YAŞAM 

İNTİHARI MEKANİZMALAŞTIRMAK YA DA…

Hayatım öyle bir hal almıştı ki her çeşit düzene başkaldırıyordu. Trenlerim sürekli raylardan çıkıyor, yuvarlanıp gidiyordu. Öyle bir düzensizlik hükmediyordu ki evimde dahi eşyalar yerini bilmiyordu. Zihnimin karışıklık ve dağınıklığı olta atıyordu bütün soyutluklara. Onları yakalıyor ve nasıl olsa hisleri yok diye diye yutup geçiyordu.

Defalarca köprülerden kendini salmış bir ölü ruhun ölümüne hiç kimse imkân vermiyordu. Çoktandır ölmüştüm. Mezar taşlarım yağmalanmış, küllerim şaraplara türlü aromalar katmıştı. Çoktandır ölmüştüm. Yerlerde bütün şiirlerim en acıklı şarkılarını söylüyordu. Duvarlarımdaki tuğlalar başlarıma yıkılıyordu. Çoktandır ölmüştüm ve hiç kimse şaşırmıyordu hâlâ hayatta oluşuma.

Zaman kavramı, hayat gibi yitirmişti anlamını. Güneş bile doğup batacağı zamanı kestiremiyor, işe geç gelip mesaiye kalmıyordu. Benim hayatım yine absürtlükler komedyasına evrilmişti. Her şey gülünçtü. Her şey beni tekrar tekrar öldürebilmek için gülünçtü. Durum böyle olunca da bir trajikomiklik baş veriyordu. Ölümüm, bir ağlak çocuk kadar şımarık ve kahkahalarca süslenen bir umut gibi tertemizdi. Acınasılıklardan dostlar ediniyordum.

Hikmet geliyordu, Bilge(-lik sevdası) diye ağlıyordu. Selim geliyordu, günlüklerini bağırıyordu. Albay, kendine ‘ha-ha’lardan ‘ha-ha’lar beğeniyor, halimize gülüp çay demliyordu. Turgut mu? Turgut, Özben’liğiyle kovalamaca oynuyordu, geç kalmıştı biraz. Ardından hepimiz hep bir ağızdan ölümü fısıldaşıyorduk biraz. “İntihar bir kaçış mıdır, yoksa kurtuluş mu?” diyorduk kendi kendimize. Hayatın böylesi devasa zırvalıklar silsilesi oluşu bize ölümü isimsiz alkolikler önüne sunulan kadehler dolusu şaraplar gibi cazip gösteriyordu.

İntiharı bir kaçış yolu benimseyenler, alkolü de mekanizmalaştıraraktan kafaları tüm tanrı yaratımlarından daha güzelken kendilerini teslim etmişlerdi karanlığa. İntiharın bir kurtuluş olduğunu özümseyenler ise, salt aklın varlığıyla bunun üzerine yıllar boyu düşünmüş, en rasyonalist çıkarımlarda bulunmuştu. Ateşin gölgesi kendi varoluşsuzluğunu bizler gibi kutsayamıyor diye dışarıdan ışığımızı görenler, içeriden cayır cayır yandığımızın farkındalığına erişemiyordu.

Yalnız ışığımız vardı. Gülücük isimli tabloları üzerimize giyerdik kimi zaman. Ve çoğu zaman da her hâlükârda sırf ışığımız vardı diye iplenmezdi onca kıvılcım zerresi, göğe yükselen…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar