POLİTİKA 

SEN SUSARSAN

Boşuna çırpınma, gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın…” – Yılmaz Odabaşı

Her gün yeni bir acıya uyanıyor yangınları hiç sönmeyen bir ülke… Her geçen gün dünü aratırken bizim payımıza iyi dilekler, baş sağlığı mesajları, takdir-i ilahi söylemleri gibi sorumluluğun ve hesap sormanın olmadığı içi boşaltılmış ne varsa o düşüyor işte…

Derin bir yoksulluğun kol gezdiği yorgun şehirlerde birileri beka meselesini konuşurken, birileri önlenebilir nedenlere rağmen can verirken ölümleri, gözümüzün önünde eriyip giden yaşamları sonu hüsranla biten bir film gibi izliyoruz şimdi.

Soframızdaki ekmeğimiz küçülürken, memleketin öz çocukları sabah okula giderken bir kuru ekmeği bile katık edemezken evde, sokakta, iş yerlerinde bir dış mihraklar masalı okunuyor hepimize.

Ölümlerin bilançosunu tutuyoruz. Sahi, Kartalkaya’daki yangında kaç kişi can vermişti? Kaçı çocuktu güzel günleri göremeden yaşamdan koparılan? Suçlu, sorumlu, ihmali olan kimdi ve neden gerçek sorumlulardan hesap sorulamadı?

Onat Kutlar’ın dediği gibi, “ne kadar çok öldük yaşamak için”…

Maden ocaklarında yitip giden yaşamlar, kamyon kasalarından savrulan işçiler, çadır yangınları, otel yangınları, kentlerin orta yerinde patlayan bombalar… Ve yan yana dizilmiş tabutlar, katarlanan al bayraklı tabutlar.

Bir dönem de her gün bayrak bayrak tabutlar inerdi sıvasız köy evlerine, kenar mahalleler, gecekondu semtlerinin yoksul evlerine. Ölmek bu kadar mı kolaydı, yoksa Ruhi Su’nun dediği gibi “insan kanı sudan ucuz muydu”?

Kaybedilen tarım alanları, yediğimiz içtiğimiz her şeyin zehre kesmesi, açlık, yoksulluk, işsizlik, kontrolden çıkan çeteler, sefaletin dibini görmemiz… İşte kayyumlar, gözaltına alınan gazeteciler, tutuklamalar yaşadıklarımız konuşulmasın diyedir belki.

Bir yanda lüks, şatafat, görgüsüzlük; bir yanda aç çocuklar, teke düşürülen öğünler, muhtaç hale getirilenler… Ne yapmalı ne etmeli de bir yol bulmalı, bir yol, bir çare aramalı. Çare sensin aslında, çarenin ta kendisi sensin!

Demokrasi zemininde ne olursa olsun itiraz et, sesini yükselt… Sen susarsan, yanındaki susarsa başkası da susar, şehirler de susar, sonra Türkiye de susar.

Yok edilmiş bir halk cevheri olan Enver Gökçe’yi analım bir yazının daha sonunda:

Devril başımdaki kader/ dökül dilimdeki yalan/ tutuş beynimdeki kibrit…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar