YAŞAM 

SESSİZLİĞİN KONUŞTUĞU ZAMANLAR

Haziran…

Güneş henüz yükselmeden uyanan şehir, kendini başka bir mevsimin içine bırakıyor. Işığın yönü değişiyor, gölgeler farklı yere düşüyor. Hava ne tam serin, ne de sıcak; adını koymak zor bir aralıktayız. Bu aralık, takvimde basit bir geçiş gibi görünse de ruhun içinde çok daha derin bir sarkaç gibi salınır.

Sokaklar daha sessiz değil belki ama daha bekleyen. Pencereler biraz daha uzun açık kalıyor, perdeler hafifçe kıpırdıyor rüzgârla. Rüzgâr, taşıdığı kokularla değil de getirdiği anılarla etkiliyor bu sabahları. Her köşe başında başka bir haziran, başka bir yarım kalmışlık bekliyor insanı. Birlikte gidilmeyen yolculuklar, yazı bekleyen mektuplar, kapanmamış defterler…

Kaldırımlarda yürüyenler biraz daha yavaş, biraz daha düşünceli sanki. Konuşmalar kısa, bakışlar uzaklara doğru eğilmiş. Belki bu ay, kelimelerin değil de sessizliklerin daha çok konuştuğu bir dönem. Kimse bir yere yetişmiyor ama herkes bir şeylerin geçip gitmesinden ürküyor gibi.

Bir cam kenarında otururken duyulan o tanıdık serinlik… Kahve fincanında biraz daha uzun bekletilen yudumlar… Müzik listelerinde eski şarkıların yer açtığı zamanlar bunlar. İnsan, geçmişe biraz daha yakın duruyor haziran başlarında. Gelecek, henüz belirgin değil. Ama her şey olabilir gibi de.

Bazı sabahlar, sadece gökyüzüne bakarak anlaşılabilir. Bulutların geçişi bile başka türlü. Gökyüzü daha açık, daha derin. Sanki bir şey söylemek ister gibi ama vazgeçmiş gibi de aynı zamanda. Belki de tam bu yüzden insan, içinden bir şeyler taşır. Adı olmayan bir özlem… Nedeni açıklanamayan bir arayış…

Ve yaz, yalnızca sıcaklıkla değil, duyguyla gelir. Kalbin biraz daha açık olduğu, hafızanın biraz daha sızladığı günlerdir bunlar. Haziran, başlamanın değil; yeniden düşünmenin zamanıdır.

Ve belki de bu yüzden, haziranın ilk günlerinde herkes biraz daha içli, herkes biraz daha bekleyendir.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar