POLİTİKA 

IŞIĞA KOŞALIM

Bir çocuk düşünün, travmayla büyüyen… Korkuyla, endişeyle, üşüyerek büyüyen bir çocuk… Bir bot üstünde hıçkıra hıçkıra ağlayan, babasının kucağından denize düşen, korkulu gözlerle beklerken titreyen bir çocuk…

Kıyıya vuran, denizlere gömülen, sınır kapılarında aç susuz bir çocuk düşünün; sığınmacı olarak geldiği hiçbir ülkeye sığmayan bir çocuk… Oysa onlar değil miydi bir gülüşüyle dünyayı güzelleştiren?

Ülkenin bir coğrafyasında henüz üç aylık çocuğunuz kucağınızda kurşuna dizildi mi hiç? Ya da genç kızlığa daha ilk adımı atmadan katledilen evladınızı sokağa çıkma yasağı olduğu için bir hafta boyunca kokmasın diye derin dondurucu da sakladınız mı?

Savaş, cihat, kan… Yanlış politikaların getirdiği o korkunç ayrışma eşliğinde İsrail’e, Suriye’ye roket atıp Müslüman kanı döktüğünde, “Allah-u ekber!” diye bağıran cihatçılar… Savaşın ilk yıllarıydı Suriye’de. Biz iftar çadırlarını doldurduk meydanlar yerine…

Hiç düşünmedik biz bir tas sıcak çorbayla da olsa karnımızı doyururken, yanı başımızdakilerin ağır silahların, tankların, topların mermisini yediğini. Sonrasında ise ne kadar yakınlaştıysak bataklığa, o kadar yoksullaştık.

Çok geçmedi, akın akın geldiler ülkemize, milyon milyon paralar harcadık. Sonunda onları Avrupa’ya bir koz olarak kullandık. Vicdanımız, insan yaşamını ülke politikasına tercih etti. Ve kara bulutlar dolaşırken üstümüzde kara haberler gelmeye başladı.

Şimdi bir kez daha sıvasız evlere, dağ köylerine, varoşlara, yoksul semtlere inen bayrağa sarılı fidanların bilançosunu tutuyoruz. Bir ağıda döndü bu ülkenin insanları. Gericileştik, kaynaklarımız azaldı, ağaçları kestik, HES, AVM derken beton cumhuriyetine çevirdik her yeri.

Devasa projeler için en güzel yaşam alanlarını, ormanları yok ettik, denizleri, kıyıları mahvettik, bütün akarsuların üzerine zehir kusan tesisler kurduk. İşsiz ve aç kaldık, umutsuzlaştık. Şimdi sanki gelip dayandığımız yer, o uçurumdan aşağı düşmek oldu.

Tek umudumuz var şimdi. Düşerken tutunabilecek bir dal parçasıdır o da. O dala tutunsak da beyaz atlı bir prens gelmeyecek bizi kurtarmaya. Sandığımız gibi o uçurumdan düşmedik daha. Düşmemek için gereken, o uçurumdan uzaklaşmaksa, zamanı geldi da geçiyor bile.

Uçurumun kenarı zifiri bir karanlık… Bütün ahlaksızlıkların, kanın, gözyaşının, kadın ve çocuk cinayetlerinin korkunç bir boyuta geldiği yerdir o uçurumun kenarı. O uçurumdan uzaklaştığımız her adım ise aydınlığa biraz daha yaklaştıracak hepimizi. Ve ışığı göreceğiz. Işığa koşalım.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar