EDEBİYAT KÜLTÜR-SANAT 

KİTAPLARDAN EKRANLARA GÜÇLÜ KADIN FİGÜRLERİ

Ben sıradan bir kadın değilim, benim hayallerim gerçek olur!” – Danerys Targaryen

İstanbul Sözleşmesi’nin tamamen yok sayıldığı şu günlerde aklım da kalemim de, merkezine kadınları alan bir yazı yazma düşüncesine itti beni. “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek lazım” diyen zihniyetlerin, kadını gerek iş hayatında gerekse sosyal ve kültürel hayatta itibarsızlaştırma ve yok sayma eylemlerinde olan kişilerin karşısında varlığımızla, fikirlerimizle, başarılarımızla dikilmeye devam edeceğiz. Bu yolda en büyük destekçilerimiz ise sanat ve edebiyat olacak!

Birçok yazar, eserlerinde o kadar güçlü ve farklı kadın figürleri yarattı ki film ve dizi sektörleri de bu figürleri ekran önüne çıkarıp bizlere sunma yoluna gitti. Bunlardan en göze çarpanları ise şöyle:

J.R.R. TOLKIEN’İN ‘LADY GALADRIEL’İ

Fantastik-epik tarzda yazdığı eserlerle ve Anglosakson diline getirdiği yepyeni boyutla kendi alanında çığır açan J.J.R. Tolkien, ‘Yüzüklerin Efendisi’ kitap serisinde kadın kahramanları ön plana çıkarmaya büyük özen göstermiş. Kendi yarattığı ‘Orta Dünya’ denilen fantastik evrende bilgelikleri, güzellikleri ve liderlik vasıfları ile büyük ilgi çeken Elfler’i; kadınların çoğunlukta olduğu bir topluluktan oluşturmuş. Elfler’in kadim şehri olan Lotherin’de kraliçe olan Lady Galadriel, Tolkien’in hiç şüphesiz büyük bir titizlik ile kaleme aldığı bir karakter. Asil bir soydan gelen ve üç erkek kardeşin baskın otoritesine rağmen kendi yolunu çizmeyi başaran ve Kadim Elf Diyarları’nın hanımı olan Lady Galadriel, bunların yanı sıra bir de Kadim Elf Yüzükleri’nden biri olan Nenya’nın da taşıyıcısı. Orta Dünya’da ortaya çıkan tüm kaosları ustaca yöneten ve her savaşta en önde cenk eden Galadriel, ayrıca büyü alanında da tüm erkek ‘elf’lerden üstün durumda. Tolkien’e göre ise Galadriel; liderliğin, gücün ve umudun simgesi. ‘Yüzüklerin Efendisi’ kitap serisinin beyazperdeye aktarılışında da Lady Galadriel’e ve onun kadim diyarı Lotherin’e büyük yer verilmiş. “Ben bunu asla başaramam, bu karanlık günlerin altından asla kalkamam” dediğiniz anlarda Lady Galadriel tüm güzelliği ve gücüyle adeta sizlere göz kırpıyor ve el uzatıyor.

Ama Lotherin’in içindeki biricik kadın Galadriel, o gün servi boyu ve heybetiyle çatışıp çekişen prensler arasında dikilirken gitmeye dünden hevesliydi, yemin falan etmedi ama Feanor’un Orta Dünya’ya dair sözleri onun da kalbinde yanan ateşti; çünkü uçsuz bucaksız sahipsiz toprakları görmeye ve orada kendi ülkesinin başına geçmeye can atıyordu.” – J.R.R. Tolkien, ‘Silmarillion

G.R.R. MARTIN’İN ‘KHALESI’Sİ

Taht Oyunları’ kitap serisiyle tüm dünyada milyonlar satan ve ‘Game of Thrones’ dizisiyle ekranlarda fırtına gibi esen G.R.R. Martin, yetişkin okurlara yarattığı dünya ve karakterler ile fantastik evreni sevdirmeyi başarmış bir yazar. ‘Taht Oyunları’ serisi dokuz kitaptan oluşuyor ve karakter olarak da oldukça kalabalık bir içeriğe sahip. Bu karakterler içerisinde ise “kendi küllerinden doğuşu” ile oldukça ilgi çeken bir kadın kahramanımız var. O da: ‘Ejderhaların Annesi’, ‘Büyük Çim Denizi’nin Khalesi’si ve ‘Fırtınadoğan Daenerys Targaryen’!

Daenerys Targaryen, ejderhaların soyundan gelen ve iki erkek kardeşinin gölgesinde büyüyen bir genç kız. Özellikle acımasızlığı ve merhametsizliği ile bilinen erkek kardeşi Viserys, Daenerys’ı o kadar değersiz görüyor ki onu ‘Dothrakiler’ denilen kabilenin şefine bir ordu karşılığında satıyor. Danerys için ‘Ejderhaların Annesi’ olma yolculuğu bu noktadan sonra başlıyor. Köle gibi satılıp eziyetler gördüğü bu kabilede kendisine üç ejderha yumurtası hediye ediliyor. Yüreğindeki inanç ve kanındaki ateş ile Daenerys, yumurtaları çatlatmayı başarıyor. Bir elbisesi bile olmayan bu genç kız, ejderhaları ile birlikte kıta kıta gezip tüm askerleri ve orduları birliğine katıyor ve “Bu genç kızdan hiçbir şey olmaz” diyen tüm erkek liderlere başkaldırıyor. Zaten ateşin bizzat kendisi olan bir kadına hangi erkek kafa tutabilir ki?

Evet, tüm adamlar ölmeli ama biz kadınız.” – G.R.R. Martin, ‘Ejderhaların Dansı

Khalesi kölelikten kraliçeliğe, hiçlikten iktidarlığa adım adım yükselişiyle hayatta bir yer bir amaç edinmek isteyen tüm kadınlara cesaret veren bir kahraman. İyi ki ‘Ejderhaların Annesi’ni bizlerle buluşturdun, G.R.R. Martin!

PHILIPPA GREGORY’NİN ‘ANNE BOLEYN’İ

İngiltere Kralı VIII. Henry Tudor’un devrik kraliçe olarak anılan eşi Anne Boleyn, babası ve dayısı tarafından Henry Tudor’un önüne atılmak istenen bir yem olarak görülüyor, ayrıca yine Boleyn ailesinin erkekleri için İngiltere Sarayı’nın en üst basamaklarına ulaşmak için bir merdiven olarak kullanılmak isteniyor; ama Anne zekâsı, hırsları ve aldığı eğitim ile tüm bu oyunları bozuyor, İngiltere’nin yeni kraliçesi oluyor. Attığı her adımda Anne’in önünde duran Katolik Kilisesi’ni tamamen ortadan kaldırıyor ve İngiltere’nin yeni inancının ve dinsel reformunun temellerini atıp Anglikan Kilisesi’ni kuruyor. Bu kilise şu sıralar ‘Anne Boleyn Kilisesi’ olarak da anılıyor. Anne, yaşadığı dönemde sadece çocuk doğurup İncil’den dualar okumak gibi oldukça sınırlı bir hayat çizilen kadınlara farklı eğitim okulları açıyor ve onların hayatta bir duruşları bir itibarları olmasını sağlıyor. Anne’in bu akıl almaz yükselişi ise bazı saraylı erkekler tarafından asla hoş karşılanmıyor ve Anne onların çeşitli iftiralarına maruz kalıyor. Kral da mutlak otoritesini korumak için kendi kraliçesinin ölüm fermanını bile isteye imzalıyor. İngiltere’yi İngiltere yapan Anne Boleyn gencecik yaşında karanlık fikirlilerin, katolisizm sempatizanlarının ve sözde din adamlarının kurbanı oluyor ama o yaptığı reform ve değişimlerle, kadınların yüreğine ektiği varoluş filizleri ile hâlâ yaşamaya ve yaşatılmaya devam ediyor.

Tanrı şahidimdir ki hakkımdaki tüm suçlamalar asılsızdır. Asla kadere boyun eğen bir kraliçe olmadığımı biliyorum. Bundan da asla utanmıyorum. Tanrıdan sadece bir suçu varsa şayet ruhumu affetmesini diliyorum; çünkü yaptığım her şey, kendi seçimimdi.” – Philippa Gregory, ‘Boleyn Kızı

Ünlü tarihçi ve yazar Philippa Gregory’nin ‘Anne Boleyn’i ‘The Tudors’ dizisinde bilinen ve bilinmeyen tüm yönleriyle ekrana yansıtılıyor. Anne Boleyn’i hem Gregory’nin müthiş anlatımından tanımanızı hem de The Tudors dizisindeki yansımasından izlemenizi tavsiye ederim. Bu devrik kraliçenin hayatından hepimiz kendimize ait izler buluyoruz.

* * *

Kitaplar da diziler de filmler de güçlü kadın figürleri ile tüm kadınların yanında olmaya, onların hikâyelerini bizlere anlatmaya devam ediyor. İyi ki varsın, sanat! İyi ki karanlığa karşı sen en güzel aydınlıksın!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar