BİR İNSANLIK UTANCI: 1910 KÖPEK KATLİAMI
-ADANA-
İstanbul’un Fethi’nden Tanzimat’a kadar geçen 400 yıllık süreçte köpekler ile insanlar İstanbul’da barış içinde yaşadılar. İstanbul’a gelen yazarların dikkatini en çok bu durum çekmekteydi. 1867’de İstanbul’u ziyaret eden Mark Twain bu durumu “İstanbul’da şehrin her yerinde köpekler var, sokaklarda uyuyorlar. Sultan bile geçerken kımıldamıyorlar” diye yazarken Alphonse de Lamartine, 1833 yılında “Türkler, canlı ve cansız tüm yaratıklarla barış içinde yaşarlar. Ağaçlar, kuşlar veya köpekler; Tanrı’nın yarattığı her şeye saygı duyarlar. İnsanlıklarını, ihmal edilen veya zulüm gören hayvanlara kadar gösterirler. Tüm sokaklarda, belirli mesafelerde, köpekler için suyla dolu kaplar vardır” ifadeleriyle insanların ve köpeklerin iç içe yaşamlarından övgüyle bahsetmektedir.
İstanbul’un Fethi’nden Tanzimat’a kadar köpekler kamusal alanların önemli bir parçasıydı. 19’uncu yüzyılda Batılılaşma ve modernleşme çalışmaları ile beraber köpeklerin kamusal alanda varlığı tartışılır hale gelmiştir. Birlikte yaşam Tanzimat’la beraber son buldu. Şehri modernleştirme amacıyla Sultan II. Mahmut, tüm sokak köpeklerinin Marmara Denizi’ndeki çeşitli adalara sürülmesini emretti. Asıl niyeti köpeklerin toplu katledilmesiydi. Bunu topluma anlatabilmek için din âlimlerinden destek istedi ancak beklediği destek gelmedi. Din adamları hayvanların toplu olarak öldürülmesine karşı çıktılar. Bunun üzerine hayvanların ıssız yerleşim yerlerine, özellikle de adalara sürgününe karar verildi. 1808 ila 1839 yılları arasında II. Mahmut Dönemi, köpeklerin şehir hayatından sürgün edildiği dönemdir. Sultan, başıboş köpeklere zehirli yiyecek verilmesini emretti, bazı vatandaşlar ise köpekleri iyileştirmek için yoğurt vererek direndiler. Köpekleri yakındaki bir adaya göndermeye çalıştı ancak gemi yolda bir fırtınaya yakalandı ve köpekler kıyıya geri yüzebildiler. Yerel halk bunu “Allah’ın bir gazabı, bir işareti” olarak gördü. 1870’lerde Sultan Abdülaziz benzer uygulamalar yaptı ama bu kez İstanbul’da yaşanan büyük bir yangının nedenini halk “köpeklere yapılan zulüm” olarak görünce uygulamadan vazgeçildi. Daha sonraki yıllarda devam eden sokak köpeklerine yönelik sürgün 1910 yılında İttihat ve Terakki Dönemi’nde köpek katliamına dönüştü. Jön Türkler sokak hayvanlarının varlığını fakirlik ve yoksulluk göstergesi olarak görmekteydiler. Jön Türkler’e göre daha modern bir kent imajı sunmak ve Londra ve Paris benzeri bir modern kent yaratmak için köpekler kentlerden kaldırılmalıydı. Salgın hastalıkların nedeni olarak görülen köpeklerden kurtulmak koşuluyla daha sağlıklı şehirler olacağını düşünüyorlardı.
Pasteur Enstitüsü önlemleri onayladı. Köpekleri pislik ve hastalıkla, özellikle de kuduzla ilişkilendirdi. Pasteur Enstitüsü Müdürü Dr. Remlinger, İstanbul’da olan yaklaşık 60 ila 80 bin arasındaki köpeklerin derisinin ve kemiklerinin toz haline getirip zamk olarak kullanılmasını önerdi. Dr. Remlinger, itlaf maliyetinin 3 frank olduğunu, toplamda elde edilecek yaklaşık 250-300 bin frankın hayır işlerinde kullanılabileceğini söylüyordu. Tabii, Dr. Remlinger bu işten yüzde 10 komisyon istiyordu. İstanbul Şehremini Cemil Topuzlu Paşa bu teklifi reddetti. Ancak 1910 yılına gelindiğinde her şey değişti. 1910 yılında İttihat ve Terakki Dönemi’nde köpek katliamına dönüştü ve 80 bin köpek acımasızca ölüme terk edildi. Bu sürgün Batı’da bir yandan eleştiri, diğer yandan övgüyle karşılandı. İstanbul’u Batı çizgisinde dönüştürmek isteyen bir eylem olarak nitelendirildi. 1910’da dönemin belediye başkanı Suphi Beysoyundu’nun talimatıyla 80 bin köpek toplanıp Sivriada’ya gönderildi. Derileri ise Fransa’ya satılacaktı. Askerler, sakinlerin köpekleri kurtarmaya çalışmasını engellemek için görevlendirildi. Çünkü İstanbul halkı bu katliama şiddetle karşı çıktı. Mümkün olduğunca çok sayıda köpeği kurtarıp evlerinde sakladılar.
Fransız romancı Pierre Loti o dönemi “Köpeklerin yok edilmesi süreci iyi ilerlemiyordu; hiçbir Türk, Osmanlı’ya uğursuzluk getirecek düşüncesiyle köpek toplama görevini üstlenmek istemiyordu. İnfaz için serseriler işe alınıyordu. Bu adamlar köpekleri büyük demir kayışlarla yakalıyor; zavallı kurbanlarını boyunlarından, bacaklarından veya kuyruklarından yakalayıp onları Hayırsızada’ya götürecek kayıklara üst üste atıyorlardı. Çığlıklar, haykırışlar, hararetli tartışmalar İstanbul’un her yerinden günlerce duyuldu. Türkler öfkeliydi ve operasyona direndiler. Zavallı köpekler! İnsanlar mümkün olduğunca çoğunu evlerinde saklıyorlardı” diye anlatmaktadır.
Başlangıçta, kayıkçılara günde iki kez hayvanlara su ve ekmek getirmeleri görevi verildi. Ancak bu uygulama Balkan Savaşı nedeniyle yapılan bütçe kesintileriyle son buldu. Aç ve susuz kalan 80 bin hayvan birbirini yemek zorunda kaldı. Fransızlarla yapılan anlaşma bozuldu, bu yüzden köpekler açık havada gözaltında ölüme ve çürümeye bırakıldı. Olayın hemen ardından gelen şiddetli bir deprem, yerel halk tarafından “köpekleri terk ettikleri için Allah’ın bir cezası” olarak algılandı. Bu yüzden ada hem Sivriada hem de Hayırsızada “Uğursuzada” olarak anılmaktadır.
İstanbul Belediye Başkanı Suphi Beysoyundu ise yaptığı işi gururla anlatırken “Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’daki bütün köpekleri Hayırsızada’ya gönderdim. Ancak daha sonra şehirde 30 bin tane daha olduğunu keşfettim. Onları da yavaş yavaş yok ettim” demiştir. İstanbul, kalan sokak köpeklerinin binlercesi her yıl bu belediye başkanın talimatıyla zehirli etle yemlenerek öldürülmüştür.
1910 yılının 12 Temmuz’unda adadaki köpeklerin acınası durumunu duyan ünlü Fransız karikatürist Georges Goursat Sam, bir arkadaşının yatını adaya demirledi. Karşılaştığı ilk şey, kıyıda bir piramit gibi yığılmış binlerce köpekti. Köpeklerden bazıları susuzluktan ölmüştü ve diğerleri yiyecek ve su eksikliğinden dolayı diğer köpeklerin cesetlerini parçalıyorlardı.
Şehrin sokak köpeklerinin katledilmesi, İstanbul sakinlerinin ruhunda bir yara bıraktı. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi de dâhil olmak üzere 1910’dan sonraki çalkantılı zamanları köpek katliamına bağlıyordu.
1910 Köpek Sürgünü sadece İstanbul’u değil dünyayı sarstı. Akılları zorlayacak bir trajedi yaşandı. Bu olay dünya tarihinin en organize ve en geniş çaplı hayvan katliamlarından biri olarak kabul edilmektedir. Yıllar süren katliamlara rağmen İstanbul’dan köpekleri yok etmeyi başaramadılar.
Aradan geçen yüzyıldan fazla zamandan sonra adeta tarihte yaşanandan ders almadan neredeyse benzer gerekçelerle, benzer yöntemler yasallaştırılmaya çalışılıyor. Tarih o katliamları yapanları nasıl yazmış ise bu katliamları planlayan ve kurgulayanları da kara sayfalarında aynı şekilde yazacaktır.