İŞTE BÖYLE BÜYÜDÜK VE ÇOĞALDIK BİZ

-ADANA-
“Ses ver sesimize, bir ufacık ses/ susarsan/ ya ölürsün ya ölümle birsin.” – Gülten AKIN
Gittikçe çoğalmakta ve büyümekteyiz. Adım adım, dalga dalga büyüyoruz. Kapasite artırımına bazen öyle ihtiyacımız oluyor ki bunu artırmasak da artıramasak da o büyümenin önüne geçemiyoruz. Bu büyümeyi ekranlarda, gazete manşetlerinde görüyor, hatta canlı olarak gözlerimizin önünde tanık oluyoruz.
Işıltılı mekânlar ağzına kadar dolu, AVM’ler, mağazalar da öyle, bazı ailelerde anne, baba ve üç çocuğun bile ayrı ayrı lüks otomobilleri var, yazlıkları var, kışlıkları var. Her yıl düzenli gittikleri en pahalısından şöyle şatafatlı tatilleri var. Kentlerde trafik belli saatlerde felç oluyorsa bunda işte o büyüme ve çoğalmaya bağlamak gerekiyor belki de.
Yeni yeni binalar inşa ettik. O devasa binalara sığmıyoruz şimdi. Kimimiz nöbetleşe, kimimiz yerde, kimimiz varsa koğuşa dâhil olan ara koridor gibi yerlerde uyuyoruz. Üstelik bir de nöbetleşe uyuyoruz cezaevlerinde. Kapasitenin neredeyse 100 bin üzerinde çoğalmışız. Suça sürüklenen çocuklarımız da büyüyor bu çoğalmanın o lanet olası döngüsü içinde…
Bazı bakan çocukları da büyüdüler, Allah onlara, “Yürü, ya kulum” dedi ve devasa holdingler kurdular, her biri hatırı sayılır iş insanı oldular. Onlar böyle güzel büyürken aç çocuklar çoğalmaya başladı birdenbire. Sonra saraylar büyüdü, çoğaldı, yazlığı, kışlığı derken, koca koca adalet sarayları yükseldi şehirlerde içinde adalet aranan ama adalet olmayan.
Kimi hizmetçilik yaparak, kimi birilerinin ağız kokusuna katlanarak, kimi çöpten kâğıt ve plastik toplayarak, “dağılmış pazaryerlerinden” topladıkları çürük sebze meyveyi sofrasına koyarak büyüttüler çocuklarını, okula gönderdiler, bin bir çileyle onların yolunu gözlediler. O çocuklar genç oldu, ellerinde diplomalarıyla çoğaldılar üniversite mezunu işsizler.
Ve genç işsizler, iş bulma umudunu yitirenlerin bilançosu tutulmaya başlandı. Çoğaldı işsizler ordusu. Daha da büyüdü, çoğaldı mutsuz insanlar. Diplomalı işsizlerin marketlerde kasiyer, kimisi inşaatlarda kum çekiyor, kimisi garson, kimisi günübirlik işte çalışsa da büyüyüp çocukluğunu geride bırakan gençlerin büyük çoğunluğu da hayallerini kaybetmenin trajedisini yaşamakta.
Evleri başlarına yıkıldı binlerce insanın. Kayıp çocuklardan hâlâ haber yok. Adalet arıyorlar da ortada hesap verecek olan da hesap sorulacak, olan da nasıl oluyorsa yok.
Yarınsız kalmaya doğru yürümüyor kimse bu ülkede; çünkü o menzile doğru koşturuluyor adeta insanlar. Yarın kimin kapısı çalınacak, yarın kim tutuklanacak, yarın yandaşlar eliyle kim hedef gösterilecek, kim linç edilecek? Acaba etrafımızı kuduz bir virüs gibi kuşatan hangi cemaat ve tarikatta bir çocuğun hayatı karartılacak?
Kafamda deli sorular… Bugün ya da yarın kim ölecek? Eğer bunca zulmün orta yerinde nefes almak yaşamaksa olmaz olsun böyle yaşamak. Bunca yozlaşmaya, sefalete, yarınların çalınmasına, ahlaki erozyona, kadına çocuğa şiddete karşı hiçbir şey yapılmayacaksa yarın sıra kime gelecek?
Ortalıkta cirit atan çetelere, mafya artıklarına, yobazlara bunca ayrıcalık birileri eliyle altın tepside sunuluyorsa, senin de itiraz etme, hatta isyan etme hakkın var, unutma. Demokrasi, susmak değildir. Susmak onaylamaktır. Demokrasi hakkını kullan, susma ve unutma; yalan söyleniyor, hepimize ve yasal kılıflar giydiriliyorsa çalınan her şeye. İşte orada asıl çalınan bizim haklarımız ve bizim yarınlarımızdır aslında.
Ahmet Erhan’ın “Kırlara değil, mezarlıklara çıkıyor yolumuz” sözü geldi akla. Bizim de yolumuz karanlıklara değil, aydınlık bir geleceğe çıksın diye, bu kirli büyümeye, bu lanetli çoğalmaya karşı yarınlar için bir ses de sen ver, ses verenlerin sesine!