KADERİN BİRBİRİNE BAĞLADIĞI İNSANLAR / ‘THE WITCHER’
-ADANA-
“Kaderin birbirine bağladığı insanlar vardır. Her nerede de olsalar onlar birbirlerini mutlaka bulurlar.” – Andrzej Sapkowski, ‘Son Dilek’
Bazen öyle şeyler yaşarız, öyle zor zamanlar geçiririz ki bunları engelleyecek, durduracak bir güç bir çıkış yolu ararız içimizde ama bazı duygulara, kayıplara, acılara ya da değişimlere ne kadar çabalasak da bizim gücümüz yetmez; çünkü kader bir şekilde, perdesinin arkasında sakladığı sahnelerini birer birer önümüze çıkarır.
Kader kavramını ve kadersel döngüleri kusursuz bir şekilde ‘Witcher’ kitap serisine aktarmayı başaran Polonyalı yazar Andrzej Sapkowski şu sıralar hem edebiyat dünyasında hem de ekran önünde altın çağını yaşıyor!
GERÇEĞİ HAYAL GÜCÜYLE YOĞURMAYI BAŞARABİLMEK: ANDRZEJ SAPKOWSKI
Lodz Üniversitesi’nin ekonomi bölümünü dereceyle bitiren Sapkowski, çalıştığı şirkette ekonomik büyüme ve daha fazla gelir elde edebilme üzerine projeler üretip dururken ruhunu ve aklını dinlendirmek için edebiyata yaslanır, bazı fantastik – bilim kurgu romanlarının çevirilerini yapmaya başlar. Polonya’nın en ünlü dergilerinden biri olan Fantaskyka’ya “fantastik evrende çığır açacak” öykü hazırlar ve ilk büyük edebi sıçrayışını bu öyküyle yakalar. Yazdığı bu kısa öykünün hemen ardından daha büyük bir ilham tüm ışığını Sapkowski’ye yansıtır ve ‘Witcher’ karakteri kaleminin ucuna girerek büyür, gelişir, beş kitaplık bir roman serisini ortaya çıkarır.
RİVYALI GERALT BİR WITCHER’Dİ
“Gerçekten adlarına ‘Witcher’ denilen bu canavarlardan daha itici, doğaya aykırı canlılar olamaz; çünkü onlar sihrin ve şeytanlığın meyveleridir. Erdemden, vicdandan ve ahlaktan yoksundurlar.” (Canavarlar Kitabı, Witcher’ın Tarifi)
Küçük yaşta büyücü annesi tarafından Kaer Morhen adlı Witcher Yaratım Yuvası’na bırakılan Geralt, burada çeşitli ve oldukça da zorlu eğitimlerden geçer, iksirlerle ve büyülerle bedenen çok dayanıklı ruhen de daha az duygusal bir hale gelir. Bu büyülerin ve eğitimlerin amacı, yenilmez bir Witcher olabilmek, kusursuz bir Witcher yaratabilmektir.
‘Witcher’lar dünyayı canavarlardan, tehlikelerden ve kötülükten korumak için yaratılırlar. Karşı konulamaz bir güce sahip olsalar da bu güç ‘Witcher’lardan büyük bir bedel alır. Geçirdikleri mutasyonlar sebebiyle asla eskisi gibi olamayan ‘Witcher’lar babalık duygusundan da ömür boyu yoksun bırakılmışlardır. Çünkü her sevgi ve her bağlılık beraberinde güçsüzlüğü ve zayıflığı da getirir. Bir Witcher’ın asla zayıf olma şansı yoktur…
Rivyalı Geralt, ülkenin her yerini gezip yoluna çıkan canavarları öldürürken, aşktan, bağlanmaktan, ait hissedebilme duygusundan köşe bucak kaçarken, insanlara karşı aşılmaz ve kalın duvarlar örerken kader ona en büyük kozunu oynar ve Geralt’ın yüreğinin başka bir yürekle bir atmasını sağlar! Ülkenin en büyük krallıklarından biri olan Cintra’nın prensesi Cirilla, Geralt’ın kader döngüsündeki kızıdır. Cirilla, Geralt’ın asla taviz vermediği yaşam ilkelerinden birçoğunu değiştirmekle kalmaz, iki ayrı insanın tek bir kaderde birleşip bütünleşmesini de sağlar.
Tek yaşam gayesi daha çok canavar öldürüp kesesini daha fazla gümüşle doldurmak olan Geralt’ın artık bambaşka ve çok daha peşinden gidilesi bir amacı vardır. Kaderin bir anda hayatına kattığı kızını herkesten, tüm kötülüklerden korumak, hatta kendisinden bile…
“–Söyledikleri çıktı, Geralt, aynen söyledikleri gibi. Senin kaderin miyim ben? Söyle! Kaderin miyim senin? –Sen biraz fazlasısın, Ciri… Biraz fazlası.” (Andrzej Sapkowski, Kader Kılıcı)
Sapkowski, Rivyalı Geralt karakterini oluştururken kalemini oldukça derinlikli kullanmış. Geralt’ın okuyucunun zihninde sadece bedenen değil, ruhen de canlanabilmesini sağlamış. “Koşulsuz şartsız bağlanma diye bir şey yoktur” diyen Geralt’ın bu keskinliğinin nedenini sorguladığımız anda kitabın başka bir bölümünde, Geralt’ın annesi tarafından küçük yaşta terk edilişinin sancılarını uzun süre ve oldukça şiddetli bir şekilde çektiğini görüyoruz. Onun uzun süre boğuştuğu bu annesizlik, yaşamındaki bu keskinliğin tohumu oluyor.
Kadere asla inanmayan, dünyada sadece iyiliğin, kötülüğün ve ihmalkârlıkların hüküm sürdüğünü düşünen Geralt’ı bu düşünceye, öldürdüğü canavarlardan çok, hazinelerini altınlarla doldurmak için her yolu mubah olarak gören krallar itiyor. Zenginliğe ve güce ulaşmak için büyük kıyımlar yapan ve binlerce masumun kanını döken bu krallar, Geralt’ı “kadersizliğin karanlığına” itiyor. Tam biz okuyucular da Geralt gibi kadersizliğin karanlığına doğru çekilirken yazar yine başka bir bölümde zihnimizi ve ruhumuzu başka bir gerçekle sarsıyor! Biz okuyuculara adeta “Siz istediğiniz kadar kendi akışınızda yol alıp durun, kader mutlaka size yetişecektir” diyor.
“‘Hiç uğruna hiçlik’ dedi hayalet, Eithre’nin sesiyle. İçindeki hiçlik ve boşluk, dünya fatihi! Sevdiğin kadını bile fethedemiyorsun sen. Ondan uzaklaşıyor ve kaçıyorsun, oysa yazgın yakınında. Kader kılıcı çift ağızlıdır, bunlardan biri sensin. Diğeri hangisi, peki, Ak Kurt?” (Andrzej Sapkowski, Kader Kılıcı)
İLK İZLENİM İÇİN ASLA İKİNCİ ŞANS YOKTUR
“Eh, aptalın aptallık yapmasına engel olmak dışında onları kurtarmak için elimizden geleni yaptık. Sonuçta aptalın aptallığı bakidir. Akmasına bir tırmıkla engel olmaya çalıştığınız bir nehir gibi…” (Andrzej Sapkowski, Kader Kılıcı)
‘Witcher’lar yuvaları ve saklanmak zorunda olmadıkları tek yer olan Kaer Morhen’den ayrıldıkları anda kendilerini onları; yaratık, mutant, kötü tohum, lanetlenmiş gibi sıfatlarla anan insanların içinde buluyorlar.
Tarlalarına dadanan foglerden (tarlalarda ve ormanlarda yaşayan, bitkilerle beslenen bir tür canavar) kurtulmak isteyen çiftçiler bir Witcher’ın yardımına ihtiyaç duysa da onu aşağılamaktan asla geri kalmıyor. Evinin çatısına saklanmış bir Kikimoradan (kanatlı, geceleri ortaya çıkan fazla tehlikeli bir canavar türü) korkup bir Witcher’ın kılıcına sığınan bir soylu, sonrasında Witcher’a para ödememek için onu halka işe yaramaz ve ruhu alınmış biri olarak gösteriyor. Bu aşağılanmalar, bir Witcher’a hem hiç dolmayacak bir para kesesi hem de taş ve sopalarla ezilmiş bir yüz olarak geri dönüyor.
Kulaktan kulağa aktarılan Witcher tanımlamaları, ‘Witcher’lar bin canavarla boğuşsalar da asla değişmiyor. Ötekileştirilen, dışlanan, hem fiziki hem ruhsal şiddete maruz kalan ‘Witcher’lar, aptal ve sığ beyinlerin dünyasında kendilerine küçük de olsa bir yer açmaya çalışıyorlar ama ilk izlenim için asla ikinci bir şansı olmuyor. Yazar bize burada da kendi içimizdeki ve fikrimizdeki canavarlarla yüzleşme fırsatı sunuyor.
“Canavarlar sadece korkunç bir görüntüden, pençe ve dişlerden ibaret değildir. Canavarlar, eylemlerden doğar, affedilmez eylemlerden!” (Andrzej Sapkowski, Elflerin Kanı)
MİTOLOJİYE BAMBAŞKA BİR YORUM
Witcher evreninde, mitolojiden aşina olduğumuz birçok karakteri bambaşka bir yorumla şekillendirilmiş olarak görüyoruz. Fantastik dünyanın olmazsa olmazı olan mitoloji, Sapkowski’nin penceresinden bakınca oldukça farklı bir manzarayla bizlere ulaşıyor. İşte, Rivyalı Geralt’ın kılıcının ucundan geçen en tanıdık canavarlar:
– Kanatlı Yılan: Mağaralarda yaşayan, zehirli, ejderimsi bir canavar olan uçan yılanlar, Yunan mitolojisindeki Basilisklerin yansımasını oluşturuyor.
– Mantikor: Aslan başlı, yarasa kanatlı ve akrep kuyruklu bir canavar. Geralt’ın daha çok para kazanma umuduyla öldürdüğü Mantikorlar; Yunan mitolojisindeki Griffonların, yani aslanların ve ejderhaların karışımıyla yaratılmış canavarlardan biri.
– Bruxa: Dizinin ikinci sezonunda sıkça gördüğümüz, kitaplarda da sıkça okuduğumuz Bruxalar; mitolojideki vampirlerin farklı bir yorumu. Güzel bir kadın görünümündeki Bruxalar, geceleri dişleri keskin, kanatları siyah, oldukça da tehlikeli bir vampire dönüşüyorlar.
– Graveirler: Kemiklerden ve iliklerden beslenen Graveirler, yine efsanelerde ve mitolojilerde karşımıza çıkan gulyabanilerin yeniden şekillendirilmiş ve yorumlanmış hali.
“Ben Witcher’ım. Yapay olarak yaratılmış bir mutantım. Para karşılığında canavar öldürürüm. Anne ve babaları bedelini öderse çocukları korurum. Bu benim yazgım, yaşamım ve dünya karşısındaki duruşum.” (Andrzej Sapkowski, Elflerin Kanı)
EKRANLARDA DA RİVYALI GERALT RÜZGÂRI ESMEYE BAŞLADI
Birçok ilginç detayla ve birçok farklı karakterle yoğrulmuş bu evrene ve kitap serisine kayıtsız kalamayan Netflix, Witcher dünyasını dizi olarak izleyici ile buluşturdu. İkinci sezonuyla şu sıralar herkesin adından söz ettiği, her izleyicinin “Sen ne güzel karaktersin” dediği Rivyalı Geralt, artık hiç şüphesiz en sevilen fantastik kahramanlardan biri olmayı başardı. Başarılı aktör Henry Cavill’in Rivyalı Geralt’ı hem fiziksel hem de ruhsal olarak kusursuz bir şekilde yansıtmasının, dizinin bu kadar başarılı olmasında ve 2021 yılının en çok izlenen dizilerinin başında gelmesinde büyük katkısı var. Kitapların hepsini okumuş biri olarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: Sanki Geralt karakteri Henry Cavill için yazılmış, Henry Cavill de, Rivyalı Geralt karakterini canlandırmak için yaratılmış!
Hikâyenin ana mekânlarından olan Cintra Krallığı, Nilfgaard Krallığı, Aretuza Büyücülük Okulu kitaplarda nasıl tasvir edilmişse diziye de öyle aktarılmış. İlhamını ve ortaya çıkış gücünü aldığı esere sadakatle bağlı olan diziler her zaman on adım önde olmayı başarıyor!
EN KORKUNÇ CANAVARLAR KENDİ YARATTIKLARIMIZDIR
Davranışlarıyla canavarlaşan insanlarla, kötülüklerin ve görmezden gelmelerin yarattığı manipülasyonlarla boğuştuğumuz şu günlerde hepinize, aklınıza ve ruhunuza şifa gibi gelecek Witcher evrenine misafir olmanızı öneririm.
Uçan yılanları, Mantikorları, Bruxaları yok edecek bir Witcher mutlaka vardır ama kendi yarattığımız canavarlar başa çıkması en zor ve en tehlikeli olanlardır!
Umarım bu yazım kendi canavarlarıyla yüzleşmekten korkan herkese cesaret verir ve umarım ki kader; bunca kötülüğün, düzensizliğin içinde kendi insanını arayan yürekleri birbirine bağlar…
“‘Şer, şerdir, Stregobor’ dedi Witcher ciddi bir ifadeyle. ‘Daha büyükmüş, daha küçükmüş, ikisinin arasındaymış, hepsi aynı; orantılar görecelidir, aralarındaki sınırlar siliktir. Ben aziz mertebesinde biri değilim, yaşamım boyunca da yalnızca iyi şeyler yapmadım; ama kötülük arasında bir seçim yapmam gerekirse hiç seçmemeyi yeğlerim.’” (Andrzej Sapkowski, Son Dilek)