EDEBİYAT 

NÂZIM HİKMET’İN ŞİİRE İHANETİ

Güneş doğsa bile bazısı karanlıkta kalır, gözleri aydınlıktır da zihin zifiri karanlıktır. Sevgili dostum Utku Özbay aracılığı ile bir yazı okudum ve anladım ki biz toplum olarak hâlâ bilim ve kalem namusunu edinememişiz. Bir şeyi ele alırken şoven ve dinsel duygularımızla hareket ediyoruz. Tarafsız ve salt olarak ele alma yetisini edinememişiz.

Bu adını bile anmaktan ar ettiğim yazı, ‘Türkiye Yazarlar Birliği’ diye bir yerde yayınlanmış, ilk kez duydum ve duymamaktan da yeis duymadım. Yazının ismi “Nâzım’ı Moskova’da Anmak”… Nâzım’ın mezarı başında anılması zatı rahatsız etmiş. Bu durum üzerine Nâzım’ın şiire ihanet ettiği ve bunun vatan haini olmasından daha vahim bir şey olduğu savını ileri sürmüş. Bunu herhangi bir temele dayandırmadan, örneklemeden geçmiş ve asıl söylemek istediklerine, hakaretlere başlamış.

Bakalım, Nâzım Hikmet gerçekten şiire ihanet etmiş mi? Nâzım Hikmet’ten evvel Cumhuriyet dönemi şiiri içerisinde ‘aruz’ ve ‘hece’ şiiri ağırlıklı olarak mevcut. Peki, Divan şiiri ne kadar bu vatanın, Türkçenin şiiridir? ‘Hece’ ne kadar yakalamıştır Türkçenin sesini?

Nâzım Hikmet şiiri üstüne Cemal Süreya, şunları söylüyor:

Ben onun büyüklüğünü, şiirde yaptığı atılımlara değil, daha çok dil girişimine bağlıyorum. Koyu, çok sıcak bir şiir dili yaratmıştır. Yontmaz, yoğurur. Kalın kalın; ama dolu dolu bir deyişi vardır. Bütün bütüne anlatıma bağlı bir şiirdir Nâzım Hikmet’in şiiri. Bununla birlikte anlatımın getirdikleri dışında da şiirin alanını iyice genişlettiği görülür.” (Süreya 2015:43)

Cemal Süreya, Nâzım Hikmet’in Türk şiirindeki büyüklüğünü dile bağlıyor. Burada Cemal Süreya, şiire bir ihanetten bahsetmiyor.

Eleştiri ve incelemeyi meslek edinmiş ve bu işte de sözü geçenler bakalım ne diyor:

Nâzım Hikmet, Türk şiirinin gerek yapı gerek bağlam sorunlarına gerçek anlamda bir darbe indirmiştir. Bu yönüyle Nâzım Hikmet’in 1920’lerde Aydınlık dergisinde yayınladığı şiirleri Türkiye’deki ilk modernist şiirlerdir.” (Kahraman 2000:39)

Nâzım Hikmet şiiri, söylem bakımından saf şiir olgusuna yaklaşarak gününü etkilediği gibi izleksel ve biçimsel bakımdan geleceğin şiirinin kurulmasına da büyük bir katkıda bulunmuştur.” (Korkmaz 2005:255)

Görülüyor ki şiire ihanet etme bir tarafa şiiri modernist anlamda Türkçe ile omuzlamış bir şairdir Nâzım Hikmet, bu omuzlayış zoraki bir şey olmamış. Aksine Nâzım, Türkçeyi ve şiiri çok sevmiştir. Yazıda şiirsel ihanetten kasıt tezli ürün vermek ise eğer, evvela bu adını anmak istemediğim zat bir zahmet kıymetli şairlerden Necip Fazıl’ın şiirlerindeki tezleri çözmeyi öğrenmelidir, büyük şairlerden olan Sezai Karakoç’un, Mehmet Akif’in şiirlerini okumalıdır. Hepsi de kendi kafasındaki görece ideal yahut ideale en yakın toplum ve memleket düzenini anlatır. Burada Nâzım da kendi kafasındaki toplumsal ve ekonomik ideali şiirlerinde anlattığı için, bunu şiirinde kullandığı için ihanet etmiş demek, bir cehaletin ürünüdür. Nâzım, İslami doktrinle yazmış olsaydı gene aynı sözler söylenecek miydi, gene “şiire ihanet” denecek miydi?

Nâzım’a en büyük eleştiri olarak komünist doktrinle şiir yazması önümüze çıkmaktadır. Bu eleştirinin temelinde gene toplum olarak okuma mefhumuyla bir dargın bir barışık halimiz yatmaktadır. Komünizm, ekonomik bir doktrinken biz onu politik bir doktrin ve hatta Cumhuriyet karşıtı, rejim karşıtı olarak algılamışız. Bu algının sebebi de komünizmin topluma aksettirilme şekilleridir. Bu şekilleri belirleyen, dönemin siyasi erkleri ve onlara sadık kalemler aracılığı ile hâlâ bu doktrin, toplumda olunması sakıncalı bir şeydir. Hâlbuki herhangi bir tezin şiir içinde savunulması, şiire de vatana da ihanet demek değildir. Yalnızca toplum için düşünülmüş, kendi fikir ve ideallerini paylaşma isteğidir.

Yazının geri kalanı İslami-şovenist zırvalarla dolu olması sebebiyle cevap vermeye değer görmüyorum. Fakat bu yazıyı yazan zatın eleştiriye yeltenmesi, kalkıp bu zırvaları yayımlatacak bir yer bulabilmesi kadar korkunç bir şeydir. Ben bu zatı ve o pespayelikleri yayımlayanları edebiyata, eleştiriye ve yazmak namusuna ihanetle suçlamakta bir sorun görmüyorum. Bu yazıyı yazan, bir şey söylerken kaynak göstermek, ispat etmek zorundadır. Bunu yayımlayan güruh da, bu ispata kaynak verileri sormakla yükümlüdür. Bunun dışındaki bir tavır, ancak parti binalarında torpil, iltimas bekleyen ve bir başkasına aklını tapulayan her devrin adamlarına yakışır bir tavır olarak önümüzde duracaktır.

Burada bu zatın esas problemi, esas hazmedemediği, bu kadar büyük bir şairin kendi inandıklarına inanmaması, ona öğretilen yolda olmamasıdır – bakın “öğrendiği”, “edindiği” demiyorum. Şair olsun, ressam olsun yahut başka bilmem ne olsun, bütün dünya hakkını teslim etse bile, alanında çok önemli de olsa “Benden değilse kötüdür, kötü olmalıdır” inancı bizim insanımızda hâlâ mevcut. Fakat senden olmayan, seninle aynı etnisiteyi, aynı dinsel görüşü, aynı politik tavrı paylaşmayan kişi kötü olacak diye bir şey yok. Şiiri salt şiir olduğu için sevmek de mümkün, şairi sevmek zorunluluğu yok.

Dilerim bir gün bizde de bilim ve kalem ahlakı yerine oturur.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar