TOPLUM 

TOPLUMSAL ZİHNİN ÇUKURUNDA: IŞIL ÖZGENTÜRK

Ötekine duyulan öfke meraktan güçlüdür.” – N. Taner

Bir söylem, bir yalan sıkça tekrar edilirse, toplum buna inanç duyarak onu bir düşünce haline getirir, düşünceye dönüşen söylemi, dilin imkânlarından yararlanarak daha vahşi bir üslup ile yeniden kurup, geliştirip, büyütüp kendi zihin dünyasını yaratır. Türkiye’nin sorunu saymakla bitmez de en önemli sorunu toplumsal zihin sorunudur. Toplum, bireylerin bir araya getirdiği yığınsal yapılardır. Bu bireylerin ortak kanıları, inançları ve eğilimleri vardır. Bu eğilimler kendisinin davranış ve söylem biçimlerini şekillendirmekte ve kendisini oluşturmaktadır. Toplumsal zihnin dışına çıkarak kendisini yaratan bireyler de yok değildir; ama ara ki bulasın.

Her toplumun ortak bir zihni vardır ve bu zihnin etrafında yaşamını kurmaktadır. Her toplumsal zihnin meydana getirdiği imgeler vardır. Bu imgeler ötekini betimleme, tanımlama ve hafızaya alma yöntemidir. Bu yöntem hiçbir ilişki, tanışıklık olmadan da kullanılabilir. Yöntemin en kuvvetli tarzı önyargı ile oluşturulan abartıdır. Onun için toplumsal zihin yaratır, yıkar, toplumsal zihin yeniden yaratır, yeniden yıkar, toplumsal zihin ötekini yaratır, ötekini yok eder. Kendisi dışındakini olumlama yolunu benimsemez.

Avrupa’da Türkler için oluşturulan imgeler önyargı ve abartının birer tezahürüdür. Türkleri barbar, ilkel, cahil, canavar, şeytanın hizmetçisi, hilekâr, katil, deccal, hırsız vb. tabirlerle imgeleştirmişlerdir. Avrupa kendisi için öteki olarak gördüğü Türkleri, Avrupalı kimliğinin dışına itmek için bu tarz imgelerle bir kalıba sokarak onu tanımlama yoluna gitmiştir.

Türklerin geçtiği her yerde/ yıkıntı ve gözyaşı vardır.” (Hugo, 1952: 29)

Yalnızca toplumsal zihnin söylemini kullanan ve Türkleri neredeyse hiç tanımayan Hugo’nun kullandığı imge Türklerin, Avrupalılarca algılanış biçimidir. Algılama biçimleri toplumların birbirini tanımasıyla daha ılımlı bir hal alarak geçmişteki katı ve yıkıma dönük yüzünü yitirmeye başlamıştır. Türkiye içinse bu durum asla geçerli değildir. Türkiye’de toplumsal zihin zamanla değişiklik göstermez, aksine zaman ne olursa olsun geçmişi kendisiyle birlikte sürdürme çabası güder. Türkiye’de daha önce husumet duyulan her devlet, her toplum zamanın getirdiği değişikliklerden etkilenmeden gene o sıfatını korumaktadır. Yunan-Ermeni düşman, Arap hain, Kürt ilkel, cahil, yabani, köylü, modernizme bir türlü entegre olmayan ve çokça da bölücüdür. Avrupalıların Türklere uyguladığı stereotipleştirme gayretini biz de başkaları üzerinde kullanmaktan hiç çekinmedik. Aksine bunda çok gayretli ve hatta mahir de olduk denebilir.

Cumhuriyet gazetesinin 30 Ağustos tarihli sayısındaki köşe yazısında Işıl Özgentürk, bana şunu tekrar hatırlattı: Biz hasta bir toplumuz. Hastalığımız da geçmişi, geçmişin söylemlerini ancak tekrardan ibaret. Bilmeden, ikinci, üçüncü elden kaynaklarla yargıya varmak gibi bir tembelliğimiz, hastalığımız var. Işıl Özgentürk yazısında Batman’dan bahsediyor, “Batman, kadın intiharlarının en çok olduğu yerdir” diyor. Bu aslında sosyolojik, ekonomik pek çok açmazları olan bir şeydir. Basit bir ifade ile bunu dile getirmek acımasızlıktır. Bu intiharlara iten süreçleri ele almadan bunu ifade etmek doğru değildir. Türkiye’de insanları intihara iten en büyük güç, ekonomik nedenlerden dolayı hayata dair umut yitimidir. Bunun dışında kültürün baskılama araçlarıdır. Bölgenin kuşatıcı bir kültürel yaşam tarzı olduğu doğrudur; ama bu, gün geçtikçe değişmektedir. 2000’li yıllar ile bu kuşatma kırılmaya başlamıştır. Batman, bugün kadın intiharları sıralamasında birinci sırayı almaz, işsizlik sıralamasında alabilir, fabrika yokluğu sıralamasında alabilir; ama kadın intiharının en çok yaşandığı yer diye yaftalamak ancak geçmişin verileri ile konuşmak kolaylığıdır. Geçmişte bunun belli bir haklılık payı vardı; fakat bunda Hizbullah etkenini hanımefendi unutuyor. Geçmişte yaşanan intiharların pek çoğu yapılan o baskılardı. Fakat bugün bundan söz edilemez. Hanımefendi, sırtını geçmişe dayamak derdinde. “Bölgeyi çok iyi bilen öğretmen arkadaşım” diyen Işıl Özgentürk eğer Batman ile ilgili bir cümle kuracaksa, evvela Batman’a gelip kendisi tetkik etmeliydi, ikinci elden bilginin zararlarını muhakkak kendisi bilmektedir. Çünkü bölgeyi bildiğini iddia ettiği kişi, bölgeyi bilmemektedir. O adı olmayan arkadaş, geçmişe bakış atarak toplumsal zihnin söylemlerini aksettirmiştir. O öğretmen yanlış bir gözlem yapmıştır, zira ben de Batman’da bir öğretmenim ve hem de İpek’in olduğu köyün yanındaki köyde. Köy, Batman’ın Beşiri ilçesine bağlı olmasına rağmen Siirt’in Kurtalan ilçesine çok daha yakındır.

Kız çocuklarının çocuktan sayılmaması mevzuuna gelince, bu durum yalnız Batman’ın yahut Doğu illerinin sorunu değildir. Bu, Türkiye bağlamında bir sorundur. Batman’da kadınlar çalışma hayatının dışına itilmezler, okumaları önünde de öyle büyük engeller yoktur, mal gibi satıldıkları da tamamıyla bir palavradır. Evlilik konusunda çeşitli istekler vardır, bu istekler salt ailenin kendi için istediği şeyler değildir. İstenen şeyler, evlenen kız için istenir. Başlık parası durumu neredeyse yok denecek kadar azalmıştır. Bu evlilik mevzuunu “kız satmak” olarak değerlendirmek güruhun söylemidir. Evlilik ile ilgili şehirden şehre, köyden köye dahi çeşitli kültürel kabuller vardır.

Kız çocukları, aileleri tarafından okumak için teşvik edilmektedir. Bu teşvikin amacı hayatlarını kurtarabilmeleri üzerinedir. Eskiden bu türlü engeller var idi; ancak bugün böyle bir engelden söz edilemez. Kadınların iş hayatına katılımı kesinlikle yetersizdir; ancak bu ülke bazlı bir sorundur. Bunu bir şehri, bir bölgeyi ve etnik yapıyı kastederek söylemek kati olarak cehalettir. Işıl Özgentürk mademki aksini iddia ediyor, aldığı kız çocuklarının sayısını yahut kız çocuklarının satıldığı pazarları ortaya çıkarmalıdır. Bu kesin olarak Ortaçağ insanlarına atfedilebilecek bir iftiradır.

Mirastan pay almama durumuna gelince, bu yanlış olmamakla birlikte eksiktir. Kadınlar mirastan şeriat usulü bir pay alırlar. Bunun kesinlikle karşısında olmakla birlikte bunun da artık değişmeye başladığını söyleyebilirim. Kadınlar artık bu şeriat usulünü kabul etmemekte, eşitlik kavramına vakıf olmaktadırlar. Değişim bir günde olmaz çünkü.

Gelgelelim “beceri edinmeleri” ve “Ayakları üstünde durmak için yardım almazlar” meselesine… Özgentürk zannediyor ki Türk toplumu o kadar eğitimli, o kadar gelişmiş bir millet ki her aile çocuklarına ne beceriler kazandırıyor, onları ne harikulade bireyler olarak yetiştiriyor da Batman geri kalıyor. Sayın Özgentürk kusura bakmasın; ama bu toplumda çocuğuna, bahsettiği beceri ve kendine güveni kazandırma bilincinde ülkece sınıfta kalıyoruz. Eğitim sistemi beceri kazanma, özgüven kazanma üstüne değil para kazanma üstüne kurulu. Eğitim sistemi insanlara yalnızca meslek kazandırma işlevi görmektedir. Kendisi, Türkiye’nin ruhunu anlamak için daha gayretli olmalıdır.

Dağa çıkmak mevzuunda Özgentürk’ün söyledikleri de bambaşka bir komedi. Bu dağa çıkmak mevzuundaki “Okumayan, cahil, hiçbir yeteneği olmayanlar dağa çıkıyor” söylemi kolaycılığını da bırakmalısınız artık. Zira dağa çıkanların içinde doktor, avukat, öğretmen, mühendis hülasa her meslek grubundan insanlar bulunuyor, bunları nasıl açıklamayı düşünüyoruz?

Bölgedeki kızların askerlerle yahut bürokratlarla evlenme arzusu var imiş. Böylece kurtulmak isteğinde imişler. Hayır, efendim! Böyle bir arzuları yok. Arzuları maaşı olan biriyle evlenmek, bu durum da yalnız bölge ile ilgili değildir. Tüm Türkiye ile ilgilidir. O kadar büyük bir işsizlik yaratıldı ki artık bir işsiz sınıfı teşekkül edecek neredeyse. Bütün memleketteki kız babaları ve anneleri bir maaşı olsun, bir işi olsun, hele memur olursa aç kalmazlar derdindedir. Bir zamanlar memur için idare eder denirdi, şimdi ise memur olsun da yeter deniyor. Bu tablo tüm memleketin sorunudur. Memleket yalnız Kadıköy değildir.

Son olarak “Bekâret kaybı sebebiyle intihar” diyor. Kesinlikle ne kültürel yapıya ne inanca dair bir bilgi olduğu kanaatinde değilim bu söylemde. Türkiye’de bekâret sorunu bir tabudur. Bekâretin önemsenmesi toplumun neredeyse tamamına yakınının bir tabu, bir olmazsa olmaz olarak gördüğü bir saçmalıktır. Namus kavramını kadınların bacak arası üzerinden değerlendiren toplumumuzun bir hastalığıdır. Biz hasta bir toplum olduğumuzu kabullenemiyoruz bir türlü. Türkiye’nin çok az yerinde bekâretini kaybetmiş bir kızın ailesi onu anlayışla karşılayabilir, bunun aksini düşünmek ancak hüsnü zan olabilir. Gene toplumun kodlarına bir yabancılık çıkıyor karşımıza.

Her şeyi bir kenara bırakıp Işıl Özgentürk haklı diyelim. Haklı dediğimiz zaman karşımıza birkaç sorun çıkacaktır. Bunlardan ilki; Türk toplumuna bir daha sunulmayacak en büyük şans ve modernizatör olan Atatürk’ün, ideallerinin bölgeye ulaştırılamadığı ortaya çıkar. Cumhuriyetin insanlara yabancı kaldığı sonucu çıkar. Cumhuriyetin siyasal erk dışında bölgeye ulaşamadığı kanısı çıkar. Burada kabahati bölgede mi aramak gerekli yahut kullandığımız eğitimsel ve toplumsal aygıtların hatalı olduğunu artık kabul etmek gerekmez mi?

İşin doğrusu, Özgentürk iyi bir şey yazmak isterken toplumsal zihnin çukurlarına düşmüştür. Çünkü bu tarz söylemler ötekileştirmekten başka hiçbir işe yaramaz. Bir Kürt, bu tarz söylemlerden sonra şunu düşünebilir: “Cumhuriyetçi de gelse, İslamcı da gelse Kürt’e bakış açısı gene değişmeyecek, biz gene siyasal bir tepki merkezi, toplumsal tepki merkezi olacağız.

Bu durumda nasıl bir arada yaşamaktan, aynı ülküyü paylaşmaktan söz edilebilir. Bu tarz söylemler insanların kafasında “Bu tecavüzü meşrulaştırmak mı istiyor?” soruları doğurur. Bu söylemler, adaletin yerini bulmaması, önyargılar, toplumsal zihniyetin yıkıcılığı, terör örgütlerinin propagandalarından daha kuvvetli bir yalnızlaştırma ve onu terör örgütlerinin kucağına bırakma yöntemidir. Niyet ve söylemin birbiri ile örtüşmesi gereklidir. Sayın Özgentürk işte bu konuda başarısız olmuştur.

KAYNAK:

  • Hugo, Victor, Les Orientales, L’Enfant, Cilt 2, Didier, Paris, 1952, s. 29

|

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar