KÜLTÜR-SANAT TOPLUM 

DÜNYA KENTİ OLMA ÖZLEMİ

Yaşamsal alanlarımızın başında kentler gelmektedir. Her kentin kendine has dokusu, mimarisi, iklimi, yaşam tarzı o kentlere bir kimlik, bir ruh kazandırmaktadır. Kent kültürü dediğimiz olgu bu süreç içerisinde karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde “kent” ve “kültür” öğeleri genellikle aynı çerçeve içerisinde yer almıştır. Özellikle Sanayi Devrimi sonrası yoğunlaşan kentleşme ve kente özgü yaşam tarzı, “kentli yaşam” adı verilen yeni bir yaşam türünü de beraberinde getirmiştir.

Kültür; insan ve insan dünyasıyla ilgili her türlü ürünü, yaratıyı içerir. Bunun yanı sıra kültür; insan ilişkilerini ve birbirleriyle olan etkileşimlerini de kapsar. Bu anlamda kültür, bir toplumun maddi ve manevi değerlerinin toplamını ifade eder. Günümüzde çağdaş demokratik rejimleri baz alarak yaptığımız kent kültürü tanımında siyasal, dinsel, sanatsal hoşgörü ve özgürlükleri barındıran demokrasi, bilimsel bilgi ve nesnellikten oluşan yapıları anlıyoruz.

Gerek Batı gerekse Doğu dillerinde kent ve uygarlık kavramları yan yana kullanılıyor. “Città”, “cité”, “ciudad”, “civitas” sözcükleri; “civilization”, yani uygarlık sözcüğü ile aynı kökten geliyor. Doğu dillerinde ise “Medina” ile medeniyet arasındaki ilişki de göz önüne alındığında, kentlerin bu süreçte uygarlıkların kaynağı olduğu algısı ön plana çıkıyor. Bu anlamda kentler; yaşayanlar, yönetenler değişse bile tüm zamanların yaşandığı ve gelecek nesillere bilgi ve birikimin aktarıldığı mekânlardır. Kültür ve uygarlıkla bağlantısında kentsel ortamlar, üretici ve tüketicilerin aynı ortamı paylaştığı alanlardır.

Kentler dış dünya tarafından yaşam tarzları, üretimleri, tüketimleri, yaratıları ile olumlu ya da olumsuz bazı özellikleriyle algılanırlar. Felsefi anlamda algıyı, dış dünyadan duyumlarla gelen bilgi, haber ve imgelerinin bilincimizde yarattığı tasarımlar olarak ele alabiliriz. Bu anlamda genel kabul gören algılar ve imgeler kentle özdeşleşir. Bu özdeşliği sağlayan ise, günümüzde ağırlıklı olarak kitle iletişim araçlarıdır.

Yıllar yılı Türk filmlerindeki “zengin, hovarda pamuk ağası” tiplemesi veya “ağanın kentli, zengin ve çapkın oğulları” tiplemesi Adana algısı içinde dış dünyada önemli yer tutmaktadır. Bazen algıya konu olan “Şalgam ve Kebap Kenti Adana” algısında olduğu gibi, temelde bir üretime ve tüketime konu olan ürünün kendisidir. Kahramanmaraş’ın dondurmasıyla, İnegöl’ün köftesiyle, Bursa’nın İskender Kebabı ile anılması da benzer örneklerdir.

Algıyı daha evrensel boyuta taşıyan, insanlığın hizmetine sunan ve turizm aracılığıyla maddi değer yaratan, tarihsel ve kültürel değerlerdir. Roma’nın Kolezyum’u, Atina’nın Akropolis’i, Paris’in Eiffel Kulesi, Moskova’nın Kızıl Meydan’ı, New York’un Özgürlük Heykeli, Kahire’nin piramitleri bu kentlerin uluslararası sembolleridir.

İçsel ve dışsal pek çok faktör bir araya gelerek bazen kentlere bir sıfat eklenmesine neden olur. Paris için “Âşıklar Kenti”, Milano için “Moda Kenti”, Stockholm için “Masal Kenti”, Bordeaux için “Şarap Kenti” gibi nitelemeler, o kentlerin öncelikli imajları arasında yer alır. Bazen ise kentte yaşamış veya yetişmiş ünlü sanat, spor, bilim, edebiyat insanları o kentin imajına katkıda bulunurlar. Barselona’da Picasso ve Salvador Dali, Havana’da Hemingway, Moskova’da Gorki, Prag’da Kafka kent imajına katkıda bulunan kişiliklerdir. Spor ve özellikle de futbol, bazen kentlerin dünyada tanınmasında tek başına etken olabilmektedir. Yaz ve kış olimpiyatlarının yapıldığı kentler uzunca yıllar dünyada tanınma açısından ön plana çıkmaktadır. Barselona, Madrid, Milano, Münih gibi değişik açılardan bilinen kentler, aynı zamanda futbol takımlarıyla da hafızalarda yer bulmaktadır.

Müzik ve tiyatro, sinema organizasyonları, festivaller yine kentlerin imajına önemli katkıda bulunmaktadır. Prag; müzik festivalleri, kukla tiyatrosu ve pantomim gösterileriyle pek çok insanın hafızasında yer bulmuştur. Fransa’nın Cannes, Almanya’nın Berlin kentleri film festivali ile her yıl dünyanın ilgi odağı olmaktadır. 145 bin nüfuslu Salzburg; ocak ayında Mozart Festivali, ilkbaharda Pak Festivali ve Barok Festivali, ağustosta Salzburg Festivali ve Caz Festivali düzenleyerek her yıl milyonlarca insanı misafir etmektedir.

Tarihi ve kültürel mirasların varlığı tek başına bir kenti dünya kenti yapmaya yetmiyor. Sanatçılarıyla, sporcularıyla, yazarlarıyla, çizerleriyle, fotoğrafçılarıyla, gazetecileriyle, sinemacılarıyla, tarihçileriyle, bilim insanlarıyla, mimarlarıyla, koleksiyoncularıyla, iş insanlarıyla dünyanın her yanından o kente getirecek cazibe merkezlerinin yaratılması gerekiyor.

Bu anlamda sıkça bahsedilen “Marka Şehir”, “Dünya Kenti” gibi söylemlerin gerçek kılınabilmesi için uzun vadeli ve sürdürülebilir bir plan, program etrafında çalışmak gerekmektedir. Sözde değil özde dünya kenti olma idealine uygun çalışmaları görmek ve kentlerimizin bu konuda yarış halinde olmalarını görmek hepimizi mutlu edecektir.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar