POLİTİKA 

ÇETELEMDE BAHAR KAZILI

Asılsız sorgular ile yasaklı sorular arasında geçen ahir zamanın eşiğinde direnişim hainlikmiş, illetine. Dilini dilimden, dirini dinimden ayırırlar, çocuk; ırkını baht bildirir, bildiklerini de haram ederler. “Hepimiz birimiz için!” dersem ne olur? Önce bir “sus” payı verilir, nitekim her koyun kendi bacağından mükelleftir zırvası sakızdır ağızlarında. Oysaki uyarılmıştık, “İlkokul sıralarından başlayarak ‘kendi bacağından asılan koyun’ felsefesiyle yetiştirilenlere asla itibar etmeyeceksin, onların arasından ülkeye yararlı birinin çıktığı görülmedi” denmişti. İlk emrin okumak olduğu silinirdi pekâlâ aklımızdan, kula kulluk edince aslın astarı görünür değildir. Sonra birkaç satırın üstü çizilir tabii ve men edilir gerçeğin her medreseden. Bilmek umudu suçtur ve tutukluyumdur düşündükçe, çocuk. Hatırladıklarını unut.

Vakit; yasanın suç, suçun yasal düştüğü denklemde gizli asal kasırga demektir. Önce kendini bul. Ancak arayanlar bulur; lakin inleyen yine ölür, çocuk… Yasa nedir, ben de unuttum, parayı veren düdüğü çalıyor, çırpıyor ve kahrediyor kurbanını karargâhından korku katliamıyla. Dilini tut, ağzındaki baklayı yut şimdi. Kendini ifade suç, çocuk! Baskılı tutarsızlığa alışmalısın; çünkü yine dört gözle bekleyecekler seni, koğuşlarca ifadeni veresin diye çevik denklemler ile çelişik kuvvetler karşısında, direnecek gücün var mı? Söyle! Yasaklı kitaplar okumaya yüzün kaldı mı, çocuk?

Çok sürmez, onu da yakar kokarcalar; yine parsel parsel, satar da yine kalkınamazlar…

Bizim dilimizde yalnız sardunyaya ağıt kalır, çocuk. Onların elindeyse “faili meçhul” tabelası, şanslıysak biraz rahmet ve baş sağlığı… Rahmetliye adanmış insanlık ağıtı.

Derler ki hep vakitsiz gelir ecel; kelepçe irade, kilit hakkım, hukukumsa prangalardır ayağımda ve sağımda solumda satılık zaferler durur üç kuruş pahasına. Zaman kanatlarının ardında kelle fiyatına hürriyet afişleri asılıdır, çocuk. Şaşarım! Ve kükremişim, sesimi ırmaklarda arayın, ikinciye yıkanamadım. İftirada yargısız boğulanlardanım, infaz suçum; umut ve yaşamaktır. Siz sesimi satırlarda değil, yangın sularda arayın ve enkaz kuyularında ve her sokağın başında ve Doğu sınırlarında -sessiz!- tozlu beşikler gördük çünkü. İnsanların öldüğünü, insanlığın ölümüyle çözdük de, aynalı yalanı şeker bildik. Yol yaptık, evelallah ayaklar altından döşenmiş gurur taşlarıyla.

Yine uykuya dalana dek masallar dinledik umut bozgunlarcasına hile ve hurdayla konuşan cahil ile cüheladan. Biz, atamızdan böyle görmedik diye geleneksiz ilan edildik. Bir avuç kâfir marjinal tiptik, onlarsa partizan büyürdü, çocuk, gözleri para bürürdü. Anlasana. Yine uyuttular bizi, birtakım andaval kesildiler başımıza da, dikilmişti gözümüze perdesi hürriyetimizin milyon dolarlarla.

Bak, çocuk, sen aç yatıp aç kalkmaya alışmaya çalışırken padişahın sofrasında şen şakrak hak yeniyordu şakşakçılarla. Ve hukukun, saray soytarılarının cebinde suç teşkil ediyordu. Porsiyon başına bir bebeğin cenazesi düşen hesabı kutsal kitaplar ödüyordu. Senin sansüründeyse hayallerin yazıyordu “son sözlerin” başlığı altında.

Dilini tut, ağzındaki baklayı yut şimdi, çocuk. Konuşanlar mahkûm, susanlarsa terfi bekliyor hâlâ. Herkesin rolüne üç maymun düşen oyunu, başın eğik alkışla. “Benim meselem değil” demeyi öğren, cesedini aratma şaşkın terazi topraklarında.

Dik durma, suskun bir nesil yetiştir, yine gençliğinin baharında ömür boyu yatacaksın nasılsa. Hakikat sandığında, yalan saklı, çocuk. Hazinemiz altın ve paçavralar, hak düşmez aklın hesabına.

Kılıfını domuz bağına uydurmuş bu illetin elleri kanlı. Her binanın adı mezar taşı, her sokağın adı sürgün artık. Özgürlük omurgalıların işi, biz kamburumuzda devletimizi sırtlarız, çocuk. “Padişahım, çok yaşa!” emrinde yalan haber ve yandaş basın dinleriz yalnızca. İmanı şeytana etsek de soluğu ibadette alınca helallik sayarız günah yolunda. Sallamaz solu, salonu dolu imzalı yalan dolanınca, şükür yaratana, yine sağ koyunum diye sevinirim.

Ah biz idrak edenler, nasıl da mutluyuz, tabii yeterince uzun bir süre susmasını bilirsek!..

Meziyet usulsüz bir panayır gibi kalabalıktır o vakit. Vaziyet, fakruzaruret. Eziyet emsalindeyse fotoğrafımız çıkmış, çocuk, gülümse. Kalemi, yolsuz mürekkep kusan kralın gözlerinde kin yaşı, dilinde nefret duası… Kimse vah etmeyecek, çocuk. Anlasana. Bu mutluluk dedikleri, yine Batı’nın oyunları, budalanın mantığı “ekmek yoksa pasta” kuralı. Başlatma şimdi birlik isyanını!

Sen ki yalnızlığınla tutunamayanlar evladı, sen ki mutsuz kesimin direği, “Biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” diye sormuşlardı evvel önce, sen taşın altında elini ararken ben yandım; alevin kırık dumanında kurumuştu kanım. Sönmez şafaklarda ve kulluğunda emrin, vahşet yadigârına kandım, “kulaktan dolma kurbanı”nı ben oynadım. Umut suladım karanlığın güneşinde, ayazdım; çetelemde bahar kazılı, ihanetin yükünü taşıyordu omuzlarım.

Kaç yaşına bastı zulüm şimdi, muradına ermiş padişahlar gibi şaibeli? Ziyafet çeker misiniz? Tercihiniz lokmalık afiyeti midir, yoksa haysiyetinizin? Karar mercii sizsiniz. Bense yandım ve yana yakıla yazdım, yazmasam olmazdı; çünkü “söz uçardı”, kralım, benimse kanadım çoktandır kırık.

Ey suskunluğa gebe çocuk, günü gelince bu sessizlik elbet yankılanacak karanlıkta, bir haykırış duyulacak aydınlığa ermeden önce, unutma! Yeniden doğmak acılı bir düştür her zaman, çocuk, uyan! Yeni günün ışığında, hür yaşadığın o rüyayı hatırla! Çetelemde bahar kazılı, “güneşin zaptı yakın”, çocuk, yanmaktan korkma!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar