VENİ, VİDİ, VENİ (GELDİM, GÖRDÜM, DÖNDÜM) – ROMA
-ADANA-
Neden Roma’yı gezmeliyim?
Bu soruyu sorduğumda öylesine çok nedenim olduğunu fark ettim.
Uzun süredir aklımda yer eden Roma’yı gezme ve keşfetme planını hayata geçirmek üzere yola koyuldum. Madem her yol Roma’ya çıkıyordu, bu kez benim de yolum Roma’ya çıksın diyerek yollara düştüm.
Uzun süredir bir yere gitmek, görmek beni yeterince heyecanlandırmaz hale gelmişti ve bu kez Roma o eski heyecanı yeniden ayağa kaldıran bir kent oldu. Üç kıtada yüzyıllar boyunca süren egemenlik ve Anadolu’nun neredeyse her köşesinde Roma dönemine ait bir eserin yüzyıllar önceden bugüne ulaşması bu imparatorluğun başkentini görme arzumu artırmaktaydı. Romalılar ile ilgili aklımda parça parça bilgiler vardı ve görerek bu bilgileri pekiştirme şansım olacağı için mutluydum.
Döşediği taş yollardan bugün bile hayranlıkla bahsediyoruz. “Bütün yollar Roma’ya çıkar” sözünün bir anlamı olmalıydı. Bronz Çağı’na kadar diğer medeniyetler de yolları kullanmıştı ancak Roma, yolu başka bir boyuta taşımıştır. Roma’nın yolları 10 fit derinliğinde taş, kum, çakıl ve volkanik kayayla kaplıydı. Son derece dayanıklı ve düzdü. Appian Yolu, M.Ö. 312’de Avrupa’nın ilk asfaltlanmış otoyoluydu. Başlangıçta hükümet yetkilileri ve askerler tarafından ve ticari amaçlarla kullanılmaktaydı. Roma, M.S. 1’inci yüzyılda Augustus zamanında, İtalya’dan Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş bir yol ağına sahip hale gelmiştir. Roma aynı zamanda köprüleri ile ünlüdür. Roma kentlerinde yapılan köprüler kentin incisi gibi fark edilmektedir. Tiber Nehri kıyısından çıkma bir köy iken donanması, kara ordusu olan ve 3 kıtada hüküm süren bir imparatorluğa dönüşmenin öyküsüne duyarsız kalmak mümkün değildir. M.S. 5’inci yüzyılda artık ölü bir dil olan Latincesini bile Roma’nın tarihsel geçmişi günümüze kadar getirerek yaşatmaya devam ediyor. Latince yazılıyor, okunuyor.
Antik Çağ’ın öldürücü salgını sıtmaya karşı mücadelede hijyeni fark etmeleri, Roma’da bulunan Cloaca Maxima’da dünyadaki ilk kanalizasyon sistemini kurmalarının kökü M.S. 6’ncı yüzyıla dayanmaktadır. Başlangıçta sel olduğunda Forum’un suyunu boşaltmaya yardımcı olan bir açık hava hendeğiydi. Saray, hamam ve umumi tuvaletlerde kullanılıyordu. Romalılar başlangıçta şehre içmek ve yıkanmak için temiz su getirmeye yoğunlaşmışlardır. Antik Roma’da 2 bin 300’den fazla çeşme ve çok sayıda halka açık hamam bulunmaktaydı. Romalılar erken dönemde kendinizi temiz tutmanın, sağlıkla ilişkili olduğunu fark ettiler. Modern SPA’nın mucidi oldular. ‘S’ana ‘p’er ‘a’cquam, “suyla gelen sağlık” anlamındadır. İnsanlığa Romalıların bir hediyesi olmuştur. Günümüzde modern Roma şehri hâlâ halka ücretsiz su sağlayan 2 binden fazla çeşme bulunmaktadır. Şehrin her yerine dağılmış temiz içme suyuna erişebilirsiniz.
Roma, vatandaşlarına ücretsiz tahıl yardımı yapan ilk toplumdu ve 200 bin kişi bu yardımdan faydalandı. Sicilya, Sardunya, İspanya ve Mısır gibi ülkeler Roma şehri için tahıl yetiştirmekteydi. Pek çok medeniyet gibi Roma da kölelere sahipti ve köleleri yasayla korunuyordu ve özgürlüklerini satın alabiliyorlardı. Roma kölelerine az miktarda para ödeniyordu ve konaklama ve yemek veriliyordu. Zamanla yeterli parayı biriktirebilirlerse özgürlüklerini satın alabiliyorlardı. Vahşi hayvan ticareti Roma’da büyük bir sektördü. Romalılar gladyatörleri izlemeye başlamadan önce vahşi hayvan avları düzenlerlerdi. Venationes gerçek, canlı bir hayvan avıydı. İnsanlar özellikle uzak yerlerden gelen egzotik hayvanları görmeyi seviyorlardı. Aslanlar, kaplanlar, timsahlar ve devekuşları en çok ilgi gören hayvanlardı.
Roma İmparatorluğu’nda 200’den fazla amfi tiyatro vardı, ancak en büyüğü M.S. 80’de Roma’da inşa edilen Kolezyum’du
Lüks bir mezara sahip olmak Antik Roma’da bir modaydı. M.S. 1’inci yüzyılda büyük süslü mezarlar inşa edilmeye başlandı. Romalılar ana yolların kenarlarına yerleştirilen türbelerine ve mezarlarına bir servet harcadılar. Hatırlanmak istiyorlardı ve bu yüzden mezarları statülerini göstermek ve hikâyelerini yoldan geçen insanlara anlatmak için görkemliydi.
Roma, dünyada 1 milyonluk bir nüfusa ulaşan ilk şehirdi. İlk nüfus sayımı M.Ö. 2’nci yüzyılda yapılmıştı ve 1 milyonluk nüfus Avrupa, Asya ve Afrikalılardan oluşmaktaydı. Avrupa’da 1 milyon sınırını aşan bir sonraki şehir, 19’uncu yüzyılda Victoria Dönemi’nin Londra’sı olmuştur.
Antik Romalılar politeistti, farklı sebeplerden dolayı birden fazla tanrıya tapıyorlardı. Mars, Roma’nın savaş tanrısıydı. Jüpiter, tanrıların kralıydı. Hatta Yunan ve Mısır tanrıları gibi diğer kültürlerden tanrılar bile edindiler ve sık sık onları yeniden adlandırdılar. Romalılar güncel konularla ilgileniyorlardı. Roma Forum’unda senatonun tartışmaları, halk meclisleri, mahkeme duruşmaları, infazlar, denizcilik ve askeri haberler ve hatta düğünler, doğumlar ve ölüm ilanları gibi haberleri buradan takip ederlerdi. Antik Roma ataerkil bir toplumdu, aslında kadınlar vatandaş olarak bile kabul edilmiyordu. Siyasi meclislere katılamaz veya oy kullanamazlardı. Roma hukuku sayesinde kadınlar kendi mülklerine sahip olabiliyor, para miras alabiliyor ve boşanabiliyorlardı.
Tarihçi İlber Ortaylı, Batı Roma’nın yıkılışı ve ardından Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nu Roma’nın devamı olan Müslüman Roma olarak değerlendirerek “Osmanlı İmparatorluğu, tarihin üçüncü ve son Roma imparatorluğudur” demektedir ve bu yaklaşım tarihçiler arasında açıkça kabul edilmese bile, Osmanlı İmparatorluğu, Roma’nın devamı olarak Müslüman Roma olarak değerlendiren pek çok tarihçi bulunmaktadır.
M.Ö. 1’inci yüzyılda Pampe tarafından Roma İmparatorluğu’na bağlanan Adana kenti, M.Ö.112 – M.S. 395 yılları arasında Batı Roma kentiydi. Roma İmparatorluğu M.S. 395’te ikiye ayrılınca Adana, Doğu Roma’ya (Bizans) bağlanmış ve M.S. 395–638 yılları Doğu Roma’nın egemenliğinde kalmıştır. Tarihte hem Batı Roma hem Doğu Roma kenti olarak yer alan Adana’dan yola çıkarak ve Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’dan aktarma yaparak Batı Roma’nın başkentine yolculuğum böylece başlamış oldu.
* * *
Kasım ayının son günü akşam saatlerinde Roma’ya ulaştım. Havalimanından metro ve otobüs ile Vatikan ve şehrin ana istasyonu Termini’ye ulaşabiliyorsunuz. Akşam saatlerinde yoğun Roma trafiğinde 1,5 saatte şehir merkezine ulaşabildim. Merkez tren garı Termini yakınlarında olan otele yerleştim. Konaklama konusunda her zaman tercihim şehrin tarihi dokusu ve eski merkezi olmuştur. Merkezi yerlerde kalıp gezilecek yerleri ve şehri mümkün olduğunca yürüyerek ve tarihin içinde kalarak keşfetmeyi tercih ediyorum. Roma’da da öyle yaptım. Otele yerleştikten sonra bir saatlik bir çevre tanıma yürüyüşü yaptım. Şehir oldukça hareketliydi. Kasımın son günüydü ama oldukça ılıman ve güzel bir hava vardı. Şehirde neredeyse inşaat olmayan, düzenleme yapılmayan bir tek sokak yoktu. Tüm kent 24 Aralık’ta başlayacak büyük etkinliğe hazırlanmaktaydı. M.S. 1300’de başlayan geleneğe göre Papa’nın her 25 yılda yaptığı çağrıya uyan Katolikler hacı olmak ve günahlarından arınmak amacıyla Roma’ya geliyorlar. Bu etkinliğe “Jübile” adı veriliyor. 2025’te Katolik Kilisesi için önemli olan bu etkinlik için Roma’ya bir yılda 35 milyon kişinin geleceği tahmin edilmektedir.
Kaldığım yer, Nazionale Caddesi’nde bulunmaktaydı. Bu cadde, Francesco Saverio’nun mahalle yaratma hayali sonucunda 1867–1872 yılları arasında kurulmuştur. Roma’nın 1901 planında yer almıştır. Bölgenin ilk binası bugün otel olarak kullanılıyor ve bir yeraltı geçidi aracılığıyla arkadaki opera binasına bağlanıyor. Otel ünlü müzisyen ve sanatçılara ev sahipliği ile tanınıyor. Aslında caddedeki tüm oteller adeta aynı zamanda sanat etkinlik alanları gibi… San Paolo Kilisesi de benzer şekilde, sık sık geceleri klasik müzik ve opera etkinlikleri düzenliyor. Bu kilise Papalık devletinin yıkılmasından sonra Roma’da inşa edilen ilk Katolik olmayan kilise özelliğini taşımaktadır.
Tadilattan payını alanlardan biri de Papa II. John Paul Anıtı’ydı ve çevresi kapatılmıştı. Oliviero Rainaldi’nin bu heykeli İtalya’nın en kötü heykellerinden biri olarak kabul edilmektedir. Sokaklar ise yaklaşan Noel heyecanı ile süslenmiş durumdaydı. Arnavut kaldırımlı sokaklar, tutkulu İtalyanca konuşma seslerini ve sokak müzisyenlerinin melodileri ile dolu ve ben amaçsızca gezmeye devam ederken nerdeyse her bir köşeyi döndüğünüzde görkemli bir çeşme ile karşılaşıyorsunuz. Roma; tarihi ve antik dönemi sevenler için romantik bir şehirdir. Roma isminin tersten okuduğunuzda “AMOR” kelimesi İtalyanca “aşk” anlamına geliyor. Yer yer bu kelimenin esprili kullanımlarıyla karşılaşıyorsunuz. Antik sokakları ve çarpıcı mimarisi insanlığın en eski medeniyetlerinin kalıntıları içerisindeyken kendinizi bir yerel restoranda lezzetli makarnaları ve şarabı tadarken bulabiliyorsunuz. Benim için de durum farklı olmadı.
“Roma bir günde inşa edilmedi” ifadesini keşfetmek için ertesi sabah erken saatlerde kahvaltımı yaparak saat 7.30 gibi gezmeye başladım. Roma’nın estetik mimarisinin çekiciliği kadar, şehrin güçlü, etkili tarihi ve kültürü sizi kısa sürede etkisi altına alıyor. Sokaklar sizi sadece filmlerde hayal ettiğiniz yerlere götürüyor. Her köşe dönüşünde, her dar sokakta, Arnavut kaldırımlı sokaklarda size sürprizler hazırlayan bir şehir var. Yıpranmış ama dikkat çekici şekilde korunmuş sokakları size adeta öyküler anlatıyor. Roma’nın duvarları ve binaları adeta sır saklıyor ve bu ona bir karakter ve çekicilik havası veriyor.
Kente gelmeden önceki Google Map incelemelerini güne başlarken bir kenara bırakıyorum ve akışına bırakıp gezmeye karar veriyorum. Kahvaltı bitiminde İtalyan garson kızın deyişiyle ve önerisiyle gerçek kahve “Espresso” içiyorum. İtalya için kahve demek “Espresso” demektir. İtalyanlar, Amerikan kahvelerini kahve olarak kabul etmezler. Espressodan sonra sadece “Kolezyum sağa mı, sola mı düşüyor?” diye kendisine sorduktan sonra “Sola” yanıtını alıyorum. Bana detaylı tarif etmeye çalışıyor. “Gerek yok, sadece yönü benim için yeterli” diye cevap verdim ve yürümeye başladım. Beni çeken yönlere doğru giderek kendimi Monti ve La Suburra Viminale, yani Antik Roma’nın eski bir mahallesinde, gettosunda buldum. Burası tepelerin eteklerindeki konumunu belirten ve “şehir altı” anlamına gelen “sub urbe” kelimesinden türemiştir. Monti, 1586 yılında Papa Sixtus V tarafından kurulan, Roma’nın yaratılış sırasına göre ilk ilçelerinden birisidir. Yokuş aşağı caddeler ve sokakları beni tarihin en eski mahallerinden birine götürdü. Bu bölgeye “Suburra” denmesi “yeraltı dünyasını” çağrıştırmaktadır. Bölge tarihte kötü şöhrete sahiptir. Oldukça hareketli gecekondu mahalleleri ve yasadışı faaliyetleriyle tanınıyormuş. Çok katlı binalar ve “tabernae” adı verilen dükkânları bol olan bölge, tarihte fahişelerin, pleblerin, zanaatkârların ve suçluların uğrak yeriymiş. Bir dönem Julius Caesar ve şair Martial da orada yaşamışlar. Monti bölgesindeki binalar Antik Roma’nın renklerini koruyordu. Milis Kulesi (M.S. 13’üncü yüzyıl), Sezar Forumu (M.Ö. 46), Augustus Forumu (M.Ö. 2), Barış Tapınağı (M.S. 75), Nerva Forumu (M.S. 97), Trajan Forumu (M.S. 112) gibi anıtsal yapılar bugün hâlâ ayakta duruyorlar. Mahalle beni doğal akışında Roma’nın en güzel yerlerinden biri olan Forum’a götürdü.
Roma Forumu, Antik Roma’nın en önemli forumu olarak kabul edilmektedir. Palatine ve Capitoline tepeleri arasında yer almaktadır. Roma Forumu, cumhuriyet dönemlerinde halk toplantılarının, mahkemelerin ve gladyatör dövüşlerinin yapıldığı yerdi. Dükkânlar ve açık hava pazarlarıyla çevriliydi. İmparatorluk döneminde, gösteriler ve törenlerin merkeziydi. Şehrin en görkemli tapınak ve anıtlarının çoğu buraydı. Antik Çağ’da Forum bataklık bir alandı. Vadinin ıslah edilmesinden sonra ancak M.Ö. 7’nci yüzyılın sonlarından itibaren, 1000 yıldan fazla bir süre kamusal yaşamın merkezi olarak şekillenmeye başladı ve Antik Roma’nın gösterişli merkezi, tapınaklar, bazilikalar ve canlı kamusal alanların bulunduğu görkemli bir bölgesi oldu. Günümüzde böylesi bir kent alanı hayal etmek zor görünüyor. Ancak hayal gücünüzü çalıştırarak Romalılar yapmışsa bugün de yapılabilir diye düşünüyorum. Alanı gezerken kendinizi tarihin bir parçası olarak hissediyorsunuz. Forum; siyaset, din ve ticarin merkezi olmuştur. Yüzyıllar boyunca zafer alaylarına, seçimlere, kamusal konuşmalara, ceza davalarına ve gladyatör dövüşlerine ev sahipliği yapmıştır. Antik Roma’nın kalbi olan bu yer, dünyanın ve tüm tarihin en ünlü buluşma yeri olarak anılmaktadır.
Forum’dan yukarı tırmanarak Capitoline Tepesi’ne doğru ilerliyorum. Saraylar, heykeller, binalar, mimari enfes bir görüntü sunuyor. Tepenin bana göre iki önemli özelliği bulunmaktadır. Orta Çağ’da yapılmış bir meydan etrafındaki saraylardan oluşmaktadır. Tepenin zirvesinin yer alan binada Tabularium (arşiv binası) bulunmaktadır ve M.S. 1’inci yüzyılda yapılmıştır ve burada Roma devlet kayıtları tutulmaktadır. 21’inci yüzyılda Türkiye’de arşiv kaydını doğru düzgün tutamayan kurumlarımız olduğu düşünülürse Roma devlet geleneğinin ne denli köklü olduğunu tahmin edebiliriz. Tepedeki, Piazza del Campidoglio ve günümüze kadar ulaşmış olan sarayların mevcut planları, Rönesans’ın ünlü ismi, sanatçı ve mimar Michelangelo tarafından 1536–1546 yılları arasında yapılmıştır. Michelangelo, dönemin Papa’sının ziyareti nedeniyle, sembolik bir jest olarak Roma’nın, Roma Forumu’na bakan şehir merkezinin yönünü ters çevirerek bunun yerine Papalık Roması’na, yani St. Peter Bazilikası’na doğru bakacak şekilde değiştirmiştir. Tepeden tekrar Forum’a doğru yürüyerek iniyorum ve yol beni yakınlardaki Roma denince akla gelen, gladyatörlerin mekânı olan Kolezyum’a götürüyor.
Kolezyum, Antik Roma’nın merkezinde yer almaktadır. Dünyanın en büyük amfi tiyatrosu olarak kabul edilmektedir. M.S. 70–72 yılları arasında İmparator Vespasian’ın başlattığı inşaat, M.S. 79 yılında ölümünden sonra oğlu Titus tarafından tamamlamıştır. Kolezyum’un inşası Kudüs kuşatması sırasında elde edilen ganimetlerle finanse edilirken esirler isçi olarak kullanılmıştır. İmparator Vespasian, profesyonel Romalı sanatçılar, ressamlar, inşaatçılar ve mühendislerden oluşan bir ekip de kurmuştur.
Kolezyum öncelikle gladyatör oyunlarının yanı sıra “Munera” adı verilen ve özel kişilerce düzenlenen oyunlar için de yapılmıştır. Bu oyunlar önce dini törenler için, daha sonra ise imparator ailesinin prestiji ve gücünün propagandası amacıyla kullanılmıştır. Siyasi nedenlerden dolayı oyunlar çok popüler olmuştur. Aristokrat Romalılar, pleblerin beğenisini ve oylarını kazanmak için oyunlar düzenlediler. İki erkek arasındaki savaşı temsil eden “munera”nın yanı sıra, insanları hayvanlarla karşı karşıya getiren “venationes” de çok popülerdi. Bu amaçla Afrika’dan çok sayıda hayvan ithal edilmiştir. Kolezyum’un alt katları gladyatörler, köleler, hüküm giymiş suçlular ya da savaş esirlerinden oluşmaktaydı. Bir gladyatör birkaç dövüşü kazanırsa imparatordan özgürlüğünü isteme hakkına sahiptiler.
Gladyatör yarışmalarının yanı sıra, Kolezyum’da genellikle mitolojiden esinlenen açık infazlar gerçekleştirilmekteydi. Aç bırakılmış vahşi hayvanlar mahkûmları yer ya da mahkûmlar yakılarak öldürülürdü. Ayrıca Kolezyum’da idamlar, klasik mitolojiye dayanan dramalar, savaşların canlandırılması yapılarak tiyatral şekilde yapılmaktaydı. İmparatorlar genellikle savaşlardaki zaferlerini kutlamak için burada gösteriler düzenlerlerdi. M.S. 107 yılında Trajan’ın Dacia’daki zafer kutlaması 123 gün sürmüş ve 10 binden fazla gladyatör ve 11 bin hayvan katılmıştı. Giderek artan harcamalar, halkın ilgisini kaybetmesi sonrası M.S. 6’ncı yüzyılda etkinlikler son bulmuştur.
Bir sonraki durağım, II. Emanuel Anıtı oldu. İtalya günümüzdeki şeklini almadan önce Papa, İspanya, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından yönetilen şehir devletlerinden oluşmaktaydı. Bu nedenle İtalya genç sayılabilecek, yeni bir ülkedir. 1871’de İtalya’nın kurucusu ve birleşik bir İtalya rüyasını gerçekleştiren hükümdar olan Victor Emmanuel II. Sardunya Krallığı’nın son ve İtalya’nın ilk kralı olmuştur.
İtalyan Parlamentosu vefatından sonra Kral Vittorio Emanuele II’ye bir anıt adamaya karar verdi ve bu amaçla iki kez uluslararası yarışma açtı ve ikinci yarışma sonucunda genç mimar Giuseppe Sacconi’nin projesini uygulamaya değer buldu. Geniş bir merdiven zirveye çıkılıyor ve bronz savaş arabalarının bulunduğu görkemli sütunlu revak, vatan birliğini ve özgürlüğü temsil ediyordu. Proje uygulaması sorunlu geçti, birkaç kez yenilendi ve eleştirilerden sonra anıta yer açmak için Capitoline Tepesi’nin yamaçlarındaki tüm alan, Orta Çağ ve Rönesans mahallelerinin büyük kısmı yıkıldı. Bölgedeki iki kilise taşınarak yeniden başka yerlerde inşa edildi. 1911’de İtalya’nın birleşmesinin ellinci yılında anıt inşaatı bitmese de açılışı yapıldı. Anıt, açılışından 24 yıl sonra 1935 yılında tamamlanmıştır.
Vittorio Emanuele II’ye adanmış görkemli yaldızlı bronz atlı heykeli orduya ait toplarının eritilmesiyle elde edilmiştir. 50 ton bronzdan yapılmıştır. 10 metre uzunluğunda ve 12 metre yüksekliğindedir. 4 Kasım 1921’de, tanrıça Roma heykelinin altına, savaşta şehit düşen ve adı ve gömüldüğü yer bilinmeyen askerin anısına yapılmıştır. 1924 ila 1927 yılları arasında eklemeler yapılan anıt, Piazza Venezia seviyesinden 81 metre yüksekliğe ulaşmıştır. İtalya birliğinin kurucusuna teşekkür anıtı çevresi, düzenlenmesi ve konumuyla Roma’da görülmesi gereken yerler arasında yer almaktadır.
Roma’da turistlerin en çok ilgi, gösterdikleri yerlerin başında Roma’nın sembollerinden Trevi Çeşmesi (Âşıklar Çeşmesi) gelmektedir. Bir zamanlar genç Romalı kızlar, ayrılan erkek arkadaşlarına çeşmenin sağındaki küvetten bir bardak su içirilirlerdi ve ardından bardağı kırarlardı. Efsaneye göre bu çeşmeden birlikte içen çiftler sonsuza kadar birbirlerine âşık ve sadık kalırlardı. Bu ritüel, bir çiftin askerlik hizmeti nedeniyle bir süreliğine ayrılmak zorunda kaldığında çiftler daha önce kullanılmamış iki bardağa su doldurup içerek askerden sağ salim dönmesi için bardakları kırarlardı.
Trevi Çeşmesi, Roma’nın en büyük çeşmesi ve 1700 yılında inşa edilmiştir. Kökenleri antik çağlara dayanmaktadır, Aqua Virgo su kemerinin son durağı olan yerdedir. 2014 yılında İtalyan giyim markasının sponsorluğunda 17 ay boyunca restore edilmiştir. Ancak bu defa çeşmede; suyla temas eden noktalarda oluşan yabani otların, kalker birikintilerinin temizlenmesi gerekçesiyle İtalya’nın Avrupa Birliği’nden Covid-19 salgını sonrasında aldığı toparlanma fonundan alınan 327 bin avro ile bugünlerde yine tadilat yapılıyor. Tadilata rağmen turistlerin çeşme çevresine konulacak kutulara para atarak geleneği yerine getirmesi unutulmamıştır.
Âşıklar Çeşmesi’nde (Fontana di Trevi) en bilineni yazı tura geleneğidir. Gözleriniz kapalı bir şekilde çeşmeye sırtınızı dönerek ve sağ elinizi kullanarak sol omzunuzun üzerinden suya bozuk para atılır. Bunun genel olarak iyi şans getirdiği ve Roma’ya bir daha gelmenizi sağladığına inanılır. Bunu daha geliştiren ikinci efsaneye göre bir para yetmez, en az üç para atmak gerekir. Bu paralar Roma’ya dönmek, hayatının aşkıyla tanışmak ve evlenmek için atılmalıdır.
Ülkemizde bu tür ritüel ve inançlar için para ödeme çok sevilmez. Bez çaput ile bu ilkel dilek işine çözüm bulunmuştur. İtalyanlar çeşmelerden para kazanmanın yolunu bulmuşlar. Roma’da 2000 sokak çeşmesi olması boşa değil, hepsinin idolü bir gün Trevi gibi zengin bir çeşme olmak. Çeşmeye atılan para yılda 1 milyon avronun üzerindedir.
Bu para yıllardır Katolik Kilisesi’ne bağlı yardım kuruluşu Caritas’a verilirken Roma Belediyesi bu uygulamaya son vererek çeşmeden elde edilen geliri belediye bütçesine aktarmak istedi ama bu durum deyim yerindeyse kiliseyi hoplattı. Kilise hemen harekete geçerek belediyeyi “yoksulların parasını kesmekle” suçlayan söylemler geliştirdi. Belediye de, “Biz de zaten sosyal politikalarda kullanacağız” dedi ama olay büyüdü. Vatikan kanalları zorlandı ve Roma Belediye Başkanı geri adım atmak zorunda kaldı, söz konusu paranın Caritas’a aktarılmaya devam edeceğini açıkladı. Bu dernek ayrıca diğer çeşmelerden de 200 bin avro gelir elde ediyor. Ziyaretçiler “Roma’ya bir daha gelmeyi” ve “hayatlarının aşkını bulmayı” dilerken ya tutarsa umudu ile hareket ediyorlar. Kilise derneği durumdan mutlu… Onlar için damlaya damlaya göl oluyor.
Âşıklar Çeşmesi’ne yürüyüş mesafesindeki Roma’nın mimari şaheseri Pantheon’a ulaşıyorum. Fransız yazarı Stendhal, Pantheon’u ilk gördüğünde “Antik Roma’nın en güzel kalıntısı. O kadar az zarar görmüş ki Romalıların gördüğü şekliyle görebiliyorsunuz” demiştir. Gerçekten Roma’nın 2 bin yıllık görkemini en iyi temsil eden eser denilebilir. Rönesans’ın en büyük mimarlarına da ilham kaynağı olmuştur. M.Ö. 27’de, ilk imparator Augustus’un damadı, arkadaşı Agrippa, bu tapınağı inşa ettirerek onu yedi gezegen tanrısına adamıştır. Yunancada “tüm tanrıların” anlamına gelen Pantheon adı buradan gelmektedir. Anıtın üst kısmında “Lucius’un oğlu Marcus Agrippa, bunu üçüncü konsolosluğu yılında yaptırdı” şeklinde yazı bulunmaktadır.
Orijinal bina, M.S. 118 ila 125 yılları arasında Hadrianus tarafından yenilenmiştir. Hadrianus, binanın yönünü 180 derece tersine çevirmiş ve yeni tapınağın önünde büyük bir revaklı meydan açılmıştır. Bazı tarihçiler Pantheon projesinin başlangıcını, Romalı mimar Şamlı Apollodorus’a ait olduğunu söylemektedir. Şamlı Apollodorus, Hadrianus’u hiçbir zaman sevmemişti, projelerinden birini eleştirirken “Yoldan çekil! Git ve kendi balkabaklarını çiz! Mimariden hiçbir şey anlamadın!” diye bağırmıştı. Hadrianus birkaç yıl sonra imparator olduktan sonra bu olayı unutmadığını göstererek onu idam ettirmiştir.
Pantheon’da kubbenin üzerindeki yaklaşık 30 fit çapında bir delik olan gözcükten yağmur girmektedir. Zemin su birikintisi oluşmayacak şekilde tasarlanmıştır. Ortası içbükey, yanları eğimlidir ve 22 delik suyun bir kanal sistemi içinde toplanıp akmasını sağlamaktadır.
Papa Urban Barberini, sanatçı Bernini tarafından barok kubbesinin inşası için Pantheon’un revakındaki bronz malzemeyi kaldırmasına bugün bile “Quod non fairunt barbari fairunt barberini?” ifadesini “Berberinin yaptığını barbarlar yapmaz” şekliyle kullanılmaktadır.
Şekillerin, oranların ve simetrilerin mükemmel geometrisi, Pantheon’un içine bir küre sığdırabilmesini sağlayacağı söylenmektedir. Yüksekliği çapına tam olarak eşittir: 43,44 cm x 43,44 cm’dir. Denge ve istikrar, eski mimarların takip ettiği ilkelerdir. Pantheon’da ise çizgilerin uyumu ve kütlelerin geometrilerinin kusursuz hesabı dikkat çekmektedir.
Hadrianus ise Pantheon’u güneş saati olarak tasarlamıştır. Işığın anıta nüfuz ettiği tek pencereden bir güneş ışığı, yılın her günü farklı bir şekilde binaya girerek binanın içinden geçmektedir. Bu ışık öğle saatlerinde daima kapı hizasındadır. Kış gündönümünde kubbenin en yüksek kısmını aydınlatırken yaz gündönümünde girişin önündeki zemini aydınlatmaktadır. Bu fikirle Hadrianus aynı zamanda M.Ö. 21 Nisan 753’te doğan Roma’ya da saygısını göstermiştir. 2000 yıl boyunca her 21 Nisan’da öğle vakti, güneş ışını kapıyı mükemmel bir şekilde çerçeveleyerek örtmektedir.
Pantheon’un kubbesi de Hadrianus’un mimari bir başyapıtıdır. Diğerlerinden farklı olarak tamamen betondan yapılmış ve üzerinde duracak bir çerçevesi olmayan bir kubbedir. Bunu inşa edebilmek için görkemli bir çözüm bulmuştur. Yüksekliği arttıkça daha hafif hale gelecek şekilde inşa ettirirken bir yandan da tabanda 6 metreden başlayan duvarın kalınlığını azaltmıştır. Diğer tarafta ise tabanda travertenden üstte ponza taşına kadar giderek daha hafif malzemeler betonla karıştırılıyordu.
Bu muhteşem yapı sonradan ibadet amaçlı kullanılmıştır. Boniface IV, Pantheon’u Hıristiyan ibadetine dönüştürmek için Bizans imparatoru Phocas’tan izin almıştır. M.S. 13 Mayıs 609’da ibadete açılmıştır.
Her yıl dünyanın her yerinden milyonlarca insan Pantheon’u ziyaret etmektedir. Her dinden insanlar bu mimari ve mühendislik harikası binayı ziyaret ederek keşfetmektedirler. Gerçekten de Roma’yı bugüne kadar temsil eden pek çok figür kullanılmıştır. Bunlar içinde akıl ve bilimsel öğeleri en çok kullanan Pantheon gününüze yıkılmadan ulaşabilmiştir. 2025’te tüm eserlerini restore eden Roma kentinde buna ihtiyaç duymayan en büyük yapı olarak ayakta durmanın gururunu yaşamaktadır.
Bir başka tarihi mekân, Hadrian tapınağıdır. Hadrian tarafından ölen eşi Sabina’ya ithaf etmek için başlatılmıştır. Ancak inşaat devam ederken Hadrian ölmüştür. M.S. 145 civarında, Hadrian’ın oğlu ve halefi, İmparator Antoninus Pius tarafından tamamlanmış ve babasına ithaf edilmiştir. Sabina, İmparator Trajan’ın yeğenidir, M.S. 100’de İmparator Hadrian ile evlendikten sonra devlet gezilerine eşlik etmiştir. Ünvanlar verilmiş portresi sikkelere basılmıştır. Roma için sıra dışı bir durumdur. Hadrian’ın değer verdiği karısı Sabina bilinmeyen nedenle İmparator Hadrian tarafından zehirletilerek öldürülmüştür. Burada Roma sürprizler her zaman vardır.
Bir sonraki durağım, İtalya’daki tarihi meydanlar içinde güzelliği ile kendini ön plana çıkaran Navona Meydanı oldu. M.S. 1’inci yüzyılda 30 bin kişilik savaş arenası olarak inşa edilen meydan ‘Circus Agonalis’ ismiyle anılmış ve zamanla alanın adı Navona olarak değişerek günümüze kadar gelmiştir. 15’inci yüzyılda şehir merkezinin ve pazar alanının Navona Meydanı’na taşınması ile birlikte meydan Romalıların Barok tarzındaki eserlerinin yer aldığı seçkin bir meydana dönüşmüştür. 1651 yılında İtalyan heykeltıraş ve mimar Gian Lorenzo Bernini tarafından yapılmış ve İtalyanca adı Fontana dei Quattro Fiumi olan dört nehir çeşmesi yanında güneyde Moro Çeşmesi ve kuzeyde Neptün Çeşmesi bulunur. Ayrıca meydanda yer alan katedral de gezilmelidir.
Bu noktadan ilerleyerek Tiber Nehri’ne ulaştığınızda karşıda sizi Vatikan’dan önce Hadrian Mozolesi, daha çok Castel Sant’Angelo adıyla bilinen kale karşılar. “Kutsal Melek Kalesi” anlamına gelmektedir. İnanışa göre başmelek Mikail’in kalenin tepesinde görünerek M.S. 590 yılında Roma’daki bir veba salgınını sona erdirince kaleye bu isim verilmiştir. Bu silindirik yapı başlangıçta Roma İmparatoru Hadrian tarafından kendisi ve ailesi için bir mozole olarak yaptırılmıştır. Papalar daha sonra binayı bir kale ve şato olarak kullanmıştır ve şu anda bir müzedir. Yapı bir zamanlar Roma’nın en yüksek binası özelliği taşımıştır. Roma’da her yerde olduğu gibi burada da restorasyon çalışması yapılmaktadır. Tiber Nehri’nin hemen kenarında yer alan kale her ne kadar kapalı olsa da çevresindeki köprüler, Tiber Nehri ve sonbahar renkleri ve Vatikan’a komşu olması nedeniyle yoğun ilgi görmektedir.
Yolun sonunda ise beni bekleyen ülke Vatikan’a belirsiz bir sınırdan geçerek ülke değiştiriyorum. 1929 yılında Vatikan ile İtalya Krallığı arasında imzalanan Lateran Antlaşması ile Vatikan bağımsız bir devlet olarak kurulmuştur. Sınırı beyaz bir çizgi, bazen bir duba, bazen bir basit geçit oluşturur. Kısaca belirgin bir sınır yok. Sınır kâğıt üzerinde ve 3,2 km uzunluğundadır.60 metrelik kısmı 1932’den beri çözülememiştir. Beni en çok şaşırtan, Vatikan’ın adeta sokak satıcıları işgali altında olmasıydı. Roma’nın diğer taraflarında Hintli, Filipinli, Bangladeşli göçmenler ağırlıktayken Vatikan’a girdiğiniz andan itibaren ağırlıklı olarak Hintli ve Afrikalı siyahi göçmenlerin ağırlığını görüyorsunuz.
Roma, içinde başka bir ülke barındıran dünyadaki tek şehirdir. Tiber Nehri’nin batı kıyısındaki Vatikan, 44 hektarlık alanıyla dünyanın en küçük bağımsız devletidir. Vatikan, Papa tarafından yönetilir ve nüfusu 1000 civarındadır ve nüfusun sadece yüzde 5’i kadındır. Ayrıca kendi ordusu, kendi para birimi ve kendi postanesi vardır. Vatikan’ın ismi pagan kökenlidir. Hıristiyan dünyasının merkezidir. Aziz Petrus Meydanı’ndaki yaklaşık 4 bin yıllık Mısır dikilitaşından Sistine şapelinin tavanındaki Michelangelo’nun ustaca 16’ncı yüzyıl fresklerine kadar binlerce yıllık sanat ve mimariyle doludur.
4’üncü ve 14’üncü yüzyıllar arasında papalar Vatikan’da değil, Lateran’daki Aziz John Bazilikası’nın yanındaki Lateran Sarayı’nda ikamet ediyorlardı. 1506 yılında Papa II. Julius tarafından kurulan İsviçre muhafızları 500 yıldan uzun süredir Vatikan’ın silahlı kuvvetlerine ve papanın kişisel korumasına hizmet etmektedir. Vatikan şehrinin resmi takımı FC Guardia’dır ve tamamen İsviçreli muhafızlardan oluşur. Vatikan’ın içinde bir futbol sahası yoktur. Vatikan, 1983’ten beri kendi televizyonu vardır, radyosu da 40 dilde yayın yapmaktadır. Vatikan şehri ekonomisi esas olarak hayırsever bağışlara dayanmaktadır. Bunlara Peter’s Pence adı verilir. Vatikan’ın mali durumu, hakkında bilgiden çok gizemler vardır ve gerçek parasal boyutu bilinmemektedir. Vatikan, kişi başına düşen suçta dünyanın en yüksek suç oranına sahiptir, çoğu suç yerel halk veya turistler tarafından işlenir. Hırsızlık, yankesicilik nispeten yaygındır. Vatikan sakinleri yıllık 105 şişe ile dünyadaki diğer tüm ülkelerden daha fazla şarap tüketmektedir. Bunun bir nedeni de Vatikan’ın vergisiz süpermarket şarabından faydalanan turistler ve İtalyanların istatistikleri yanıltmasıdır.
Vatikan’da en değerli eserler Sistine şapelinde yer almaktadır. Burası fotoğraf ve film çekmenin tamamen yasak olduğu tek yerdir. Rönesans dönemindeki tarihin en büyük sanatçılarının muazzam eserlerini acaba Vatikan hangi gerekçe ile yasaklamaktadır diye merak ettim. 1980’de şapel içindeki eserlerin restorasyonu için sponsor arayan Vatikan yetkilileri şirketlerle görüşerek 4 milyon dolar ile en yüksek teklifi veren Japonya’nın Nippon şirketi ile anlaşırlar. Vatikan yetkilileri bunun karşılığında restore edilen sanat eserinin fotoğraflanması ve filme alınması haklarını şirkete verirler. Fotoğrafçılık üzerindeki bu münhasır hakkın her sanat eserinin restorasyonu tamamlandıktan 3 yıl sonra sona erdiği belirtilmesine rağmen o yasak o günden sonra kalıcı hale gelir.
Vatikan sonrası geri dönüş yolunda, 1632’den bu yana Roma Santa Maria Kilisesi’nin dışında mermerden yapılmış eski bir maske olan “Gerçeğin Ağzı”nı görmeye gidiyorum. Maske, ağzı sonuna kadar açık, erkek yüzünü temsil etmektendir. Yüz hakkında farklı yorumlar bulunmaktadır. Jüpiter Ammon, Oceanus veya Pontus diyenler vardır. Açık ağzına elinizi soktuğunuzda eğer yalan söylüyorsanız ısırdığına inanılır. Audrey Hepburn ve Gregory Peck’in ‘Roma Tatili’ (1953) filminden sonra turistik bir öğeye dönüşmüştür.
Kentin buluşma ve cazibe yerlerinden biri de 135 basamaklı Francesco de Sanctis tarafından tasarlanan ve 1725’te bitirilen İspanyol Merdivenleri’dir. Adı İspanyol olmakla beraber, Fransız bir diplomat Etienne Gueffier tarafından şehrin imarı için bıraktığı fonlarla inşa edilmiştir. Merdivenlerin tepesindeki kiliseyi, meydana yakın Fransız kilisesine bağlamayı hedeflemiştir. Tepede ayrıca bir de Mısır dikilitaşı bulunmaktadır. Yapı, Roma halkının ilgisini çekmiştir. Piazza di Spagna’yı ikamet etmek için çok çekici bir yer haline getirmiştir. Merdivenler daha sonradan “İspanyol Merdivenleri” adını almıştır. Bu isim yalnızca İngilizcede kullanılırken İtalyancada, “La Scalinata” denmektedir. İspanyol Büyükelçiliği, merdivenler inşa edilmeden önce yüzlerce yıl orada bulunmaktaydı. Sonradan merdivenlere ev sahipliği yapan meydana “Piazza di Spagna” (İspanya Meydanı) adı verilmiştir.
Meydanda yer alan Barcaccia Çeşmesi, Papa Urban VIII. Barberini’nin (1623–1644) emriyle 1626–1629 yılları arasında inşa edilmiştir. Proje aslında 1570’li yıllarda yenilenen su kemerinin geçtiği şehrin en önemli meydanlarının çeşmelerle süslenmesini öngören eski bir planın yıllar sonra uygulanmasıydı. Çeşme, Pietro Bernini’ye yaptırılmıştır. Bernini, 16’ncı yüzyılın sonunda Roma’da yaratılan eserlere kıyasla tamamen yeni bir çeşme tasarlamıştır. Bir tekneden ilham alarak mimariden çok heykelsi bir eser yaratmıştır.
Şehrin görmeye değer yerleri arasında Roma Villa Borghese Bahçeleri yer almaktadır. Merkezi bir konumdadır. 80 hektarın üzerinde bir alana yayılan geniş bir halka açık parktır. Roma’nın üçüncü büyük halka açık parkıdır ve bahçeleri, muhteşem çeşmeleri, müzeleri ve sanat koleksiyonlarıyla ünlüdür.
Bahçeler mimar Flaminio Ponzio tarafından, ana villa ise Giovanni Vasanzio ve Flaminio Ponzio tarafından tasarlanmıştır. Ana villa Barok tarzındadır, bahçenin diğer unsurları ise karışık tarzlardadır. Bu bölge Borghese ailesine ait olup daha önceleri üzüm bağı iken aile bağlarını bozarak avcılık ve doğa yaşam alanı haline getirmişlerdir.
Çocuk etkinlik merkezi, açık hayvanat bahçesi, hayvanlar için özel park, tiyatro, sinema, eğlence parkı, gölet aklınıza gelebilecek her şeyi bulabiliyorsunuz. Romalıların dinlenip açık hava etkinliklerinin keyfini çıkarabileceği popüler bir yerdir. Bir gün ayırmanızı öneriyorum. Benim gibi bir-iki saat gezerseniz parkın büyük kısmını görmeden çıkabilirsiniz. 95 farklı etkinlik noktası bulunmaktadır. Borghese Galerisi, Villa Medici, Pietro Canonia Müzesi ve Carlo Bilotti Müzesi gibi yerler yanında sinema, tiyatro bulunmaktadır. Gezdiğim alanlarda dikkatini çeken parkın bir bölümünde sonbahar renkleri hâkimken bitki örtüsü ve ağaç çiçek seçimi nedeniyle diğer tarafta yeşillikler hâkimdi. Hayvanlar için özel bir park alanı vardı ve bu kadar çok mutlu oynayan köpeği bir arada ilk kez gördüm. Neredeyse üç futbol sahası büyüklükte bir alan sadece çimdi ve oynayan, spor yapan, yatan, dinlenen, çimlerde yuvarlanan herkese açıktı. Bunca tarihi yapı içerisinde doğayla buluşmak ve güzel saatler geçirmek ve huzur bulmak için Borges Bahçeleri mutlaka ziyaret edilecek yerler listesine eklenmelidir.
Roma’ya yaptığınız ziyarette kesinlikle aç kalmayacaksınız. Türk damak tadına uygun bir beslenme şekilleri var. Bu kadar yoğun hamur ve tahıl tüketen insanların kilo sorunu olmaması da ilginç geldi. İtalya ile pizza artık ayrılmaz bir bütün. Ama itiraf etmeliyim ki en lezzetli pizzaları ben İtalya’da değil, İspanya’da yedim. Roma’da, aç olduğunuzda ve sokakta olduğunuzda, er ya da geç mutlaka pizza yiyebileceğiniz en az bir yer vardır. Tatlı olarak dondurma ve tiramisu artık geleneksel hale gelmiş durumda.
Arancini adı verilen küçük pirinç topları Sicilya kökenli bir yiyecek ancak pek çok yerde popüler bir atıştırmalık olarak servis edilmektedir. Romalılar kızarmış yiyecekleri seviyorlar. Sebzeleri bile kızartıyorlar. Zararlı bulabilirsiniz ama kabul edelim lezzetli. Ve tabii ki İtalyan klasiği pasta, makarna… Roma’da trafik kurallarına uymama konusunda sürücüler, polis, jandarma, yayalar, motosikletliler ve bisikletliler arasında geniş bir uzlaşma sağlanmış görünüyor. Sorunu yok sayarak sorunsuz bir sistem oluşturuluş durumda.
* * *
İtalyan yazar Alberto Sordi’nin dediği gibi:
“Roma diğerleri gibi bir şehir değil… Büyük bir müze, parmak ucunda yürüyebileceğiniz bir oturma odası…”
Dünyanın en büyük açık hava müzesi kentinde tarih içinde bir yolculuğu tamamlayıp geri dönerken aklımda Goethe’nin “Roma’yı anlamaya ancak Roma’da hazırlanılabilir” sözü geliyor.
Bu ziyaret yoksa Roma’yı anlamak için bir ilk miydi?
Bunun yanıtını İngiliz yazar Gilbert Keith Chesterton benden önce vermiş:
“Roma’ya dönme inancınız yoksa Roma’ya gitmenin hiçbir anlamı yok.”