EDEBİYAT 

OKURUN DÜŞSEL İKTİDARI

Zavallı geçmiş / Gelecek yeni bir çağ mı sanki / Beynimiz yağmalanmış / Değişen bir şey yok / Günlerin çürümesinden belli.” – Nâzım TANER

Kendini anlatmak için insanı, insanı anlatmak için de dünyayı konu edinen düşünürler, yazar ve şairler, eserlerinin arka planında ancak sezgi ile ve yoğun okumalar sonucu kavranan bir yapı kurarlar. Okura sunulan, eserin ön yüzüdür. Bir eserin öte yüzü ve hatta yüzleri vardır. Bir anlatma uğraşı olarak doğan edebiyat, zamanla harekete geçirme ve düşünsel eylem beklentileri ile bezenir. Yani ilkin mağara resimlerindeki anlatma ihtiyacı, zamansal akış ve gelişen insan zihni ile birlikte artık okurun zihinsel durağanlığını bozma isteğine varmıştır. Bu sebeple bir metinde çeşitli libaslar, örüntüler mevcuttur. İnsanın gelişimini en iyi yansıtan esasen edebiyattır. Dolayısıyla dilin yolculuğu insanın yolculuğudur.

Edebi eser, insanın hakikatle olan bağını dil aracılığıyla kırarak ona yeni bir hakikat evreni sunar. Evrenle doğrusal bir ilişki kurma isteğinde olan insana kurgusal bir âlem sunarak ona hakikatin başka olanaklarını da sunar. Evreni görme duyusu ile kavrama eğiliminde olan insan için edebi eserler, imgeler yoluyla suni bir hakikat yaratır. Edebi eserler mutlak hakikat değilse de doğrunun, olanın ve olabilecek olanın bir diğer olanağıdır. Burada okuyucu da bu âlemin tamamen dışında değildir. Eseri kaleme alan, fiktif âlemi yaratan, bu âlemi tekraren yaratamaz. Artık okuyucuya bırakılmıştır. Okuyucu da bunu ilk okuyuşunda ve daha sonraki okuyuşlarında kendisi için tekraren yaratır. Bunu haz almak için yaparken aslında kendisi de yeni bir yaratımın sahibidir. Okurda da bir yaratım arzusu vardır. Dış dünyada düzensiz biçimde karşımızda duran her şey edebi eserde bir uyum içinde meydana gelir. İşte, okurun meydana getirmekte zorlandığı bu uyumu kuran yazar, böylece bir kurgusal âlem yaratır. Okur ise bu uyumlu kurgusal âlem etrafında kendi yaratımını gerçekleştirir. Kurmaca eserleri yalnızca o an yaratan yazara nazaran okur bunu başka başka ve tekraren yapar. Bir kurmaca eserin sinemaya çekilmesi çoğunlukla okurda bir hayal kırıklığı yaratır. Çünkü her okur kendi âlemini, o âlemdeki kendi şahsiyetini ve kendi mekânlarını yaratmıştır. Ancak sinemaya çekilen ise, yönetmenin kendi yaratımı olan hakikatidir. Şahıslar, mekân, zaman tamamı ile yönetmenin yazardan da bağsız kurduğu âlemdir. Bu durum yalnızca edebi eserler için de geçerli değildir. Güzel sanatların genel olarak böyle bir eğilimi vardır. Bunu kabaca ifade edecek olursak, buna, “Her okur eseri farklı değerlendirip yorumlar” demek de mümkündür.

Duyusal olarak kavradığımız dünyanın bize sundukları çeşitli normlar ile belirlenmiştir. Sınırlarımız vardır ve bu sınırlar ile karşılaşıldığında sınırsız olma isteği doğar. Söz gelimi bir yerden bir yere vasıtasız hemen gidebilmek yaşadığımız dünyada mümkün değildir. Ancak bu durum kurgusal yaratım için geçerli değildir. İçinde yaşadığımız dünyanın normları düşsel dünyanın normları değildir artık. Burada egemenlik okura aittir. Hükmeden odur. Düşsel dünyasının yaratanı da, bağışlayanı da, yok edeni de okurdur. Tamamı ile sınırlarını kendinin yarattığı, onunla başlayıp onunla biten, ona bırakılan bir dünyadır. Yeniden yaratımı da her defasında sağlayan belki budur. Burada şaşırtıcı olan şey, insanın düzen yanlısı oluşudur. Okur, eser ile haz temelli bir bağ kurar. Hazzın ötesine geçmeyi bir huzursuzluk, bir kaos başlangıcı olarak değerlendirir. Bu da pek çok kez eserin diğer yüzlerine, arka planına vakıf olmayı engeller. Kuşkusuz Kafka’nın, Dostoyevski’nin ve pek çoklarının eserleri yalnızca haz temelli yazılan eserler değildir. Orada okura sunulan birden fazla suret vardır. Ancak okur bunu düşünerek bir okuma yapmaz. Bunu düşünerek okumak, okuru görece yaratımdan uzaklaştıracağından okur buna yanaşmaz. Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi, onun temel gayesi haz almak üzerinedir. Okurun fiktif iktidarı, haz itkisiyle kurgu eser etrafında oluşup genişleyen, değişen, yorumlanan ve yeniden yaratılan bir süreçtir. Okur bu kurgusal âlemde, gerçek dünyanın bütün normlarından, kendisi için fazlaca gerçek olan bütün sınırların dışında, kendisince gerçek olan özgürlüktedir. Bu bağlamda edebi eser yahut kurgu, kurmaca herkesin hakikatinden kaçıp kendi hakikatine sığınma eylemi olarak da değerlendirilebilir. Çünkü kaos oluşur – bu kurgusal olmayan dünyadır, düzen oluşturulur – bu da düşsel olan dünyadır.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar