KÜLTÜR-SANAT TOPLUM 

‘YAPTIĞIM HER ŞEY KENDİ SEÇİMİMDİ’ / ANNE BOLEYN

Ah, trajediler kraliçesi,/ kalbin kırıkken de gülümseyebilirsin/ çünkü sen bir kadınsın.” – Philippa Gregory, ‘Boleyn Kızı

Bazı fikirler ve kalıplar bazı değiştirilemez ve dönüştürülemez zihinlere öyle sert bir şekilde kazınmıştır ki onları hiçbir fikirsel reformla ya da kültürel rönesans ile olmaları gereken noktaya asla getiremeyiz…

Kadınlar; her çağda her dönemde onları geride durmaya zorlayacak, ruhlarını ve fikirlerini kalıplara sokacak, hatta yok etmeye çalışacak zihniyetlerin bitip tükenmez eziyetlerine katlanmak zorunda kalmışlardır. Kimisi bu zihniyetlerin pençelerinden gelen bir ölüme teslim etmiştir kendini, kimisi ise hiçbir zihniyete boyun eğmeden kendini ve benliğini değiştirmeden yürümesi gereken yolda emin adımlarla ilerlemeye devam etmiştir ve korkulan, yok edilmeye çalışılan kadınlar; her zaman daha fazlasını öğrenmek isteyen, görünenin çok ötesindekini merak eden, kendisinden sonra gelecek hemcinslerine daha iyi, daha yaşanabilir bir dünya bırakmak ya da onu kendi elleriyle ya da fikirleriyle inşa etmek isteyen kadınlar olmuşlardır.

Geçtiğimiz günlerde beni de kaderini kimsenin eline bırakmayan kendi hikayesini kendisi yazan kadınlardan biri olarak gördüğünü söyleyen bir arkadaşım, “İpek, Orta Çağ’da ya da ona yakın bir dönemde yaşıyor olsaydık eminim ki seni de cadı, büyücü ilan edip yakmaya ya da asmaya çalışırlardı” diye beni çokça düşündüren ve duygusal olarak etkileyen bir söylemde bulundu ve bu söylem aklıma; çoğumuzun belki de sadece adını duyduğu ve çok azımızın gerçek hikâyesini, sahip olduğu cesareti ve gücü bildiği Anne Boleyn’i getirdi. Sadece bir kralın karısı olma sıfatında bulunmayı reddettiği için; bir zincir, bir kelepçe gibi onu daha az özgür kılacak bazı kadınlık vazifelerini yerine getirmediği için hilelerle, oyunlarla ve yalanlarla zorla ölüme götürülen Anne Boleyn’i…

Ama bu dünyada hepimiz yapmamız gerekeni yapıyoruz, Robert. Elimizden gelenin en iyisini. Bazen maskeler takıyoruz, bazen kendimiz olabiliyoruz ve bazen maskeler gerçek yüzlerden daha gerçek olabiliyor.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

SEVİLMEYE, İLGİYE VE KADINLARA BAĞIMLI BİR KRAL: SEKİZİNCİ HENRY TUDOR

Abisi Arthur Tudor’un ani ölümünden sonra İngiltere tahtına geçen Henry Tudor, küçük yaşından beri tuhaf davranışlar gösteren bir kraldı. İngiltere Krallığı tarihi, teoloji, felsefe, siyaset ve yönetim gibi derslerden çok, saray eğlencelerine, av törenlerine, güzel kadınlara düşkünlüğü ve zaafı olan Henry Tudor, kral olduğunda da asla bu zaaflarından ve bağımlılıklarından vazgeçmedi. Hatta sahip olduğu bu otoriteyi kadınları kendisine çekecek bir silah, karşı konulması mümkün olmayan bir çekicilik olarak gördü.

Kilisenin ve saraydakilerin isteği üzerine ölen abisinin karısı Aragonlu Catherine ile evlenmesine rağmen bu evliliği asla gerçek bir evlilik olarak görmedi. Ettiği kutsal yeminler onun için bir tiyatro metninden ibaretti. Karısının gözlerinin içine baka baka başka kadınları masasına, hatta yatağına davet etti. Saraydaki her kadın Henry Tudor için yeni bir fetih gibiydi. O, krallığının topraklarını genişletmekten çok zevklerini genişletmeyi tercih ediyordu. Altı sorunlu evlilik ve bir sürü kalbi kırık kadın; Kral Henry tarafından Tudor hanedanlığının altın işlemeli defterine en acı şekilde işlenecekti…

Bir akşam İngiltere sarayında yine büyük ve gösterişli bir şölen düzenleniyordu. Henry Tudor için bütün yüzler aynı yüzdü, bütün kadınlar ise aynı kadınlardı; ta ki beyaz bir maskenin ardından kendisine bakan bir çift siyah gözü görene kadar. Herkesin güzelliğini ve zekâsını konuştuğu Boleynlerin küçük kızı Anne, Henry Tudor’un sarayındaydı. Henry, yeni fethini gözüne kestirmişti ama Anne’in sahip olduğu ruhtan ve yapacağı büyük işlerden henüz haberi yoktu. Aşkı da o çok sevdiği av törenleri gibi bir şey olarak gören Henry, aç bir kurdun bir geyiğin peşine düşmesi gibi, Anne’in peşine düşmüştü ama bu geyiğin boynuzları incidendi ve yüreğinde de korkuya dair hiçbir iz yoktu…

Hepimiz özümüzde basit insanlarız; ama bazılarımız büyük işler yapmak için seçilmişiz.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

SAYGIN BİR AİLENİN KADERİNDE BÜYÜK İŞLER YAPMAK OLAN KÜÇÜK KIZI: ANNE BOLEYN

Howard ve Boleyn ailesi, İngiltere’de seçkin ve özel bir yere sahip olan bir aileydi. Soyadları onlara her kapıyı açıyordu. Gittikleri her pazarda meyve ve sebzelerin en tazesi bu ailelere verilirdi ve ailenin kadınlarına en saf ipek kumaşlar elbise olması için saklanırdı…

Elizabeth Howard ve Thomas Boleyn’in evliliği iki ailenin gücünü birleştirdi ve onları sarsılmaz hale getirdi. Anne; Elizabeth ve Thomas Boleyn’in en küçük kızlarıydı. Anne’in doğumu Boleyn ailesine yeni kapılar açtı. Baba Sir Thomas Boleyn, İngiliz aristokrasisinde çok önemli bir pozisyona getirildi. Fransızca, Almanca ve İspanyolca bilen Thomas Boleyn bizzat kral tarafından sarayın başdiplomatlığına atandı. Diplomatik kariyerine Hollanda’da başlayan Thomas Boleyn kızı Anne’i de yanında götürdü ve Anne’in yaşamının ilk şekillenişi burada başladı.

Kalbimden başka ortaya koyabileceğim bir servetim yok.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

Anne, Hollanda sarayında Leydi Margaret’in nedimesi oldu. Çalışkanlığıyla ve davranışlarıyla herkesi kendine hayran bırakan Anne burada lir çalmayı, Almancayı ve pek çok tarihi bilgiyi de öğrendi. Hayatını asla Leydi Margaret’in giyinme, banyo ve yemek saatleri ile sınırlamadı. Eline geçen her kitabı okudu, saraya gelen her şairin sesine, sözüne kulak verdi. Akşam saatlerinde saraydaki her kadının katılmak zorunda olduğu İncil okuma saatlerine ise içten içe tepki gösteriyordu. İncil hâlâ Latince idi, birçok insan bu dile yabancıydı. Oysa Anne her kadının; kendi dilinde kendi zihninde kendi yüreğinde yeşerip büyüttüğü bir dine sahip olması gerektiğine inanıyordu.

Yıldızı sönen sen olacaksın; çünkü kendi kaderini çizmeye üşenen sensin.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

KALIPLAŞMIŞ GÖREVLER VE KURALLAR İÇİNDE SIKIŞIP KALMAYI ASLA KABUL ETMİYORDU

Hollanda sarayından sonra Fransa’ya giden Anne, Kraliçe Claude’nin başnedimesi oldu. Bu görev sayesinde Fransızcasını epey geliştirdi. Modaya ve din felsefesine çok kafa yordu. Dinin temel kavramlarından olan kutsallık, tanrı, kurtuluş, ibadet, ayin ve sembollerin detaylıca analiz edilmesini ve bu kavramların rasyonel biçimde ele alınmasını konu edinen din felsefesi, Fransa sarayında Anne Boleyn’in okuduğu kitapların başında geliyordu. Kraliçe Claude, Anne’in hem arkadaşı hem de rol modellerinden biriydi. Kraliçe, erkek egemenliğinde ve gerici düzende savrulup duran her kadının bir hakkı, bir seçim şansı olmasını istiyordu. “Âşık olmadığın, sevmediğin ve inanmadığın hiçbir duygunun sakın peşine düşme” diyordu Anne’e ve Anne de kendi ruhunu, bu sözlerin hamuruyla yoğurup şekillendiriyordu.

Fransız kültürü hakkında da epey bilgiye sahip olan Anne, kendini artık rönesans hümanizmi çizgisinde bir kadın olarak görüyordu. Saraydaki diğer kadınlar bütün gün nakış işleyip dua ediyordu. Anne ise hayatına ve sahip olduğu inanışlara yeni anlamlar katmak için çabalıyordu…

Her kadının kendini öne çıkaracak, göze çarpacak, onu ilgi odağı yapacak bir şeyi olmalıdır.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

İNCİLİ GEYİK, KURT İÇİN ÖZENLE HAZIRLANIYORDU

Anne’deki ışıltıyı, güzelliği ve zekâyı artık herkes görmeye başlamıştı. Babası Thomas Boleyn ve dayısı Edmund Howard da, Anne’i kendileri için saraydaki ve bürokrasideki yükselişleri için bir merdiven olarak görüyorlardı ve bunun için dayısı da babası da Anne’i daha güzel, daha ışıltılı bir hale getirmek için büyük bir çaba gösteriyorlardı; çünkü aç kurdun aynı tür geyiklerden bir gün sıkılacağını, yönünü yeni geyiklere çevireceğini çok iyi biliyorlardı. Öyle de oldu. Henry Tudor, Anne’in farklılıklarından, her konuda bilgi sahibi olmasından, kadınlara ve saray yaşamına yön vericiliğinden çok etkilendi. Anne’i bir takıntı haline getirdi. Rüyalarında onu görüyor, saraydaki her odada Anne’i arıyordu. İncili geyiğin aç kurdun sarayında kraliçe olmasının önünde artık neredeyse hiç engel kalmamıştı.

Pişmanlıklar ve keşkelerle kaybedecek vaktimiz yoktur. Bir plan ters giderse başka bir plan yaparız, silahlardan biri elimizde kırılırsa bir başkasını buluruz. Önümüzdeki basamaklar çökerse üzerinden atlar yine yukarı çıkarız.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

TUTKULARLA VE AŞKLA ATAN İKİ YÜREK

Bitip tükenmeyen mektuplaşmalar, sevgiyle ve aşkla yoğrulmuş şiirler, uzun bahçe yürüyüşleri Anne’i ve Henry’yi birbirine daha da bağlıyordu. Henry, Anne’de her gün yepyeni bir duyguyu keşfediyordu ve onun sayesinde kendini de yeniden tanıyordu. Anne, içindeki şairin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Anne sayesinde daha çok gülüyordu, mutluydu. “Anne’in ışığının gücüyle ben de parlıyorum” diyordu konseyindeki ve sarayındaki herkese…

Henry, Anne sayesinde en büyük acısını bile unutmuştu. Uzun yıllardır Catherine ile evliydi ve Catherine ona bir erkek evlat verememişti. Bu durum Henry’nin en hassas, en sancılı yarasıydı. Anne ise ona sürekli kraliçesi olduğu zaman saraylarında bolca erkek çocuğunun koşturacağını, Tudor soyunun uzun süre yaşayacağını söyleyip duruyordu. Kurdun yüreğine umut tohumları eken incili geyik, aşkın tam ortasına, içine düşmüştü ve oradan çıkmak istemiyordu. Henry, Anne’in yeni İngiltere Kraliçesi olduğunu herkese duyurmaya hazırdı ama Anne’in kraliçeliğini hiçe sayacak başka sesler yükseliyordu. Roma Kilisesi ve papalık Anne’in kraliçeliğini meşru bulmuyordu. Onlara göre İngiltere’nin tek gerçek kraliçesi Catherine idi. Çünkü Catherine İspanya Prensesi idi, hem etkili bir soyada hem de sandıklara sığmayan değerli hazinelere sahipti. Papa, bu sebeple Catherine’den asla vazgeçemezdi. Henry’nin Roma ile yaptığı her yazışmada bu gerçek bir tokat gibi yüzüne çarpıyordu. Roma Kilisesi’nin kalemi sertti, hükmü ise kesindi…

‘Aşk, zor bir kelime’ dedi Sir Thomas. ‘Şiirde de gerçek hayatta olduğu gibi hiçbir şeye uymuyor.’” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

BİR KADININ ARZULARI TÜM DÜNYANIN KADERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR

Henry’nin Roma’yı ve Papa’yı ikna etme çabası tam altı yıl sürdü ama Henry istediği cevabı asla alamadı. Anne, kaderini asla bu acımasız ruhların eline bırakamazdı. Bu yüzden Henry’nin kulağına sürekli yeni fikirler ve sözler fısıldadı. Onun Papa’dan ve Roma Kilisesi’nden daha güçlü olduğunu söyleyip durdu. Henry’yi bir İngiliz reformu yapmaya hazırladı ve yıllarca Roma Kilisesi’ne ve Papa’ya bağlı olan İngiltere artık kendi kilisesini, yani Anglikanizm’i kurdu ve Henry kendi kilisesinden aldığı yetkiyle Catherine ile olan evliliğinin geçersizliğini tüm dünyaya ilan etti.

Anglikan Kilisesi, Sekizinci Henry Tudor’un, Anne Boleyn’in fikir tohumlarını ekmesiyle başlayan ve İngiltere’yi İngiltere yapan başreformlardan biridir. Kilise ne Katolikliğe ne de Protestanlığa yakındır. Anglikanizm, onların tam arasında yükselen bağımsız bir Batı kilisesidir.

Yeni kilisenin ve bu büyük İngiliz reformunun yankıları sürerken herkes Boleyn ve Howard soyundan gelen bir kadının kendi çabalarıyla ve aklıyla kraliçeliğe yükselişini konuşuyordu. Kurt, incili geyiğe artık tamamen teslim olmuştu. Bu büyük teslimiyetin ve zaferin kendi sonunu getireceğinden ise geyiğin henüz haberi yoktu…

– Ellerimiz birbirine değdiğinde… – Ne oldu? – Sanki tenimi ateşe tutmuşum gibi hissettim. Sanki dokunuşu beni yakıyormuş gibi.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

KADINLIKTAN KAHRAMANLIĞA…

Anne, başlattığı reformu ilerletmekte kararlıydı. Anglikan Kilisesi’nden sonra din felsefesi ve teoloji alanında da değişiklikler yapmaya, bu alanlarda yeni fikir tohumları ekmeye başladı. Kiliseye, papalığa, İsa’nın bedenine ve kanına körü körüne bağlı Katolik inancı Anne sayesinde yerini Protestanlığa bırakıyordu. Henry Tudor tüm bu reformlara rağmen sarayında hâlâ İngilizce bir İncil’in okunmasını kabul etmiyordu ama Anne kralına, yani kocasına rağmen saraydaki her kadına kendi dillerinde İncil okuma hakkı tanıyordu. Tüm bunlar yaşanırken halktan da Martin Luther sesleri yükselmeye başladı. Tudor Sarayı’nda da Anne destekçileri, Lutheryenler ve Protestanlığı benimseyenler giderek çoğalıyordu. Anne bir kadından çok bir kahramandı artık. İncil yerini reform kitaplarına bırakmıştı. Yıllarca inanç ve din sömürüsü yaparak halkın hem duygularını hem de parasını sömüren manastırlar Anne’in yeni gündemlerinden biriydi manastırların kapatılmasını ve manastır hazinelerinin fakir halka dağıtılmasını istiyordu. Henry bu düşünceye de kayıtsız kalmadı ve krallıktaki tüm manastır hazinelerini saraya bağladı. Anne, doğru hamleler yaparak yerini sağlamlaştırmaya çalışıyordu ve yükseliş yolculuğunda emin adımlarla ilerliyordu…

– Ne okuyorsun? – Teoloji dedi uzatmadan. – Hiç Martin Luther diye birini duydun mu? – Tabii ki duydum dedi iğneli bir sesle. Bütün doktrinlere karşı ve kitapları yasak.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

Sarayın içindeki gizli bir el Anne’in en önemli yardımcılarından biriydi. O da kendi hikâyesini kendi elleriyle yazmıştı ve saraydaki konumunu kendi aklı ve zekâsı sayesinde kazanmıştı. Kralın genel sekreteri ve başyardımcısı Thomas Cromwell, kral adına yaptığı yazışmaların arasına Luther bildirilerini de ekliyor, Luther kitaplarını gizlice saraya sokuyordu, İngiliz reformunun daha büyük coğrafyalara yayılmasını sağlamak için canla başla çalışıyordu.

Kilise öğretilerinin yarısı insanları yönetmek, yarısı da korkutup sindirmek için.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

SARAY YAŞAMINDA ANNE BOLEYN’İN İZLERİ GİDEREK DAHA BELİRGİN HALE GELİYORDU

Anne, dinsel ve teolojik reformlarını kentten kente kıvılcımları güçlü bir alev gibi büyütüp yayarken sarayda da kendisinden izler daha belirgin şekilde görülmeye başlıyordu. Saray; İspanya’dan, İtalya’dan, Fransa’dan gelen ressamlarla, şairlerle dolup taşıyordu. Bu alanlarda yeteneği olan kadınlar yine Anne sayesinde bu ressam ve şairlerden sarayın resim ya da şiir atölyesi haline getirilmiş odalarında dersler alıyorlardı. Anne’den önce Aragonlu Catherine’nin saray kıyafetlerinde hâkim tuttuğu; siyah, gri, lacivert, toprak kahvesi gibi ağır renkler; sivri, kapalı, işlemesiz İspanyol havasının ağırlıkta olduğu başlıklar Anne ile birlikte yerini kırmızı, sarı, yeşil, mor, leylak gibi daha canlı renklere, başlıklar da sarayda ilk defa görülmeye başlayan yarım ay şeklindeki modellere bırakıyordu.

Anne’in boynundan hiç çıkarmadığı inci işlemeli B harfi kolyesi, inci küpeleri ve tokaları onun incili kraliçe olarak anılmasını ve yakut, zümrüt, beyaz pırlanta gibi taşların yerini incinin almasını sağlamıştı. İnci artık takıdan kıyafete, el aynasından saç fırçasına kadar her aksesuarda kendine yer buluyordu.

Sadece güneşi görüyorum, gölgeleri değil.” (Philippa Gregory, Boleyn Kız)

AŞKIN VE SEVGİNİN YERİNİ BÜYÜK HAYAL KIRIKLIKLARI ALMAYA BAŞLAMIŞTI

Anne birçok insanın hayatına tüm varlığıyla dokunmayı başarsa da Henry’nin ona olan ilgisi giderek azalıyordu. Anne ona bir erkek evlat verememişti, verebildiği tek şey iki başarısız gebelik ve bir kız çocuğuydu. Anne’in ışığı ve yaptıkları da Henry için artık katlanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Reformları halkı ikiye bölmüştü ve ülkede kaosa sebep olmuştu, bu kaosun tek sebebi de Anne Boleyn’di…

Önce Anne ile odasını ayırdı, sonra da sofrasını… Hem kendinden hem de sevgisinden mahrum etti onu. Anne kocaman bir sarayda büyük bir yalnızlık çekiyordu. Sarayın bahçesine artık beyaz güller yerine mutsuzluk çiçekleri ekiyordu. Büyük umutlarla başlayan bu evlilik, büyük bir hayal kırıklığına dönüşmüştü.

Aşk kesinlikle evlilikle yürümüyor, evlilik tamamıyla başka bir şey, en başta heceleri uymuyor. Biri tek hece öbürü üç. Ayrıca evliliğin bir müziği de yok.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

Kralın sevgisizliğin altında ezildiği yetmiyormuş gibi bir de ailesi Anne’e sırtını dönmüştü. Küçük kızı Elizabeth dışında kimse Anne’e sevgi ve merhamet göstermiyordu. Herkesin hayran olduğu, kahraman ilan ettiği incili kraliçe artık kralın gönül tahtından da sarayının tahtından da kovulmuş, devrilmiş bir kraliçe olmuştu. Önceleri kendisine gururla ve imrenerek bakan birçok göz artık Anne’i görünce yolunu değiştiriyordu. Kral, nedime sayılarını azaltmış, sahip olduğu birçok mülkü de elinden almıştı ama Anne ona bir kez bile neden diye sormadı; çünkü tüm cevapları biliyordu. Bazı karanlıklar bazı ışıkları asla kaldıramazdı.

– Biliyor musun, şu dört sene içinde hakikaten ağladığını hiç görmedim. – Ve görmeyeceksin dedi hoşnutlukla. – O, kendini acılarla harap edecek türden bir kadın değil. Çok güçlü bir iradesi var.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

Henry, Anne’i sürekli sahip olduğu her şeyi; karakterini, kişiliğin, ilkelerini geride bırakmaya, bambaşka biri olmaya zorluyordu. Ona yine süslü taşlar, ipek kumaşlar, hizmetçiler vadediyordu ama bunlara sahip olabilmesi için Henry’yi ve ona duyduğu sevgiyi başkaları ile paylaşmayı kabul etmesi gerekiyordu. Anne bunu asla kabul etmedi, aşkını ve kendini kayırmayı seçti.

Ya bana sahipsin ya da hiç değilsin. Ya beni seviyorsun ya da hiç sevmiyorsun. Ya tamamen seninim ya da hiç kimsenin değilim. Seninle yarım ölçü kalmayacağım.” (Philippa Gregory, Boleyn Kızı)

VE KURT, İNCİLİ GEYİKTEN ARTIK TAMAMEN VAZGEÇMİŞTİ

Henry artık Anne ile evli kalmaya tahammül edemiyordu, bu evliliği hükümsüz kılmalı ve Anne’den de tamamen kurtulmalıydı. Saray konseyine Anne’i ölüme götürecek belgeler hazırlattı, onlarla her gün gizli toplantılar yaptı. Bu belgelerde; Anne’in cadı olduğu, Henry’yi kendine âşık etmek için güçlü bir büyü yaptığı yazıyordu. Aynı belgelerde Anne’in bir kâfir olduğu, şeytanla cinsel ilişkiye girdiği, saraya doldurduğu ressam ve şairler ile yatağını paylaştığı da yazıyordu. Onu, kendi erkek kardeşi George ile ilişki yaşamaktan da suçluyordu. Şeytanla birlikteliğinden ve kutsal evlilik yeminini kirlettiğinden dolayı yüce tanrı onu lanetlemişti ve bu yüzden erkek bir çocuk doğuramıyordu. Bu bile tek başına Henry için Anne’i öldürmeye yeterli bir sebepti. Bir sabah Anne hiçbir şeyden haberi olmadan zorla saraydan götürüldü. Londra Kulesi’nin karanlık odalarından birine kapatıldı. Henry’nin kendisine karşı adaletiz olacağından emindi, asla kendini savunmadı, sessizce öleceği günü bekledi.

Tam anlamıyla ve kesin bir biçimde yenildiğinde teslim olmakta utanılacak bir şey yok.” (Philipppa Gregory, Boleyn Kızı)

‘ASLA KADERİNE BOYUN EĞEN BİR KRALİÇE OLMADIĞIMI BİLİYORUM…’

Anne’in ölümü kesinleşmişti. Cumartesi günü sabah duasından sonra halkın gözü önünde kafası kesilerek ölecekti. Anne’in tek bir isteği vardı: Bir Fransız cellat tarafından, acı hissetmeden öldürülmek… Henry bu son isteği kabul etti.

Erkek evlat hırsıyla ve sevmeyi bilmeyen bir kalple lanetlenmiş kocasının hükmüyle ölümüne yürürken Anne’in ağzından dökülen son sözler şöyle oldu:

Tanrı şahidimdir ki hakkımdaki tüm suçlamalar asılsızdır. Asla kaderine boyun eğen bir kraliçe olmadığımı biliyorum. Bundan da asla utanmıyorum. Tanrıdan sadece bir suçu varsa şayet ruhumu affetmesini diliyorum; çünkü yaptığım her şey kendi seçimimdi. Lütfen benim için her daim dua edin.

* * * * *

Bu yazımı en başta canım ablama, sonra da kendi ayakları üzerinde duran ve kendi seçimleriyle var olmayı bilen tüm kadınlara armağan ediyorum; çünkü isimler ve tarihler farklı olsa da direniş hâlâ aynı direniş. Seni ve çizmek istediğin yolu çok iyi anlıyorum, Anne Boleyn. Gittiğin yerde ruhun umarım huzur bulmuştur…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar