacivert mürekkepli ince bir kalemle sayfalar dolusu günlük yazmış; annem anlatırdı. Yazı Devrimi’nden önce okula gitmiş, ortaokuldan mezun, kasabalı bir adam. Yazı Devrimi’nden sonra bütün devlet memurları gibi yeni yazıyı öğrenmiş, genç Cumhuriyet’in bir neferi. Kızlarını da okul yaşı gelince, hatta biraz erken okula göndermiş, okutmuş. Evdekilerin bilmediği eski yazıyla yazılmış günlükler odasındaki masanın çekmecelerinde saklı kalmış. Gün yüzüne hiç çıkmamış bir yazılı hayat. Vasiyetiymiş, anneannemden söz almış, öldüğünde kimsenin eline geçmeden yakılması için. Yakılmış da…

Boy boy defterler, renkli kâğıtlar, çizgili çizgisiz, farklı formlarda ajandalarda notlar, notlardı yazdıklarım. Bir aile geleneği gibi, yazılıp çekmecelerde bekletilenler… Sonra birden gün ışığına çıkmaya başladı yazı. Sözler uçup giderken yazıyla ölümsüz kılınanlar… Birkaç bilimsel yazı, geri dönüşleri mutluluk verici; kitaplar üzerine, hayatla ilgili olanlar başka bir ortamda paylaşıldı, paylaşmanın yalın, dingin sevinci… Çukurova Sanat Girişimi Çukurova Okulu platformundan yapılan, hayatımıza iyice yerleşen deyimiyle çevrimiçi Behçet Çelik söyleşisi…

Teşekkürler hayat, verdiğin her şey için;/ Caddelerinde, göl kıyılarında, dağlarında/ Ovalarında, lebideryada yahut suya hasret çöllerinde/ Ve evlerinde yorulan adımlarım için…

Bir yıl daha bitiyor, Covid-19’un gölgesinde, çoğu zamanımızı zorunlu ya da tedbir amaçlı evlerde kapalı kalarak geçirdiğimiz. Okuduk, düşündük, yazdık. Uzaktan da olsa söyleşiler yaptık, yeni koşullara ayak uydurduk. Normal diye nitelediğimiz zamanlarda olsa katılamayacağız birçok konferansa, toplantıya katıldık; öğrendik. Öğrenecek ne çok bilgi, ilgilenecek konu, yapılacak iş olduğunu da öğrendik böylece. Zenginleştik, bazı konularda geriledik, içe döndük, içimizi didikledik durduk.

Yine de iyi ki yaşadık, yaşıyoruz. İyi ki var yazı, iyi ki sanat, iyi ki müzik…

İspanyol devrimci Carlos’un 1939 yılında asılmadan önce söylediği sözlerdi, “Gracias a la vida”. Şilili şair Violeta Parra şiirleştirmiş bu sözleri, Mercedes Sosa ise bestelemiş… Ve onun sesi diyor ki hâlâ:

Teşekkürler hayat, her şey için/ Yıkıntılardan kendimi yeniden yaratabildiğim/ Ve yeniden hayata sunabildiğim için/ Kahkahalarım, gözyaşlarım/ Ve bu şarkı için/ Her şey için teşekkürler…

2021, güzel gel.

Ben seni yine iflah olmaz bir saflıkla, umutla, iyi dileklerle bekliyor olacağım…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar